Toplum olarak ekonomi ile yüzleşmemiz “Türkten Türk’e kampanyaları” ile başladıydı! Kısaca sadece siyasi yönden değil, ticaret yönünden de Rum’un monopolündeydik. Yıl 1969’lar ve sonrasıydı..
Celal Hordan Türkiye’den böylesi kampanyanlar için getirildiydi! Türk halkına “milliyetçiliğe” sarılı taze kan şırınga edilecekti. Türk halkından asıl istenense “İngiliz ve Rum sultası altında gitgide eğilen başını yukarı kaldırırken silkinip kendi özüne dönmesiydi!” “Tükten Türke kampanyaları” böyle başladı! Yanı sıra bazı yapısal değişiklikler de!
Hordan Milli Talebe Cemiyeti Başkanıydı. Dili kuvvetli nutku coşturucuydu. Fakat kimseler ne olup ne olmadığını bilmiyordu! Sadece Türk kasaba ve köylerini örgütlemek için Kıbrıs Türk liderliği tarafından adaya özellikle getirildiydi! Kısa sürede “Gençlik Teşkilatını” kurdu. (Mağusa Yönetim kurulunda çalıştığım için olayları iyi bilirim bir gün yazarım.) O yıllarda en büyük sıkıntımız, altını çizerek yazıyorum “ticaret erbabı olarak ya Rum tüccarların komisyoncusu yahut işçisi olmamızdı!”
Pekala: Ne zaman “kendi sahibimiz, patronumuz, efendimiz olduk? 1974’den sonra!
Şimdi bir başka konuya geçiyorum:
BÜYÜK RÜYA GÜNEY’LE Mİ YEŞERECEK? (2)
Memleketimizin “özel sektörü” bir yandan Rum’un düşmanlığından dolayı ambargolarla, öte yandan gelip giden hükümetlerimizin yanlış yönetimleriyle ve TC’den kaynaklı bazı deniz aşırı olumsuz uygulamalarla çok mağduriyet yaşamıştır. Fakat gerçek şu ki 1974’den sonra bu mağduriyetine karşılık “özel sektör” kendi sahibi kendi patronu olmuştur.
Son dönemlerde ambargolar nedeniyle ticari ve ekonomik faaliyetlerini yeterince sürdüremeyen dolayısıyle gelişemeyen “ticaret erbabı” çözüm olasılığını dikkate alarak atağa geçti. (Yanılmıyorsam) çözüm olması halinde Güney’le işbirliği yapılacak, zaten AB’li olacağımızdan sonuna kadar açılan kapılarından ihracat ve ithalat gerçekleştirecek, kısaca umut edilen gelişme ve büyüme gerçekleşecek..
Bu “tasavvurlara” daha çok sınır kapısının açılması halinde Güney Kuzey ticari ilişkilerinin artacağı ve Türk çarşılarına daha akacak Rum müşterilerden dolayı ticaret hacmimizin genişleyeceği “tasavvurlarını” da eklemezsek “rüya” yarım kalacak!
“Rüya” diyorum çünkü: Olsa bile nasıl bir çözüm olacağını bilmiyoruz! Tutun ki çok ehven bir çözüm oldu. Hatta Rum Kuzey’in santimlik toprağının iadesini bile gerçekleştiremedi! Buna karşılık Kuzey olarak Türkiyesizleştirildik! Ve 1963’lerden beri ilk kez “kendi yalnızlığımızın sahipliğinde” hemen her konuda kendi siyasi ve ekonomik irademizle baş başa kaldık!” Üstelik Rum tarafı ile paylaştığımız bir “Federal Cumhuriyette!”
Soralım: Daha şimdiden Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının muzırlığını yaparken Türkiye’ye tos atan Güney, Kuzey’in önüne hangi ekonomik ve ticari olanaklarla avantajları serecek ki ekonomimiz uçuversin?
Yoksa! 225 bin kişi ile sınırlanacak nüfusumuzla zaten hatırı sayılır oranda Türk müşterileri olan 8 yüz bin kişilik Güney’e akıp oralarda “ticari ve ekonomik varlık olmaya mı çalışacağız?” Şirketler ortaklıkları mı kuracağız? Güney’de zaten kat katı ve kalitelisi olan ürünlere nazire; ürünlerimizi mi pazarlayacağız?
Yoksa! AB müktesebatının da uygulanacağı bir çözümle Rum sermaye ve patronları Kuzey’de mi at koşturacaklar?
Kaldı ki “ekonomiden söz ediyoruz ve ilk aklımıza gelen de “rekabet” oluyor! Rum tarafı neden Türk ticaret erbabına himmette bulunsun? Ha eğer varsa büyük kazancı bulunur! Komisyoncusu olursun seni baş tacı yaparlar! Güney’e gider işçiliğini yaparsın sırtını sıvazlarlar! Fakat Rum-Türk ticari ilişkileri ile “ekonomik büyüme” umut etmek kaf dağının ardında kalmış bir rüyadır! Bir başka konuya geçiyorum:
ÇÖZÜME EVET DERKEN…(3)
Son zamanlarda bazı büyük gazetelerimiz çözüme destek verirlerken, Aplıç ve Derinya kapılarının en erken zamanda açılmasını, Rum tarafı ile yarım kalmış mobil telefonlar gibi iletişim konularının süratle tamamlanmasını salık veriyor ve Annan planı öncesi kampanyaları hatırlatan yayınları ile yeni bir ticari cazibe ortamı yaratmak istiyorlar.
Eğer eşit koşulların “toplumları” olsaydık “barışı ekonomik işbirliği ile tabi ki perçinlerdik!” Ki Kuzey’in, basıncından boruları patlatan Anadolu suyu, Güney’in de gazı vardır!
Fakat Celal Hordan’dan başlayarak bugünlere gelirken eğer desem ki ekonomik gelişmişlikte “hâlâ Celal Hordan’ın bıraktığı yerdeyiz,” abartmış da olsam maalesef gerçekliği vardır.
Asıl sorun şudur ama: “Güney’le ikili ilişkiler ve ekonomik işbirlikleri uğruna olmaya ki “nasıl olursa olsun” denecek bir çözüme evet deriz!
KISACA TAKILDIĞIM: (GENÇ ARKADAŞIM!)
Bazı siyasi parti ve politikacılar tarafından yönlendirilen gençler, eylemleriyle TC-KKTC Kültürel ve spor faaliyetli Koordinasyon Ofisini yine “ret ettiklerini” haykırdılar! Neden ama?
Bu Ofisle Türkiye’nin kendilerini asimile edeceğinden mi korkuyorlar?
Bu ofisle Türkiye’nin kafa taslarını yarıp beyinlerine din, iman, zehir şırınga edeceğinden mi korkuyorlar?
Bu Ofisle Türkiye’nin kendilerini IŞİD gibisi esirler haline getireceğinden mi korkuyorlar?
Bu ofisle Türkiye’nin Kuzey’de kalıcılığını perçinleyeceğinden mi korkuyorlar!
Bu Ofisle Türkiye’nin kendilerini cehalete ve zilletle sürükleyeceğinden mi korkuyorlar?
Genç arkadaşlar. Eğer 1954’lerde Türk liderliği ile TC arasında “kültür anlaşması” gerçekleşmese ve Namık Kemal ile Baf Kurtuluş Liseleri kurulmamış olsalardı, bırakın üniversiteleri, liseleri bile bitiremeyen kör kütük cahiller topluluğu olarak kalacaktık. Bu adada varlığımızı Türkiye sayesinde sürdürürken sizi kimler kandırdı, neden bu Türkiye düşmanlığı?