Ne zaman bir afet, felaket ya da kötü bir olay olsa nerdeyse herşey birkaç gün durur ve gündemde hep “insanlık” olur.. Yardım kampanyaları başlatılır. Bir süre, herkes olan olayı konuşur ve öncekiler gibi herşey kolayca unutulur, gider… İnsan olmak, zayıfa, düşküne zorda olana yardım etmek bir moda gibi midir bilmem? Fakirliğin, bölge ya da iklim şartlarının da zorlaştırdığı yaşamlara doğal ya da savaş karşısında ortaya insalığın seyrettiği ve kalem oynattığı büyük trajediler çıkmaktadır. Ne yazık ki doğa da en çok fakirliği vurmaktadır. İsanoğlunun hafızası çok büyük acıları kolayca sindirmekte ve kendi yaşamlarına devam etmesini sağlamaktadır.
Bunları sıcak ve konforlu bir odada yazan biri için söylemek ne de kolaydır değil mi? Şimdi, karda kışta sevdiklerini kaybeden bir insanın derin acısı hangi harflerin yan yana gelmesi ile anlatılabilir ki? Bu acılar yürekte duyumsansa bile yavrusunu kaybeden bir ananın yaşadıkları hangi yazıya yüklenir? Evini, geleceğini kaybeden insanların, toprak altında kalan umutların, biten yüzlerce yaşamın üzerinden ne derece bir şey yazılabilir?
İnsanlığın moda gibi ortalarda mesajlar, fotoğraflar, haberlerle verildiği bu zamanda eskiyip unutulacak pek çok kare arasında hissettim sağ tarafımda bir ağrıyı. Anladım, herkes kendi payına düşeni yaşarmış bu dünyada… Sağ tarafımdaki ağrıda bir terslik olmalıydı çünkü yanlış tarafımda ince ince sabitleniyordu bu ağrı… Pek çok konuda “acayipliklerim”in olduğu gibi, kalbimin de sağ tarafta olduğuna karar verecektim sağ yanımda seyiren acının sürekliliği beni rahatsız etmeseydi. Ben en çok kalbinin ağrısını duyumsayabilen, o ağrıdan çok zaman uyuyamayan, göz yaşı döken, dünyanın başka yerindeki bir acıyı sırf kendi kadar şanslı değiller diye suçlulukla algılayan bir “sol”cuydum.
Ben bir çocukluğa, 28 yıl acısını eskitmeden sahip çıkan, iflah olmaz kelime hüzünbazı.
Ben, bütün sözleri bozup da yeniden kuramayan, korkuların tavan arasında yaşayan
Dönüp dolaşıp, ayrı bir boyutta yaşam tutturan, hüzün ya da hazan makamı
Kalbindeki çengelli iğne ile gezerken gülebilen bir dalgacı
Yaşamın gözünün içine baka baka, onu yaptığı itinalı makyajlarla kandıran,
Saçına sürdüğü parlak, albenili siyahın gölgesinde bir bünyeyi risk altına atan,
Kendini unutacak kadar sevebilmenin peşinde koşan uslanmaz sözcük sorgucusu
***
Payda ayniydi… İçten gelen bir ağrının sola ya da sağa yalpalamasıydı. Sol göstererek sağ vurmasıydı. Sol ile sağın hesaplaşmasıydı. Bir iç kavganın iğnelerle yapılan kavgasıydı. Aslında sol tarafın kaldıramayacağı bir algının sağ taraftan hıncını çıkarmasıydı… Yani doğduğu anda mayalanan bir insanın tökezleye tökezleye geldiği noktaydı… Yaşanılan herşeyin bir anlamı olmalıydı. Her işaretin, her ağrının, her sızının, her hastalığın… Belki de söylenmeyen kelimlerin birikip bir ur halini almasıydı…
Bana kalsa doktorun sağ tarafıma değil, sol yanıma teşhis koyması lazımdı. Git gide ağrıyan benim sol yanımdı. Bence, okuduğu, gördüğü, algıladığı şeylerin ağırlığını duyumsayan bir ağırlığın, bir ağrının tanısını koymalıydı. Tahlile verip, doğru ilacı da yazmalıydı.
Bana kalsa doktor yanlış yaptı. Ağırlığın ve acının yerini şaşırdı… Ultrasonların göremeyeceği şeyleri atladı. Ne elle bulunabilen bir urdu insanları hastalandıran ve de acıtan, ne de erken tanı ile tespit edilebilirdi insanın yüklendiği acılar. İyi huylu ya da kötü huylu birikintiler aslında tam da bizim yaşamdaki yerimizdi, bulunan… Doktor hatırlatmadı ama ben içimden en eski bildiğim şeye sarıldım…
“Sevdiğin müddetçe ve sevebildiğin kadar, sevdiğine herşeyini verdiğin müddetçe”diyen Nazım belirdi kafamda… Doktor sağ tarafımdan bir parça çıkarsa ve sonucunu beklese ne olacaktı? Solda insan olabilmenin ağrılarını, sancılarını, yumrularını hisseden birinin yüreğinin içindeki ağrıları, yumruları hangi gelişmiş teknoloji ile alacaktı? Doktorun odasından dersimi de alarak çıktım: “iyileştirebilmek” değilse ne olabilirdi insan olabilmenin, sevmenin anlamı? Kötüyü iyi yapamadıktan sonra neye yarardı ki insan(lığ)ın çabası?
————————————————————————————————————–
ÜRKÜNTÜ
EY İÇİMİN DEHLİZLERİNDE ÜREMİŞ ÜRKÜNTÜ
EY TİZ SESİNDE ANLAMINI KAYBETMİŞ ÇIĞLIK
TOKKEN AÇLIK
BEYNİMİN ODACIKLARINDA YAŞAYAN
TAKINTILI HASTALIK
O ESKİMİŞ NEMLENMİŞ KELİMELER
EY KAPALI KALMIŞLIK!
EY GECEMDE UÇUŞAN YARASALAR
ŞİİRLERİMİN KUSMUKLU, TÜKÜRÜKLÜ, SİYAHLI KADINI
SİYAH GİYSİLERİN MATEMİ ANDIRAN TEKRARI
EY MAKYAJI DÖKÜLMÜŞ YÜZÜN ONANMAZ YARASI
KORUNMA DUVARLARIMDAN DÖKÜLEN SIVA
EY İĞRETİ YAMA: TOPLUMSALLIK
BEDENİME SİNMİŞ DÖKÜNTÜ
EGZEMA, TIKSIRIK, ENFEKSİYON, ÖNEMSİZ BİR YIGIN AYRINTI
EN SIRADAN SÖZCÜKLERLE BÜNYEMDE OLUŞAN REAKSİYON
EY ANLAMSIZLIK
ŞARKISIZLIK AŞKSZILIK
YÜZLEŞMEYE GELDİM SENİNLE
CESURSAN ÇIK KARŞIMA
ÇIK ARTIK!
—————————————————————————————————————-
MAVİ GÖZLÜ DEV MASALI
Mavi Gözlü Dev, dağları aşıp geldi yanına…
“GEL” dedi “KELİMELERİN HÜZÜNBAZI
BİR MASAL ANLATACAĞIM SANA…”
Kız, korku ile baktı ve sözünü kesti devin:
“BİR VARMIŞLAR ÜLKESİNDE YOK OLURMUŞ HEP AŞKLAR…”
Gülümsedi dev mavi bir cümle ile ve ekledi:
“ÖLÜMSÜZ SEVGİLER ÜLKESİNDE BİR VARMIŞ,
HEP VARMIŞ DİYEREK SÜREGELİR MASALLAR…”
Boğazı yanmıştı kızın hüzünbaz kelimelerden
“SANA SONSUZLUK PINARINDAN SU GETİRDİM”,
dedi dev ateşten gözleriyle…
Uçsuz bucaksız okyanusunu döktü
Su niyetine kızın yüreğine
Kelimelerin Hüzünbazı kayalardan daha sert gözleriyle
baktı devin yüzüne
Geldiği yolların yorgunlukları vardı mavi gözlerinde
Çelikten elleri uzandı kızın alevden saçlarına
Canı yandı ama sarıldı korkularından büyük sevdasına
Kızın kayadan sert gözleri
Eridi Devin sıcaklığında
Mavi gözlü dev kordan yakıcı nefesini
Hapsetti kelimelerin hüzünbazına
Volkanlar patladı dokunurken kızın dudaklarına
“AL” dedi “SONSUZLUĞU VAADEDİYORUM SANA”
Dağlar yol verdi, gökyüzü serenat yaptı aşklarına
Korku ile baktı kız mavi gözlü devine
Bir varmış…??? tan sonrası
diye sormaya yeltenirken
Sözünü kesti kızın dev
Mühürledi dudaklarını sevgisiyle
Anladı kelimelerin hüzünbazı
Dev gibi seviyordu onu dev
Al dedi mavi gözlü dev “kalbim” senindir
Sonsuza kadar sakla
Ve masallarına
“HEP VARMIŞ” diyerek başla…