Demek “Amerikan doları” Erdoğan’dan daha büyüktür!..
Düşmez kalkmaz bir Allah.. Ne “büyüklüğün” vardır sınırı ne “küçüklüğün” ama! Tarih ibretli vakalarıyla doludur üstelik dilimize oturmuştur: “Bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı!” Büyüklüğünün daha öteye gidemediği yerde hem de seferde, yenik düştüydü ölüme…
“Tevekkül” sadece “bir hırka bir lokma” yada yetinmek değildir sahip olunanla.. Bazen hayat tarzı kabulünde yaşamın felsefesi de olur! Mesela eskiden bizler, (hiç darlıktan kurtulmazdık) ama ne zaman dara girseydi başlarımız, “tevekkel ya Allah” derdik.. Galiba şimdilerde “Allah belasını versin” mi diyoruz, kahrederken hayata!
Çok iyi biliniyor: Din, henüz bilimin yeterince gelişmediği dönemlerde varlık alemi ile insani problemlerin izahını yapandı. Üstelik sorgusuz sualsiz..
“Tevekkül” öyle başlamış olmalı.. Hatta gün gelmiş sorgulayıcı olan felsefe bile emrine girmiştir dinin..
Kısaca teolojik nazariyeler akla gelen her şeyin izahını yapacak müthiş bir kuvvete sahipti.. “Din” mutlaklaştıydı..
Ta Aristoteles’ten beridir de böyle devam ediyordu. Ta ki Amerika’da Trump Cumhurbaşkanı seçilene kadar! Nitekim iktidara geldiğinde dinin yerine önce “kafirliği” koydu ki Allahsızlıktı! Dolar da vurucu silahı!
Sorulası soru şudur ama! “Trump mı daha büyüktür yoksa dolar mı?”
Yada “dolar Trump’la mı büyümektedir yoksa Trump mı dolar sayesinde!”
Peki Dünyayı “dolarla” vurmaya kalkan Trump Amerika’dan da büyük müdür? Ya Allah’tan!
Ki bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı!
Ha Erdoğan mı? Her halde artık anlamıştır: Tüm kâinatın yaratıcısı olan “Allah” adını dilinden düşürmezken; Allah kâfir Trump’tan yana tavır koyarak doları büyük yapmıştır her ne hikmetse!..
Ey Allahım büyüklüğünden sual edilmez.. Her halde vardır bir bildiğin de az birazcık şu ayvayı yiyen kullarına da baksan ya!
***
NE zaman genç insanlara, “meğer neymişiz be abi biz” yollarında hava atma gereğini duysak, “eskiye” sığınırız. Ki ne derler Türkiye’de: Eskinin bir değeri olsaydı bit pazarına nur yağardı.. Oysa bit yağar işte!
Buna karşın biz yine de “pöö, pöö”lerle geldik bu günlere.. “Pöö diye başladık mı konuşmaya ve şimdilerin vaziyeti umumiyesini değerlendirmek gereğini duydukta, “biz neleri görmedik” ki diyerek dalarız lafa hâlâ!
2001’lerde de yedikti ayvayı sonrası yıllarda da! Çok öncesinde 1974’lerde Rahmetlik Ecevit’in maliye bakanı vardı, Ziya Müezzinoğlu.. İşte o adam bir gece, “artık sizin paranız TL olacaktır” dediydi de ertesi sabah uyandıkta bir de baktık ki cebimizdeki bir Kıbrıs lirası olmuş 36 TL.
O günden beridir de Rumla sonlandırdığımız savaşı, döviz vurgunlarıyla sürdürüyoruz! Kader kısmet işte!
***
“HA babam ha yürümez at. Bir yudum su vermez evlat. Bir de kötü oldu avrat. Ölümü nideceksin gir ağla çık ağla…
Derken “yeter be!” dedim. “Yeter ki gün eksilmesin penceremden..” Ve sarıldım şiire..
İşte size bir demet şiir. Yazarı Babür Çağatay. İzmir’de ikamet ediyor. Eski Polis müfettişlerinden, emekli.. Kızı burada. KKTC’e gelip gidiyor yazları. Kısaca çok sevdi Kuzey Kıbrıs’ı. “Kendimle Birlikte” adlı son şiir kitabında “Kıbrıs’ta ilk duygularım” başlıklı şiirinde yani ta 2005 yılında bakın nasıl ifade ettiydi bu sevgilerini..
Erişilemeyen sevdaları/Birleşilemeyen aşkları andım/Vatana hürriyet için yatılan zindanlarda/tarihler dolusu meydanlarda yaşadım/kalelerdeki varoluşun öyküsünü/ karşılıklı sahillerde/Hasretin türküsünü.. Geleceğin izlerini aradım/Otlarla kaplanmış toplu mezarlar/Kurşun izleri sıvanmış duvarlar gibi/Geçmişi unutmadan/Atlarıyla gömülmüş hükümdarlar gibi/Hülyaya dalmadan/Ama mutsuzluğa kapılmadan.
Yine biran dedim acaba/Özlemle sarıldığım gibi canlarıma ve kızıma/Onlar da hep kavuşabilecek miydi/Birlikte dalgalanan Hem beyaz/ Hem kırmızı ay yıldızıma…
Ha kimdir Babür Çağatay? Dünürüm. Bizi, Kıbrıslıları bizden çok sevdi..
Neyse bir sohbetin daha sonuna geldik. Ne demişler ama? Sohbetler bile biter, dövizle savaş bitmez!