Sürekli sevilmediğini hissetmekten o denli yorulmuştu ki Mavi, bir gün benim için sevgi ne diye sordu kendine! Diğer insanlardan onu farklı kılan, sevilmesine engel olan neydi?
Ne görmeyi bekliyordu ki karşı taraftan, sevildiğine ikna olabilmesi için? Ne yapılsa, nasıl bir ilgi görse kendisini seviliyormuş gibi hissedecekti? Kağıdı kalemi eline aldı ve karalamaya başladı: ‘ Benim için sevgi;
- Düşünülmek
- Duyulmak
- Üzmemeye çalışmak
- Merak edilmek
- Umursanmak
- Söylenenlerin akılda tutulması
- Sürpriz yapılması
- Hoşlanmadığı şeyleri yapmamak
- Hatırlanmak ‘ ve daha bir sürü şey sıraladı…
Upuzun bir liste oluşturdu. Sonra listeye uzun uzun baktı… Hayatında kendine bunları sunan insanlar vardı. Hayatında bunları kendine zaman zaman sunan insanlar vardı. Ama bu listeye bakıp üzerinde düşünene dek, ona bunları sunmayanlara o denli odaklanmıştı ki; hiç bu kişilerin farkında olmamıştı. O kadar büyük bir inançla bağlı idi ki sevilmeyeceğine, sürekli sevilmeyeceğine dair kanıtlar toplayarak yaşıyor ve ne denli değersiz olduğuna dair sanki kendi içinde kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu. ‘Ne acı’ dedi; ‘Kaç kişinin hakkını yemiş, sevgisini, emeğini yoksaymışım meğer’. Ve bir uyanış yaşadı. ‘Peki ya kendimin?’ dedi bir ses içinden. ‘Bana sunulanı almayarak, sevgiyi kalıplara sığdırarak, kendi değerimi başkalarının davranışlarına bağlı kılarak en büyük haksızlığı kendime yapmış olmuyor muydum?’ 35li yaşlarına girerken yaşadığı bu farkındalık, bunca yıl nasıl bu denli kör olabildiği noktasında Mavi’yi epeyce üzmüştü. Başkaları değil, kendinin kendisini sevmemesi nedeni ile pek çok olabilecek ilişkiyi oldurmamış, pek çok dostluğu bitirmiş, insanlarla arasına koca duvarlar dikmiş, kendisini hep farklı hissedip ötekileştirmişti. Yıllarca değersizliğine kanıt ararken hep alıngan davranmış, gergin ve herkesi tersleyen, sürekli savunmada yaşayan birine dönüşmüştü… Yeterince sevilip, değer görmediği için yalnız kaldığını düşünürken, aslında kendini yalnız bırakan kendisi idi. Ama sevmeyi bilmeyenlerden sevgi almak için inatlaşarak, ama kendini sevilmeye değer bulmayıp kendisine sunulan sevgiyi görmeyerek yapıyordu bunu…
Koca bir iç çekerek yatağına uzandı. Listeyi yatağın kenarına bıraktı ve düşünmeye devam etti. Karşı taraftan görmeyi beklediklerini kendisi karşı tarafa ne kadar sunabiliyordu peki? Bunca değersizlik içinde savaşırken, karşı tarafın ihtiyaçlarını gerçek anlamda görüp, empati yapabiliyor muydu? Yoksa kendi içinde sürekli insanları farkında olmadan sınavlara sokuyor ve kendi içinde kendine değerini kanıtlamaya mı çalışıyordu? Yoksa insanlara ihtiyacı olandan fazlasını verip, farkında olmadan kendilerini yetersiz, borçlu hissetmelerine mi neden oluyordu. İnsanları sevgi, ilgi, hediye vb bombardımanına tutarken onların bunun karşısında nasıl hissedebileceğini düşünüyor muydu mesela? Ya bu onlara sevildiklerini hissettiren bir şey değil de, sorumluluk yükleyen, borçlu hissettiren bir şeyseydi?
Kafası iyice karıştı. Ancak artık bildiği bir şey vardı. Sevgi kalıplara, etiketlere sığdırılamazdı. Sevgi ölçülemezdi. Ve değersiz, sevilmeye layık biri olması için bir sebebi yoktu. O az önce dünyaya gelen herhangi küçük bir çocuğun büyümüş hali idi. O çocuğa yaşatılanların sorumlusu olamazdı. O çocuğa ne yaşatılırsa yaşatılsın o çocuk her zaman değerli olacak ve sevilmeyi hak edecekti.
Peki sevilip sevilmeme konusuna neden bu kadar takılmıştı? Evet her insan sevilmek, değerli hissettirilmek, görülmek vb isterdi. Bu insan olmanın doğasında mevcuttu. Ama bu konu artık hayatının merkezine oturmuş ve hissettiği değersizlik hissi ile kendi olmaktan çıkmıştı. İnsanlara sınır koyamıyordu, sevilmeme korkusu ile hayır diyemiyordu. Her zaman önceliği başkalarının ihtiyaçlarına veriyordu. İstemese, doğru bulmasa bile çeşitli senaryoların içinde yer alıyordu. Kendisine yapılan haksızlığa dışlanırım, sevilmem korkusu ile ses çıkaramıyordu. Ve günün sonunda artık kendini sevmeyi geçmiş kendine saygısı olmayan, nereye çekilse oraya savrulan biri haline gelmişti.
Peki sevilmek neden bu kadar önemli idi ki Mavi için? Cevap çok açık ve netti aslında: Kendini sevmediği için. Kendini sevse idi, sevilmeye değer olduğunu, değersiz olmadığını kimseye kanıtlamaya ihtiyacı olmayacaktı. Ancak kendini sevip değer vermediği için hep bir başkasının onayına, ya da ona sunulana ihtiyaç duyuyordu.
Ve sen: Hiç unutmamanı dilerim; sen az önce doğan o küçük bebeklerden sadece bir tanesisin. Ve o bebek ne kadar değerli ise sen de onun kadar değerlisin. Ne daha az ne daha çok. Her insan kadar, her canlı kadar… Sevgiyle…