Virüs tamam! Sıra geldi Maraş'a ! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Köşe Yazarları

Virüs tamam! Sıra geldi Maraş’a !

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Bir kentin (aynen bir çocuk gibi) doğuşuna, büyümesine, gelişip serpilmesine ve bir  gün onu besleyip büyütüp devasa bir turizm merkezi haline getiren insanlarının, evlerinin kapılarını bile kapatmadan, arkalarına bakmadan, göç edip kaçmalarına tanıklık yapmışlardan biriyim…

MARAŞ’tan söz ediyorum. Eğer 1974 Barış Harekâtı gerçekleşmemiş olsaydı bugün Maraş Doğu Akdeniz’in devasa bir turizm kenti olacaktı. Talihe bakın “ola ola” bir virane, bir hayalet kent oldu! Üstelik artık sahibi de yok! Yada “sahibiyim” diyenlere karşın  kimin olduğu hâlâ bilinmeyen bir kent!


NE zaman Maraş konusuyla sorunu gündeme gelse dilime pelesenk hep ayni şeyi söylerim: “Tellerinden  uzanıp içine tükürme hakkımın bile bulunmadığı Maraş, benim değildir!”

Bu nedenle başından beridir “Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı için bir yüz karası ve  utancımız olan bu virane kadavrayı sahiplerine iade edin” derim..

Ki kırk üç yıldır çevresini dikenli tellerle kapattıkları bu kentin gözlerimizin önünde bir harabe haline gelişini seyrettik! Can çekişe çekişle ölen bir insanı seyreder gibi!

FAKAT her ne hikmetse son zamanlarda bir efkâr bastı, tutturduk “Maraş zaten Evkaf malları üzerine kurulduydu dolayısıyla bizimdir haydi açıp sahiplenelim!

Nitekim geçen gün 2 buçuk milyarlık paranın da hazinemize aktarılmasında büyük katkısı olan “Koordinatörümüz Fuat Oktay bir daha yineledi: “Maraş Türk toprağıdır bir an önce değil, bugünden açılmalıdır…” (Bakarsınız benim yazı yayınlamadan açılır bile!)

Fakat kaç zamandır “ fiil kipi gibi “açayım, açasın, aça,” diye çekimini yapmamıza karşın sanki Maraş Türkiye’nin denetim ve yetkisi ile sorumluluğunda değilmiş gibi (ki bu nedenle tellerinden uzanıp içine tüküremiyorum) “açalım” lafından öte tek fiskelik teşebbüste bulunulmadı!…

Eğer Rum tarafını masaya çekmek yada çözüme zorlamak  için öteden beridir elimizde tuttuğumuz “koz” rolünden yararlanacaksak anlarım… Yok ciddi ciddi iskâna açmayı hedefliyorsak… Ödemek zorunda kalacağımız siyasi ve ekonomik bedelleri göğüsleyecek sonrası “olumsuzluklara” hazır olmamız gerekir ki bunlardan en önemlisi “Maraş’ın çözüme karşılık iadesinin koz olmaktan” çıkmasıdır…

HATTA: Olur, Maraş’ı açarız, imar iskânını da yaparız sonra da olası çözüm için Rum’a iade ederiz.. Demeyin olmaz olmaz! Annan planında da gördüktü, Crans Montana’da da! Neler vermedikti ki Rum’a!..                                                               ***

Ali Eyüpoğlu’nu anlatmaya devam ediyorum:  (2)    

Dün “Ali enişte” dediğim  Ali Eyupoğlu’nun çok kısaca TMT’ci günlerinden söz ettimdi.. Pek çok hatırayı atlayarak. Mesela Maraş’ta radyo tamir atölyesi   dükkânı olduğunu, EOKA terörü nedeniyle Mağusa’ya taşındığını (O zamanlar Maraş’ta hepsi rahmetlik olmuş Hüseyin Atai’nin, Kutup’un, Yemişçi Fehmi’nin, saatçı Niyazi’nin dükkânları da olduğunu dolayısıyla Rum müşterileri de bulunduğunu.. Bugünkü yazıma ekliyorum..

(Ve hani zaman zaman “Köşemde” vurguluyorum ya, Ahmet Sanver dizi dizi yayınladığı kitaplarında anlatır o günlerin Türk halkını. Ticari yönden nasıl Rum’a bile rekabet yapacak beceriyi gösterdiklerini… İşte o ticari başarıların bir kısmı da  Mağusa’da yaşandıydı.)

NE var ki 1958’lerde terör estirmeye başlayan EOKA ile birlikte Mağusa dışındaki Türk ahali   surlar içine taşınarak Maraş’la ticari ilişkileri kesmek zorunda kaldıydı..  Eyupoğlu da  Radyo tamir atölyesini  Mağusa Surlar içine taşıydı.

(Bir anekdot: Nikos Samson’nun  1958’lerde falan Maraş’ta gazete muhabiri kimliğine saklanarak  terör estirdiği dönemlerdi. İngiliz askeri ve ailelerinden bazılarına pusu kurarak tabanca ile öldürüyordu. Yakalanmamak için de  bir iki kez Ali Enişte’nin Maraş girişindeki  atölyesine gider müşteriymiş gibi davranarak kendini kamufle ederdi. (Türk dükkânı olduğu için fellik fellik Samson’u arayan İngiliz askerlerinin   bir Türk dükkanına sığınacağı  akıllarına bile gelmezdi..Eyupoğlu belayı başına sarmamak için ses çıkarmazdı zaten yağma da yoktu Rumların arasında ya kurşunlanır yada dükkânı yakılır bombalanırdı!)

ALİ Eyupoğlu 1963 de  Mağusa’ya taşındıktan sonra  Ramiz Manyera, Erdoğan Ahmet ile birlikte ortaklaşa “Taksim” adlı kola ile mandarin suyu imal etmeye başladılardı. Tesis Mağusa kapısının girişindeki iki katlı binanın altındaydı. Eyupoğlu hem kolanın konsantresinden şurubunu yapardı hem de makinelere bakardı.

Sonradan Ramiz Lefkoşa’ya taşınıp  orada Bel Kolayı çıkarmaya başlayınca  Eyupoğlu da Mağusa’da, bugün de hâlâ Ali enişte’nin oğlu Kutlu Eyupoğlu tarafından çıkarılan ve  “garga suyu” diye bişinen   “Super Kolayı” çıkarmaya başladıydı.

(“Not” diyorum. Anlatmaya çalıştığım olaylar Türk toplumunun bir toplu iğne için bile Ruma muhtaç olduğu  yıllardı.. Nitekim 1963 Kanlı Noel’inden sonra  surlar içine kapanmak zorunda kaldığımızda bir tahtaya çakacak çivimizle zaten tahtamız bile yoktu, Rum’a o kadar muhtaçtık!..)

İşte Eyupoğlu super kolayı o yokluk içinde çıkarıyordu. Bu da çalışmanın, inanmanın azmiydi.

Ve 1958 yılı sonrası ayni zamanda TMT günleriydi. Ali Eyupoğlu o günlerin sancaktarı “Kaya bey”in sağ koluydu çünkü telsizle direkt Ankara ile iletişim kuruyordu..

Bu arada ben de sürekli Ali Eniştenin dükkânındaydım. Bir gün kardeşi Mehmet kulağıma gizlice “seni TMT’ye alacağız ama sakın kimse işitmesin” dedi. Ertesi gün beni TMT’ye alacaklarını bir ben biliyordum bir de Mağusa ahalisi! Kaya bey “lafazanlık edermişim diye zaten  beni hiç sevmediydi, Mehmet’e benim için şunu söylemişti: “Bundan  ne TMT’ci  olur ne de bir bok!”

Kaya bey dediğim o yılların Mağusa Sancaktarı sonradan Lefkoşa’da Bayraktar olduydu. Eyupoğlu anlatırdı. Bir gün kendilerine şunu söylemiş:

“Kıbrıs’tan önce Irak’taydım. Aynen sizdeki gibi oradaki Türkleri de teşkilatlandırmaya çalışıyorduk. Kral Faysal’a askeri darbe yaptıklarında o teşkilatlandırmaya  çalıştığımız Türkleri ve önlerine gelen diğer  Türkleri de hep öldürdülerdi. Büyük kıyımdı binlercesiyle Türk katledildiydi. Şimdi geldik sizi teşkilatlanlandıryoruz, inşallah  başınıza böyle bir felaket gelmez!..”

FAKAT başımıza geldiydi! 1963’lerde başlayan Eoka’nın başını çektiği  Rum saldırılarıyla yaşadığımız o “karanlık günlerle” sonrası 1974 Barış Harekâtı olaylarında, Rumlar tarafından kıyıldık, göçe zorlandık, soykırım sonucu toplu mezarlara da gömüldük…”

ÖZGÜRLÜK! Kan akmazsa elde edilmez. “Vatan” dediğiniz o akıtılan kanlarla sulanan topraklardır. Egemenlik ancak öyle kazanılır..

Ali Eyuplar, Ekremler, Mustafalar, Haticeler, Fatmalar, Mehmetler kan akıtıp ölmeselerdi,  mücadele etmeselerdi bugün bu adada tümden Rum egemenliği altında bir cemaat olurduk..

Ha barışçı çözüm mü? Rum tarafından sadece Kuzey’i tanımasını istiyoruz. Çok mu? Hakkımız değil mi? Kör olasıcalar, onu bile çok görüyor, hakkımız olmadığını söylüyorlar…

Ali Enişte’yi tekrar rahmetle anıyorum..

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar