Unutulmaz bir Şövalye, Turhan Korun - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Poli

Unutulmaz bir Şövalye, Turhan Korun

Onunla tanışmamla birlikte, ona hayran olmam bir olmuştu. Üç yıl kadar önce, bir kış günü beni telefonla arayarak buluşmak istemişti. Öntaç Düzgün’ün benimle yaptığı bir röportajı okumuş ve tanışmak istemişti. Buluştuğumuzda mülakatta ileri sürdüğüm birçok konunun arka planını bir solukta anlatmıştı bana. Çok detaycıydı. Muhteşem bir hafızaya sahipti. Yuvarlak gözlüklerinin arkasından hınzırca gülen gözleri, sunulan her gerçekliğe ne zaman ve nerede müdahale edeceğini çok iyi biliyordu. O, bir dönemin şahidi, mağduru, kahramanı ve failiydi. O günden sonra yazdığım her şeyi titiz bir şekilde okumaya ve ertesi gün eleştirisini yapmaya başladı. Benim Poli’ye başlamam da biraz onunla daha fazla vakit geçirme adına olmuştu. Hatta bir ara birlikte bir şeyler yazmaktan bile söz etmiştik. Maalesef birçok proje gibi o da gerçekleşmedi.

Havadis’in merdivenlerini bileniniz var mı? Çok yüksek ve yorucudur ama o her iki günde bir hiç yorulmadan yavaş yavaş bu merdivenleri tırmanır ve Öntaç Düzgün’ün odasına gider ve idareyi ele alırdı. Doktor’un siyasi münazaraları çok önemliydi. Birçok siyasetçiyle aynı odada karşılaşmam tesadüf değildi. Eski Başbakanlardan tutun da müsteşarlara kadar herkes Doktorla sohbet etmek için Öntaç’ın odasını doldururdu. Bundan dolayı odanın adı Kripto Merkezine çıkmıştı.


Her tarihi olayın alternatif hikayesi onda muhakkak mevcuttu. 1950’lerdeki sömürge döneminde şahit oldukları; O dönemde gerçekleştirilen iyi ya da kötü olayları anlatır ve her şeyi kendi tarihsel koşulu içerisinde betimlemeye büyük çaba gösterirdi. Birçok mücadele arkadaşını yitirmişti ama onun için nesil farkı yoktu. Gençlerle genç yaşlılarla yaşlı olabiliyordu. 1964 yılında Erenköy’e çıkışının hikayesi, orada geçen ayları; daha sonra Türkiye’ye dönüşü, sol görüşlerinden dolayı Türkiye’de yaşadığı olaylar; CTP’nin kuruluşundan bu yana yaşadığı serüven; yeğeni rahmetlik Rauf Denktaş ile olan ilişkisi vesaire hafızasının vazgeçilmez repertuarını oluşturuyordu. Öntaç’ın desteği ve ısrarıyla bitirdiği kitabında verdiklerinden fazla anı belleğinin bir yerinde duruyordu.

Hayatı severdi. Estetik algıları yüksek bir abimizdi. Klasik Türk Müziği hastasıydı. Münir Nurettin Selçuk’a ise çok hayrandı. Turhan abi tam bir Lefkoşa aristokratıydı. Entelektüel altyapısı kuvvetli, sanatı seven biriydi. Tarihe bakışı çok farklıydı. Çoklu bakış tekniğini kullanmayı çok severdi. Her iddia edilen şeyin arkasında başka hikayeler de olacağı varsayımıyla hareket eder ve tarihteki her olayı en ince detayına kadar ıcığına bıcığına bakmaktan yorulmazdı. Sanki yüzlerce dipnot veren bir tarihçi gibiydi.

O inanılmaz detaycı hafızasına üç hafta evvel yeniden şahit olacaktım. Öntaç’la birlikte onu İstanbul’lu bir Ermeni vatandaşının restoranına götürmüştük. Turhan abi dükkan sahibini bir yokladıktan sonra ve Yeşilköy’lü olduğunu öğrendikten sonra tam iki saat boyunca bizi adeta 1960’ların İstanbul turuna çıkartmıştı. Ancelo’nun meyhanesinden, bilmem kimin tavernasına, oradan falancanın kahvehanesinden filancanın lokantasına kadar, hiç yorulmadan dolaştırmıştı bellek patikalarında.

Yalnızca tarih değil tüm güncel gelişmeleri de yakından takip ederdi. Türkiye’deki gelişmeler ise onu son zamanlarda çok üzüyordu. Kıbrıs’taki gelişmelerden ise umudunu yitirmişti adeta. Ona rağmen başından beri içinde bulunduğu partisi CTP ile ilgili fikirler veya öneriler öne sürmekten kendini geri tutamıyordu. Yaşanan dönüşümlerin; gelişmelerin analizini kendine has yorumuyla yaptığında, insan kendini bu öngörüler veya tespitler karşısında cahil olarak görebilirdi.

Turhan abinin bir de sufi tarafı vardı. İnanan insanları horlamazdı. Onları anlamaya çalışırdı ama inancın siyasete bulaştırılmasına çok kızardı. Galiba biraz Bektaşi biraz Kalenderi bir yönelimi vardı. Onunla bir kere Bayraktar camiye zikir seyretmeye bile gitmiştik. Çıktıktan sonra bize Türkiye’den satın aldığı sufi tespihlerinden birini göstermişti. Bana biraz da dedemi hatırlatırdı. Dedem cumaları namazını kaçırtmaz, ama aynı akşam ise meyhanesine giderdi. “Bu ne çelişki dede?” diye sorduğumda da “her şeyin bir yeri ve zamanı vardır oğlum” derdi. Turhan abi için de her şeyin yeri ve zamanı çok önemliydi.

Siyasete, Müziğe, Tarihe karşı beslediği o çocuksu heyecanıyla hayatı seven ama sevdiği kadar da dönüştürmeye çalışan uslanmaz bir şövalyeydi.

Işıklar içerisinde uyu Turhan abi, seni çok özleyeceğiz!!!

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar