1974’ün Hayat mecmuası ve Kıbrıs göç tarihi - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
ManşetPoli

1974’ün Hayat mecmuası ve Kıbrıs göç tarihi

 

Geçenlerde bir panayırda (bugünkü adıyla festivalde), eski magazinler satan bir esnaftan elime bazı Hayat mecmuaları geçti. Özellikle dergilerden bir tanesi 3 Ekim 1974 tarihinde yayımlanmıştı.


Hayat dergisi 1974 yılından önce de Kıbrıs’ı ziyaret etmiş ve sayfalarında Kıbrıs’taki Türk gettolarındaki yaşamı yansıtmaya çalışmıştı. Fakat 3 Ekim 1974 tarihli bu özel sayısında özellikle kapakta çok vurucu bir resme yer verilmişti. Resimde bir aile onlara verilen boş Rum evine taşınırken görülmektedir. Ailenin kıyafetlerinden, o gün için özel olarak, sanki çekim yapılacağı bilgisinin daha önce bildirildiği ve ona göre giyindikleri görülmektedir. Resimdeki ailenin büyük bir ihtimalle “reisi” olan kişisi sırtına yorgan yüklenmiş, kadının elinde yenice görünen bir yemek tenceresi, çocukların elinde ise sanki o gün alınmış renkli bebek gelinler ve futbol topu vardır. Herkes çok mutlu görünmektedir. Derginin manşeti ise “Kıbrıs’ta Türkler yeni yuvalarına yerleşiyorlar” idi. Bu resim ve görüntü ilk etapta o zaman yaşanan savaş sonrası, boş Rum evlerine yerleştirilen tipik bir göçmen aileyi anlattığı duygusu yaratsa da resimdeki bazı steril ve tesadüf ötesi bir araya getirilen unsurlar, resmin bir mizansen olma ihtimalini artırmaktadır. Öte yandan, o tarihe kadar güneyden kaçan Kıbrıslı Türklerin halihazırda yalnızca yarısının Kuzey bölgesine geçebildiğini biliyoruz. Fakat kendi başlarına yeni yaratılan sınır bölgelerinde yaşayan, veya dağ yollarını veya denizi kullanan yüzlerce kişinin savaş sırasında ve hemen sonrasında kuzeye kaçtığı bilinmektedir. O tarihte yani ikinci hareketten yaklaşık bir buçuk ay sonra gelen göçmenlere ev dağıtımı başlamıştı.  1963 göçmenleri için kurulan Göçmen ve Rehabilitasyon dairesi yüzlerce kişiyi işe alarak bu dağıtımı mümkün olduğu kadar baş ağrısız gidermeye çalışıyordu. İlk kullandıkları yöntem ise kura çekmekti. Evler aile büyüklüklülerine göre gruplanıp kuraya tabi tutuluyordu.

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”three” lightbox=”no” source=”media: 173983,173985,173984″][/images_grid]

Resme iyice bakıldığında mizansen olduğu ve bir şekilde başlayan bu tip dağıtımı anlatmaya çalıştığını görebiliriz. Basında olayın anında resmi çekilememişse altına yazılmak şartı ile bazı yeniden canlandırma amacı taşıyan kurmaca resimler kullanılabilir, fakat burada belki de gerçekten göçmen olan bir aileden poz verilmesi istenmiş ve ellerine, aile içi rollerini de gösteren öğeler tut edilmişti. Annenin elinde yemek tenceresi, baba yatak yorganı taşıyor, çocuklar ise “yeni yuvalarına” taşınmanın verdiği heyecanla, onlara verilen oyuncaklarla mutlu bir görüntü çizmektedir.

Hayat mecmuasında kullanılan bu tip resimlerden amaçlanan Kıbrıslı Türklerin artık yeni “yuvalarına” taşındıklarını göstererek, yani boş Rum evlerini artık kendi evleri veya derginin dediği gibi “yuvaları” olarak gördükleri ve geriye dönüşün mümkün olmayacağını amaçlamaktaydı. Bu da o dönemin resmi siyasetiyle örtüşüyordu. Öte yandan ilginç bir şekilde benzeri mizansen veya seçici bir şekilde kullanılan resim ve filmlerin güneyi tek etmek zorunda kalacak Kıbrıslı Türkleri evlerinden ayrılırken çeken resmi ve özel Rum televizyon ve basınında da bulabiliriz. Örneğin Viyana anlaşmasından sonra Kıbrıslı Türklerin 1975’in Eylül ayında kitleler halinde kuzeye gelmek için onlara gönderilen otobüslere binerken nerden çıktıkları belli olmayan bazı yaşlı Rum kadınların oralara getirilip ağlatılmaları, bazı seçici mülakatlarla “esasında Rum köylülerle bir sorunları olmadığı” ve Kıbrıs Türk rejiminin zoruyla oraları terk etmek zorunda bıraktıkları gösterilmeye çalışılmıştı. Yani propaganda makinesi Kuzeyde boş Rum evlerini yuva yapmaya çalışan ve Rum “mezaliminden” kurtulan mutlu Türk görüntüleriyle bir algı yaratmaya çalışırken, güneyde evlerinden milliyetçi elitler tarafından zorla koparılıp atılmış marazi Türk görüntüleri ile tamamen tersi bir hikaye yazılmaya çalışıyordu.

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”three” lightbox=”no” source=”media: 173986,173988,173987″][/images_grid]

Medyanın seçici, kurgusal, mizansenler kullanarak haber yapması maalesef hala daha devam etmektedir. Kadrajın içerisinde gösterilmeye çalışılan hikayeden çok daha fazlası dışarıda kalmaktadır. Onun için bugün sizlerle Hayat mecmuasının Ekim 1974’te yayımladığı bazı resimleri paylaşırken yakın bir tarihte PRIO Kıbrıs merkezi için hazırladığım Kıbrıs’taki göç hareketlerinin özet hikayesini de yayımlayacağım.

Medyada sorunların veya savaşların nasıl anlatılması veya yansıtılması sorusu ve sorunsalı yıllardır bu sektör içerisindeki ve iletişim fakültelerindeki tartışmaların başını çekmektedir. Bu sorunsalı anlamaya çalışan bazı akademisyenler, savaş gazeteciliği, barış gazeteciliği ve iyi gazetecilik gibi kavramları ortaya atarak, Savaşların, Çatışmaların ve çatışma potansiyeli taşıyan sorunların ne gibi enstrümanlar ve yöntemlerle okuyucuya ve seyirciye yansıtılmasının, daha sağlıklı bir iletişim ortamını oluşturacağının uzunca bir süredir peşindedirler.

Bu terimlerden, günümüzde de en fazla kullanılmaya başlanan Barış gazeteciliği kavramı, Barış Araştırmaları disiplinin öncülerinden olan Johan Galtung adlı Norveçli ünlü bir sosyolog tarafından, yanılmıyorsam ilk olarak 1960’ların sonunda kullanılmıştı. Galtung gazetelerdeki haberlerin veriliş şeklinin çatışmaların daha da kötüleşmesine neden olduğunu, yaptığı bazı araştırmalardan sonra ortaya çıkartmıştı. Galtung ayrıca gazetecilerin olumlu yöne doğru taraf tutarak, haberleri daha farklı tonda ve biçimde sunmalarının ve mevcut korkuları, yanlış bilgilendirmeleri destekleyici yayımlardan kaçınarak, yükselen tansiyonu ortadan kaldırabileceklerine inanmıştı. Hatta Galtung, barış gazeteciliğinin bir çeşit sağlık gazeteciliği gibi olmasını da önermişti. Ona göre iyi bir sağlık muhabiri hastanın yakalandığı hastalıkla ilgili mücadelesini öncelikle detaylı bir şeklide anlatması lazımdır. Ama, bu gazeteci aynı zamanda o hastalığa neden olan unsurları -örneğin yaşam tarzı, çevre, yediği içtiği şeyler- yanında tedavi alternatiflerini ve koruyucu önlemleri de anlatması gerekmektedir. Galtung Barış gazeteciliğinin gerçek odaklı olmasının gerekliliğine de çok önem verir. Ona göre barış gazetecisi bütün taraflardaki gerçek dışılıkları ifşa etmekle yükümlüdür.

Tekrar Kıbrıs’taki göç hikayelerine dönersek sorunun bayağı eskilere dayandığı gerçeğiyle karşılaşırız. Bugün sizlere Hayat mecmuasında yayımlanan resimler (bazıları mizansen, bazıları o an çekilmiş) eşliğinde Kıbrıs’ın 1950’lerde başlayan göç tarihini anlatmaya çalışacağım.

Her şey 1 Nisan 1955 tarihiyle başlayacaktı: İngiliz sömürge idaresinden memnun olmayan Kıbrıslı Rumlar, enosis’i, yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını sağlamak için 1955 yılında Kıbrıs Savaşçıları Ulusal Organizasyonu’nu (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston veya EOKA) oluşturdular. Buna karşılık Kıbrıslı Türkler, yardımcı polis olarak İngilizlerle güç̧ birliğine gittiler ve isyanı bastırmak için işe alındılar. Her ne kadar EOKA, Türkiye’yi de çatışmanın içine çekme korkusuyla Kıbrıslı Türkleri hedef almaktan kaçınmış̧ olsa da, Kıbrıslı Türk yardımcı polislerin öldürülmesi, Kıbrıslı Türkler tarafından, saldırıların etnik bir toplumun bireyleri olarak kendilerine yapıldığı şeklinde yorumlanınca, intikama yönelik şiddet yaygınlaştı. Kıbrıslı Türk polislerin öldürülmesinden sonra Kıbrıs Rum hedeflerine yönelik kargaşa ve kundaklamalar yaygın hale geldi. (Holland 1998:133). Bu saldırılar, çoğunlukla, Volkan, Kara Çete ve 9 Eylül gibi yeraltı örgütlerine katılan gençler tarafından yapılıyordu. 1957’nin sonunda Kıbrıs Türk liderliği üyeleri de taksim veya adanın bölünmesini talep eden silahlı bir hareket olan TMT’yi (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurdular. Diğer gerilla örgütlerini de kontrolü altına alan TMT’nin ortaya çıkışı, 1958 yazında toplumlararası çatışmanın daha da tırmanması ve birçok Kıbrıslı Rum ve Türkün yerinden edilmesine yol açtı.

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”three” lightbox=”no” source=”media: 173989,173991,173990″][/images_grid]

Tarihçi Holand, ‘Rumlara karşı olan Türk şiddeti temelde kasabalarda meydana gelirken ve esasen hesaplanmış̧ bir siyasi stratejinin parçasıyken, Rumların Türklere yönelik şiddeti daha rastgele ve risk altında olanların çoğunun tek başına günlük görevlerini yerine getiren çobanların olduğu kırsal bölgelerde gerçekleşiyordu’ (Holland 1998: 265) iddiasını ileri sürer. Bunun sonucu olarak, Kıbrıslı Türkler azınlıkta oldukları köyleri terk ederken, bu donemde yerinden edilen Kıbrıslı Rumların çoğu ya Türk hâkimiyetindeki mahalleler, ya da Ayluka veya Selimiye gibi mahallelerin varoşlarında yaşayan kişilerdi.

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”three” lightbox=”no” source=”media: 173992,173994,173993″][/images_grid]

Bu dönemde 36 köyden yaklaşık 2,700 Kıbrıslı Türk ile Lefkoşa ve sekiz köyden 1,900 Kıbrıslı Rum yerinden edildi. Bu 44 köyün homojenleştirilmesinden başka, Ayluka bölgesindeki Kıbrıslı Rumların ve Ömeriye bölgesindeki Kıbrıslı Türklerin yerinden olmasıyla Lefkoşa da bölünmüş, şehrin merkezine dikenli tel çekilmişti.1958 yılında Kıbrıslı Türkler kentin kuzeyinde ayrı bir belediye ilan ettiler. Bu dönem, ayrıca, bayraklar ve milliyetçi sloganların çoğalması ve her iki toplumun, yer isimlerini değiştirmek de dâhil olmak üzere, çevreyi ‘etkinleştirme’ kampanyalarına girişmesiyle, günlük yaşamın giderek millîleştirildiğine ve böylece bölündüğüne tanıklık eder. (Holland 1998: 264).

1959 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanını takiben, 1958 yılında yerinden edilen Kıbrıslı Türklerin neredeyse yarısı köylerine dönerken çok az Kıbrıslı Rum köyüne geri döndü̈. Örneğin, Lefke’ye 70 Kıbrıslı Rum dönmüştü. Ancak bu, kasabadan göçmenlerin sadece yüzde 10’u kadardı. Kıbrıslı Türklerin dönüşlerine, yerinden edilmiş̧ kişilerin dönüşlerini kolaylaştırmak için mahalleleri yeniden inşa etme kampanyası başlatan Kıbrıs Türk Kurumlar Federasyonu yardımcı olmaktaydı.

Kıbrıslı Rumların göç ettiği köy ve mahallelerin Lefkoşa’nın Ayluka Selimiye mahalleleri; Limasol’un AyAntonius mahallesi, Mağusa Surlariçi, Lefke ve Lefkoşa bölgesinden Luricina; Baf bölgesinden Marona, Susuz ve Mandirga; Limasol bölgesinden Alektora; Larnaka bölgesinden ise Kelia ve Menoya olduğunu göstermektedir. Kıbrıslı Türkler aşağıdaki köy ve mahalleleri terk ederek bir daha geri dönmediler: Büyük Kaymaklı, Yukarı Lakatamya, Analionas, Kataliondas, Avlona, Psimolophou, Aşa, Kondea, Lefkoniko, Peristerona Piyis, Ayios Seryios, Spathariko, Vassili, Melanagara, Amargeti, Moronero, Myrmikoph, ve Anarita. Kıbrıslı Türklerin 1958 yılında boşalttıkları ve cumhuriyetin kuruluşuyla tümüyle ya da kısmen geri döndükleri köyler şunlardı: Aşağı Lakatamia, Aşağı Dheftera, Aredhiou, Morphou, Dhyo Potami, Ayios Epiktitos, Arnadhi, AyiosTheodhoros, Lythrangomi, Kilanemos, Alethriko, Anglisidhes, Pissouri, Kritou Marottou, Prastio, Lemba, Akoursos, ve Tima (Patrick 1976: 97-98). Kıbrıslı Türkler ayrıca Lefkoşa’nın bazı mahallelerini, özellikle de Ömerge Mahallesini de terk ettiler ve geri dönmediler.

Rumlar, 1940’lı yıllardan beri, Yunan tarihi ve mitolojisinden isimler kullanarak önde gelen şehirlerdeki sokak isimlerini değiştirirlerken, Kıbrıslı Türkler 1958’de hem kendi belediyeleri hem de çoğunlukla Kıbrıslı Türklerin yaşadığı 135 köyün isimlerini değiştirmeye başladı. Siyasi manzara ile ilgili gözlemlerini yazan bir İngiliz diplomata göre, Haziran 1958’deki toplumlararası çatışmalardan hemen önce, Rum siyasi koreografisi daha görünürdü: “Her köy, her bir evin üzerindeki Yunan bayraklarıyla kaplanmıştı’ …. ‘Persons’un Kıbrıs’la ilgili tanımlamasının sonucunda olduğu gibi, ‘rastlantısal bir ziyaretçi, Kıbrıs’ı bir başından diğer başına oralarda Türklerin varlığından tamamen habersiz olarak seyahat edebilir. Çok nadir olarak bir cami ya da parçalanmış̧, Türkçe bir reklam görülebilir. Ancak, kasabalar, köyler- kiliseler, yollar, reklamlar ve yer isimlerinde ağırlıkla egemen olan izlenim Yunancadır.’” (Holland 1998: 240).

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (KC) kurulduğu 1960’da, Kıbrıslı Rumlar toplam nüfusun %77’sini, Kıbrıslı Türkler ise %18’lik bir sayısal azınlığı oluşturuyorlardı. Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, güç̧ paylaşımı modeli üzerine kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde anayasal düzenin korunması için garantör olarak tayin edilmişlerdi. Buradaki güç̧ paylaşımında, aynı zamanda, kamu hizmeti mevkilerinin dağılımı için kota da öngörülmekteydi ve Kıbrıslı Türklere bir çok resmi dairede verilen kota sayısal oranlarından daha fazlaydı. Daha da önemlisi anayasa, Kıbrıslı Türk cumhurbaşkanı yardımcısına veto yetkisi tanıyordu. Birçok Kıbrıslı Rum, bu ve diğer unsurların anayasanın işlerliğini baltaladığını düşünüyorlardı. 1963’ün sonlarında Cumhurbaşkanı Makarios anayasaya, bir dizi değişiklik önerdi ve bu değişiklikler Türkiye tarafından anayasanın iki toplumlu karakterine bir tehdit olarak görüldüğü için reddedildi . Aylarca süren ve Kıbrıslı Türklerin hükümetten ayrılarak kendi askerleştirilmiş enklavlarına geri çekilmeleriyle sonuçlanan toplumlararası şiddet patlak verdi.

Aylarca devam eden şiddet, 1,500-2, 000 Kıbrıslı Rum ve Ermeni ile yaklaşık 25,000 Kıbrıslı Türk’ün yerinden edilmeleriyle sonuçlandı. (Patrick 1976: 343). Yerinden edilen Kıbrıslı Rum ve Ermenilerin çoğu Lefkoşa mahallelerinden, Kıbrıslı Türkler ise ada çapında mahalleler ve köylerden göç̧ etmişlerdi. Kıbrıslı Türkler, 1963 Aralık ve 1964 Ağustos tarihleri arasında 72 karma köydeki mahallelerini boşaltarak 24 Kıbrıs Türk köyünü̈ terk etti. (Patrick 1976: 340). Ayrıca sekiz karma köy de kısmen boşaltıldı. Yine altı büyük kasabanın her birinde Kıbrıslı Türklerin kısmi tahliyesi yaşandı. Kıbrıslı Türkler genelde kendilerininkinden daha güvenli olduğunu düşündükleri en yakın Kıbrıs Türk köyü̈ ya da mahallesine kaçtılar. Patrick’e göre Kıbrıslı Rumlara ait 442 ve Ermenilere ait 231 ev, ya Kıbrıslı Türk mücahitler tarafından el konularak yerinden edilmiş̧ Kıbrıslı Türklere tahsis edilmiş̧, ya da çatışmaların neden olduğu tahribat nedeniyle terk edilmişlerdi. (Patrick 1976: 456). Patrick’e göre, 233 Kıbrıslı Türk yerleşim merkezinin 98’i 10 Ağustos 1964’e kadar terk edilmişti. O dönemde kısmen ya da tümüyle işgal edilen 135 merkezin ise 20’si hükümet kontrolü̈ altındaydı ve Kıbrıslı Türk nüfusun yaklaşık 8,000’ini teşkil ediyordu.’ (Patrick 1976: 80). 1963 Aralık ve 1964 Ağustos tarihleri arasında 364 Kıbrıslı Türk ve 174 Kıbrıslı Rum öldürülmüştü (Patrick 1976).

Yerinden edilmiş̧ Kıbrıslı Türkler çadır, ahır ve okul gibi diğer geçici barınaklara yerleştirilmişlerdi. Lefkoşa’da ise ayrıca belirli miktarda kişi yukarıda söz edildiği gibi, kentin Kıbrıs Rum kontrolü̈ altındaki bölgelerine kaçan Kıbrıslı Rum ve Ermenilerin evlerine yerleştirilmişlerdi. Bu dönemde Kıbrıs Türk nüfusunun %25’inin yerinden edilmiş olmasına karşın nüfusun neredeyse %90’ı 42 enklavda yaşadı. Kıbrıs Rum Ulusal Muhafızlarının, uzun zamandan beri adaya gizlice silah sokulmasında köprübaşı görevi yapan Kokkina/Erenköy enklavına saldırmasına karşılık veren Türkiye, hava kuvvetleriyle müdahale ederek Dillirga bölgesindeki askeri hedeflerle köyleri bombaladı. Bu müdahaleden sonra, 1964 Ağustos’unda, sadece ufak tefek olaylarla, 1967 Kasım ayına kadar sürecek olan ateşkes ilan edildi. Bu dönemde Kıbrıs Türk enklavları kuşatma altında tutuldu ve çoğu malların enklavlara girişine izin verilmedi. İnşaat malzemelerinin de bu izin verilmeyen mallar arasında bulunması nedeniyle, 1967’de kuşatmanın hafiflemesine kadar doğru dürüst göçmen evi inşa edilemedi. Kuşatmanın bitmesinden sonra, 1967-1974 arasında Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin yardımıyla yukarıda sözü edilen farklı mevkilerde bulunan enklavlarda 3,000’den fazla düşük maliyetli coğrafyacı Richard Patrick, 1971’e gelindiğinde hükümet kontrolü altındaki ek 22 merkeze sadece 2,000 Kıbrıslı Türk göçmenin döndüğünü iddia eder. (Patrick 1976: 80-81). Kıbrıs Türk liderliği veya TMT’nin, göçmen bir kısım Kıbrıslı Türklerin dönüşünü önlemiş olabileceği yönünde bazı iddialar vardır. Örneğin, Aksilu köyüne sığınan Baf’taki Pitargu köylülerinin 1964 yılında köylerine geri dönme talepleri, birçok kişinin yaralanmasına neden olan silahlı bir çatışmayla sonuçlandı. (Patrick 1976: 99). Ancak yaptığımız alan çalışmasına göre, geri dönüşün genelde güvenlik kaygıları ve birçok vakada ise mülklerin harap olması nedeniyle geciktirildiği görülmüştür. Patrick’e göre Kıbrıslı Türklerin ayrılmasını takiben ‘terk edilmiş köy ve bölgelerin çoğu Kıbrıslı Rumlar tarafından yağmalanmış, hatta yakılmıştı

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”three” lightbox=”no” source=”media: 173995,173997,173996″][/images_grid]

Adadaki gerginlik 1968’de azalırken aynı yıl, her ne kadar sonuçsuz kalsa da, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik müzakereler başladı. Toplumlararası gerginliğin daha az olduğu bu dönemde, Kıbrıs Rum toplumunda toplum-içi çatışma baş göstermeye başladı. Bu, hala enosis isteyenlerle artık Kıbrıs Rum kontrolü altında bulunan Cumhuriyetin sürdürülmesinden yana olanlar arasında cereyan eden bir çatışmaydı. Sonunda, anavatan Yunan ordusu tarafından kontrol edilen ve desteklenen Kıbrıs Rum Ulusal Muhafızları, Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’u devirmeye teşebbüs ederek enosis arayışıyla darbe başlattı. Türkiye, bundan beş gün sonra 20 Temmuz’da, askeri karşılık vererek adanın %36’sını kontrolü altına alarak adanın kuzeyinde Kıbrıs Türk kontrolü altında bir bölge oluşturdu.

Kıbrıslı Rumlar adanın kuzey bölümünden dört dalga halinde göç ettiler. Kıbrıslı Rumların çoğunluğu yaklaşan Türk ordusundan anında kaçarken, bazıları köylerinde kalarak teslim oldu. Teslim olanlar, kamplar ve köy mahalleleri dâhil olmak üzere kuzeydeki çeşitli mevkilerde tutuldular. Örneğin Girne’de kalanlar, bir otelde toplanarak daha sonra adanın güney kısmına gönderildiler. Çeşitli köylerde kalan birçoğu da hep birlikte, askeri kamplara dönüştürülen köy okulları, kiliseler veya mahallelerde toplandılar. Bu dönemde kötü muamele, taciz, tecavüzler ve bazı durumlarda cinayetler yaşandığı görüldü. Bu şekilde alıkonulan Kıbrıslı Rumların bir kısmı daha sonra, güneydeki Kıbrıslı Türklere karşı yapılan kötü muameleye misilleme olarak, güneye sürgün edildiler. Bunlara ek olarak, üçüncü bir dalgayı ise, çoğu, Kıbrıs Türk savaş esirleriyle değişim çerçevesinde güneye gitmeleri için serbest bırakılmadan önce Türkiye’ye götürülen, 6,000 civarındaki Kıbrıslı Rum savaş esiri oluşturdu. Eylül 1964’ten bir BM raporu, Kıbrıslı Türklere ait evlerin tümüyle tahrip edildiğini ve 2000’inin yağmalanarak ciddi şekilde zarara uğradığını yazmıştı (BM belgesi S/5950).

En son gerçekleşen dördüncü dalga ise, 1975 yılında ailelerin birleşmesine olanak tanıyan III. Viyana Anlaşması’nın iki toplum lideri tarafından imzalanmasından sonra yaşandı. Bu, halen kuzeyde kalan Kıbrıslı Rumların kendi istekleriyle ve yardım alarak güneye, Kıbrıslı Türklerin de kuzeye gitmelerine olanak tanıdı. Bu anlaşma aynı zamanda geride kalacak olanların tüm toplumsal ve insan haklarının korunmasını güvence altına ne kadar başlarda 10,000 Kıbrıslı Rum kuzeyde kalmayı seçse de, 1981’e gelindiğinde sayıları 1,000’i zorlukla bulu- yordu. Kıbrıs Rum liderliği bu kişilerin zamanla ayrılmalarının ‘taciz’, ‘ayrımcılık’ ve ‘baskı’ nedeniyle olduğunu ileri sürdü durumdan Kormacit köyünde yaşamayı seçen 200 Maronitten ayrı olarak hemen tüm Maronitler ve daha az sayıda Latin ve Ermeni grupları da etkilenmişti. 1974’ün sonunda neredeyse 162,000 Kıbrıslı Rum (diğer azınlıklar da dâhil olmak üzere) yerinden edildi.

Yaklaşan Türk ordusuyla birlikte yaşadıkları yerleri terk eden Kıbrıslı Rumlar, genelde büyük göçmen kamplarının oluşturulduğu güneyde daha güvenli yerlere sığındılar. Güneye kaçan Kıbrıslı Rumların neredeyse yarısı dost ve akrabalarının yanında geçici barınma olanağı bulurlarken, diğerleri ise ev kiralama, bazı durumlarda da satın alma yoluna gitti (King ve Ladbury 1982). Kendilerini konuk edecek dost ya da akraba bulamayanlar ise göçmen kamp- larında kaldılar. Bir rapora göre ‘Göçmenlerin acil ihtiyaçlarının karşılanması için 23 çadır kamp ve 320 yiyecek-giyecek dağıtım merkezi kurulmuştu’ (Kliot ve Mansfeld 1994: 335). Yerinden edilmiş olan çiftçilerin sadece küçük bir bölümü yeniden bir tarım alanına yerleşip kendi cemaatlerine kavuşma olanağını elde edebildi (Loizos 1981). 1975 yılında yaklaşık 25,000 Kıbrıslı Rum, kuzeye göç eden Kıbrıslı Türklerin evlerine yerleştirildi. Hükümet, göçmen akınının yarattığı ilk şokun ardından, bu kişilerin yerleştirilmesine yönelik konut projeleri başlattı. Bu dönemde iki tür konut projesi geliştirildi. Birincisi, hükümet arazileri ve bazı durumlarda da Kıbrıslı Türklere ait araziler üzerine inşa edilen göçmen evleri, ikincisi ise yerinden edilmiş aileye, inşaat masraflarını kendi tercih edecekleri bir geri ödeme planıyla karşılamaları kaydıyla kendilerine verilen bir arsa üzerine yapacakları bir konuta sahip olmalarına olanak tanıyan bir programdı.

Kıbrıslı Türkler de aynı şekilde dört dalga halinde kuzeye göç ettiler. Kıbrıs Türk kontrolü altına alınan bölgelere yakın yerlerde bulunanlar, hızla güneyden, daha güvenli olarak algıladıkları bu bölgelere kaçtılar. Yeşil Hat’tan uzakta olanların çoğu ise kuzeye gitmenin yolunu bazen rehberlere para ödeyerek çoğu kez dağlık bölgelerden yaya olarak geçerek buldular. Diğerleri ise parayla güvendikleri şoförleri tutarlarken bazıları da Kızıl Haç, Birleşmiş Milletler ya da ması, ‘halen Güney’de olan bazı Kıbrıslı Rumların Kuzey’e nakli yanında Adanın Kuzeyindeki Kıbrıslı Rumların … burada kalması ve … eğitim imkânları, dini vecibelerini yerine getirme olanakları yanında kendi doktorları tarafından tıbbi bakım ve Kuzey’de hareket serbestîsi’ de dâhil olmak üzere ailelerin yeniden birleşmesini

İngiliz ordusu aracılığıyla Kuzeye geçtiler. İngiliz ordusu aracılığıyla geçenler İngiliz üslerine sığındı. Bu üslere sığınan yaklaşık 10,000 kişi 1975 Ocak ayında Türkiye üzerinden kuzeye aktarıldı. Güneyde esir alınan ve stadyum, okul ve başka geçici mekânlarda tutulan yaşları savaşmaya müsait olan 6,000 kadar erkek ise Kıbrıslı Rum esirlerle mübadele edilerek kuzeye gönderildi. Son olarak, Viyana Anlaşması’ndan sonra, 1975 Ağustos’unda, güneyde mahsur kalan geriye kalan kişilerin, kolaylaştırılmış göç vasıtasıyla kuzeye gitmelerine izin verildi. 1975’in sonunda tüm Kıbrıslı Türkler, geride sadece 130 yaşlı insan bırakarak kuzeye geçmiş oldu. Güneyden göç eden Kıbrıslı Türklerin sayısı 48,000 olmakla birlikte bunlardan ayrı olarak bu dönemde, evleri güneyde olan ancak 1963-64 döneminde göçmen olup adanın kuzeyinde oluşturulan enklavlarda yaşayan 12,000 Kıbrıslı Türk daha bulunmaktaydı. Dolayısıyla esasen güneyden göç eden Kıbrıslı Türklerin toplam sayısı neredeyse 60,000’di.

Kıbrıs Rumların yeniden yerleştirilmelerindeki şartlardan farklı olarak kuzeyde, güneyden göç eden tüm Kıbrıslı Türklerin yerleştirilmesine yetecek kadar boş Kıbrıslı Rum evi mevcuttu. Buna karşın, kentsel bölgeler başta olmak üzere özellikle tercih edilen bölgeler bulunuyordu. Bu bölgelerdeki konut dağıtımında gerginlikler yaşandı. Kıbrıs Türk yönetimi köyleri olduğu gibi tüm cemaatiyle yeniden yerleştirmek için çaba göstermekle birlikte, bu her zaman için mümkün olamadı. Adanın bölünmesinden yıllar sonra, Kıbrıs Türk toplumu içinde bu dönemde dağıtılan arazilerle ilgili anlaşmazlıklar bulunurken, dağıtımların genelde hatır ve akraba ve yakınlara iltimas temelinde yapıldığıyla ilgili birçok iddia vardır. Buna ek olarak, adaya ayak basar basmaz kendilerine Kıbrıslı Rumlara ait tarım arazisi ve ev gibi gayrı menkuller tahsis edilen Türkiyeli göçmenlerin gelişi de gerginlikleri artırmıştı.

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar