UYUŞTURUCU KURBANLARINI CEZALANDIRMAK MARİFET DEĞİLDİR - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Köşe Yazarları

UYUŞTURUCU KURBANLARINI CEZALANDIRMAK MARİFET DEĞİLDİR

GENÇLERİMİZ UYUŞUYOR BİR DE DEŞİFRE EDİLİP HAYATTAN KOPARILIYOR. Sadece ülkemizin değil, dünya gençliğini tehdit eden UYUŞTURUCU ile ilgili gün geçmiyor ki yeni bir dram gündeme düşmesin. Anlam kaybı, heyecan arayışı, arkadaş kurbanı, özenti, hata, çevre etkisi, sevgisizlik mi nedenini kim tam olarak bilebilir? Uzmanlar bu konuda kafa yoruyorlar, eğitimler veriyorlar, ama bu illet gün geçtikçe aramıza giriyor ve çocukları zehirliyor.

Geçtiğimiz günlerde fazla dozda sanırım Bonzai alan iki gencin hastanedeki haberi vardı yine gazetelerde. Üstelik de çocukların isimleri açık olarak bu küçücük ve de dışlamaya hazır halde bekleyen ülkenin insanına malzeme olarak sunuluyordu. 
Her gün bir başka olay, her gün bir başka isimle yaralanıyor, damgalanıyor insanlar. Her gün çocuklarımızın bünyesine girmeye devam eden bu uyuşturucu illeti ülkemizi tehdit ediyor. Üstelik de açık isimleri ile veriliyor gençlerin adı gazetelerde. Neden? Toplumdan dışlanması kolay olsun diye belki! Bu çocuklar en masum halkasıdır olayın. Uyuşturucuyu nerden buluyorlar, kimden alıyorlar? Adaya nasıl geliyor? Bu halkanın en ucu nereye veya kimlere çıkıyor? Hodri Meydan! Kazıyın bu uyuşturucu illetinin altını bakalım. Marifet kurbanları cezalandırıp, deşifre etmek değildir!
Bu genç inanlar bu uyuşturucuyu kimden buluyorlar? Satış yerleri nereleri? Uzantıları, zengin ettikleri, korunanlar, rant sağlayanlar, göz yumulanlar var mı? Marifet midir gençlerin adını verip de onları damgalamak? Bu ülkede dedikodunun nasıl yayıldığını herkes bilir. Bu çocuklar mahkemeye çıkacak, ceza alacak, hayatları kararacak ve suçlular cezalandırılmış olacak öyle mi! Budur yani olayın özü. Peki bu ülkede bu çocukları zehirleyenler kimler? Aracılar, patronlar, ağalar kimler? Eşek arısı yuvasına çomak sokması lazım polis teşkilatımızın. Okul çevrelerinde, diskolarda, barlarda ya da aklımızın ermediği yerlerde risk var mı gençler için? Ne gibi önlemler alınıyor? Bu çocuklar kullandıklarından dolayı tutuklandıktan ve cezalandırıldıktan sonra çıktıkları zaman, bu satıcılar damgalanan gençlerin peşini bırakıyor mu? 
Ben artık günah keçisi olarak gençlerin utanç içindeki fotoğraflarının gazetelerde boy boy verilmesine, çarşaf çarşaf hikayelerinin anlatılmasından utanıyorum. Biliyorum ki herkes suçlu bu konuda. Onları bu ortamda bu şekilde korumasız bırakan hepimiz suçluyuz. Hade bakalım çok muhterem abiler, ablalar… Ülkemin büyük koltuklarda oturan büyük adamları/kadınları adlarınızın skandallarla, terfilerle, bin bir türlü güven sarsıcı olayla anılması yeter. Önemseyin bu ülkenin çocuklarını, geleceğini. Bu karanlık yolun ucundakileri bulun bakalım. Yılan yuvalarında çocuklarımızı zehirleyenleri bulun ve onları çıkarın o mahkemelerinize, onları yargılayın… Oturduğunuz koltukların hakkını verin. Bu ülkenin çocuklarınıza borcunuz var sizin.


***************************************************************************
SEVİM PİRE’YE

GÜLE GÜLE ALEV SAÇLI KIZ

Sevim, gidişinin ardından bütün Kıbrıs ağladı. Senin ölümün o kadar şaşırtıcıydı ki kimse o kızıl saçların, o gülen gözlerin ölüme teslim olacağına inanamadı.  2 yıl uzaktan bakılınca belki çok uzun bir zaman değil ama bunu bir de annene, babana, her gün yolunu bekleyenlere sormalı. Sahi bu kadar acıyı dünya nasıl kaldırıyor? Nasıl batmıyor? Nasıl aynı minval üzerinde dönmeye devam ediyor?

Ölümünün ardından yazdığım yazıyı her yıl anmak için Sevimin güzel hatırası için paylaşmaya devam edeceğim. Işıklarla uyu ALEV SAÇLI KIZ.

13 EKİM 2012
Penceremden eski bir şarkı doluyordu odama. Akşamüstüydü. Hep, çıkıp gelenlerin değil, gidip de dönmeyenlerin anımsatmasını taşır benim için bu vakitler. Akşamüstüydü, yavaş yavaş mesainin ve de haftanın bitiş saatleri yaklaşıyordu.

Akşamüstüydü, otların dalgalanıp durulduğu, denizin yorulduğu, insanların suskunlaştığı saatlerdi. Ardımdan gelen güneş ışınlarının parlaklığına sığınmıştı saçlarım. Neden yazıyorum bunları? Bugün bu yazıya nasıl girecektim? Akşamüstüydü ve ofis kapısından içeriye giren arkadaşımın yüzünde acı vardı. Yine uğursuz bir haber gelmiş olmalıydı. Hasan hep gülümseyen yüzüyle girdiği kapımdan bu kez yıkılmış olarak girdi ve acı haberi verdi:”Sevim’i kaybettik”… Sevim Pire’nin ölüm haberi kafamdaki saçma sapan düşünceleri, üzüntüleri ve yüzleri şangur şungur etti birden.  Bir anda zamanın ve mekanın içinde kaybolup gittim. Üzüldüklerim, kırıldıklarım ne kadar da yavan kalıyordu şimdi. Kırmızı saçlarıyla hayat dolu, yaşamayı seven bir genç kız silüeti düştü gözlerimin önüne. Elinde bir gitarla çıkıp geldiği o günü anımsadım.

Kızıl saça olan düşkünlüğümle onu gördüğümde saçında bu kadar cesur kızılı taşıyan kızı tanımak için bir merak uyanmıştı içimde. Bu denli parlak ve iddialı bir kırmızıyı kimdi taşıyan? Sordum, “kimdi eve gelen bu kız?” Kuzenim Cemal’ın arkadaşı Sevim olduğunu söyledi bizimkiler. Hemen merdivenlerden çıkmaya başladım, o cüretkar kızıl saçı aramak için. Merdivenlerden çıktığımda şahane saçlarıyla gülümseyen, kocaman gözlü, yerinde duramayan o kızla tanıştım. Cemal’ımıza gitar getirmişti. Orada gitar çalıp şarkı söylüyorlardı, ben de onlara katıldım…
….

Aylardan Ekim olmasına rağmen sıcak bir havaydı. Bir gün önceki sel ve fırtına uyarıları ve okulların tatil edilmesiyle dalga geçen bir hava vardı Kıbrıs’ta. Bilgisayarımda çalınan şarkı susmuş, önümdeki kahvem soğumuştu. Daha demin nelere üzülmüş, nelere kafa yormuştum. Üstelik de bu uğursuz akşamda hala, Sevim sevenlerine, anne babasına veda etmişken  bilseniz ne kadar küçük şeyleri takabiliyorum kafama. Oysa her olaydan öğrenmemiz gereken şeyler vardı. Ölümden de. Ölümden, daha iyi nasıl yaşanırı öğrenebilirdik oysa.  Mesela sevdiklerimize sımsıkı sarılmayı, vakit varken ve o vaktin ne kadar kaldığını bilmezken eksik bıraktığımız bütün yarımları tamamlamayı. Bu akşam yazdığım her şey yavan olacak biliyorum. Her yere bulaşan, her aileye her hayata karışan bu kanser illetinin önlenmesi için hiçbir şey yapılmıyor. Zirai ilaçlar, hormonlar, baz istasyonları, cep telefonları… Düşününce deli olasım geliyor. Bu akşam artık kırmızı saçlı kız yok. Daha geçenlerde onu havaalanından karşılamıştı arkadaşları ve o, Facebook profiline “Mağusa’da döner keyfi” diye yazarak bizlere güzel haberler iletmişti oysa. Hastayken bile gülümseyen  muzip resimler veriyordu Sevim. Bizden çok daha fazla hayatı çözdüğünü biliyorum. Kendine acımadan, hayata tutunarak sürdürmüştü mücadelesini…

 
Şimdi, tam da bu gece bir aşktan bahsetsem mesela, bir şarkıdan, bir şiirden. Ne söylesem, ne yazsam, hangisi anlamlı gelir? Koca bir hayatın içinde nasıl lüks kaçar bazı acılar, kırgınlıklar, kızgınlıklar değil mi? Nasıl da gereksiz ve boş… Daha geçenlerde Neşet Ertaş’ın ölümüyle “ben ölürsem saçlarını yolma gayrı” diyen türkülerinin içindeki “yaşarken ölebilmek” acısına takılmamış mıydım? “Ölürsem ben mezarıma gelme” diyen üstat, ölümle yaşam arasındaki o kırgınlıkların parçalarını toplatmamış mıydı bana? Yaşarken ölmek, birini yaşarken içinde öldürmek nasıl bir cüretti? Vefat eden kırmızı saçlı güzeller güzeli Sevim’in haberi karşısında bu hisler, bu şarkılar susmuştu bugün. İçimdeki lüks acıların şiirleri şimdi, taşıdığı şahane kırmızı ile yaşama veda eden gencecik bir yaşama ağlıyordu…
Akşamüstüydü… Ofise gidenler-gelenler olmuştu.  Herkes içinde kendi ağırlığını taşıyordu. Yitirilmiş nice zaman, nice insan, nice merhaba vardı o küçücük alanda. Duvarlar neleri neleri barındırıyordu. Nice kaybedilen, giden, gidip de dönmeyen insanın bakışı saklıydı o odada. Duvarlar, fotoğraflar, şiirler, çiçekler, sözler her şey yerli yerinde görünüyordu. Tüm bunlar birden değerini yitirdi. Güzeller güzeli Sevim’in yarım kalmış yaşam hikayesi, bir de keskin feslikan kokusu doldu odaya. Masasının üstündeki ayran bardağına ekili feslikan yaşamı anımsatıyordu. Yaşamı düşündüm bu ölümün kol gezdiği günde. Yaşamın izini, gücünü değil de ölmeyi, gitmeyi, bitirmeyi seçenlerin gölgeleri kaybolmaya başladı. Biliyordum ki yaşamak daha çok bir şeydi, ölmek daha çok. Yaşamak, Sevim gibi hayatla mücadele etmek, yaşama sımsıkı tutunabilmek, sevmek, sarılmak, gülümsemek demekti… Ölüme koskocaman bir yaşamı geride bırakıp da gitmekten öteye, yitmek, bitmek, kaybolmak ve pes etmekti… Hayat, Sevim’in saçındaki aşk kırmızısındaki alevi tutabilmek, onu taşıyabilmekti. Yaşam cesur insanların işiydi.

Sevim, çok erken ayrıldı hayattan, nice insanı acıya boğarak gitti. Belki de yaşça uzun yaşayan çoğumuzdan fazla yaşadı bu zaman diliminde.

Güle güle git Alev saçlı kız. Sadece ölümü değil, yaşamanın da nasıl bir şey olduğunu öğrettin hepimize…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar