Bir süre önce ansızın, Rum liderliğinin aklına geldi ki Kuzey’deki Türk halkının da AB’de hem “hak ve hukuku” vardır hem de iki sandalyesi! “Bizim siyasi çevrelere” bakarsanız bunun nedeni AB’nin Rum Yönetimi üzerindeki baskılarıymış… Daha da ileri giderek diyorlar ki “artık AB Güney’in şirretliğinden usanmış bıkmış, uzlaşmaz tutumunu tasvip etmemektedir…
Hiç sanmıyoruz! Ortak metin konusunda Rum tarafına cesaret veren AB’nin ilgili çevreleri Parlamentosundaki Türk halkına ait boşta kalmış iki sandalyenin gailesine düşmez! Ne de Güney’i sıkıştıracak siyasi rota değişikliğine gider… Buna karşın “tutun ki yanılıyoruz ve de gerçekten artık Rum liderliği AB’deki Türk halkına ait iki sandalyenin boş kalmasını istememektir dolayısıyle güney’e baskı yapmaktadır… KOOP OLAYI BENZERİ GELİŞME: Önce hatırlatalım: Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Kuzey’e yönelik ne kadar iyi niyet gösterisi varsa hepsi de kendi siyasi çıkarını gözetmek içindir… AB Parlamentosunda Kıbrıs’a ait altı sandalyeden ikisinin Türk halkına ait olduğunu da şimdi fark etmedi? Tam da “ortak metin” konusunun tavan yaptığı bir sırada getirdi olayı gündeme! Ki o ortak metin Rum’un adadaki tek egemenliğini çakmaktadır…
Nitekim önerisi şudur: Rum liderliği diyor ki “Gelin siz de AB Parlamento seçimlerine katılın.” Ancak: Bu seçme ve seçilme hakkına Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğine sahip olanlar katılabileceklerdir! Sandıklar ise ara bölgeye yakın Rum yerleşim yörelerindeki okullarda kurulacak, 95 bin Türk seçmen buralarda oylarını kullanabileceklerdir!
Rum Yönetimi’nin bu iyi niyet gösterisi ile akla getirdiği, “Kuzey’i tanımıyoruz ama bizi tanıdıkları için kimlik ve pasaportumuzu alan Türk vatandaşlarımızı AB Parlamento seçimlerinden yoksun bırakmak istemeyiz! Bunun için de seçim bölgeleri oluşturduk, buyurun GKRY’nin bu lütfundan yararlanın… Hem AB’li olun hem de birleşik Kıbrıs idealine katkıda bulunun…”
YAZIK: Mesela ben GKRY’nin Güney Kıbrıs kimlik ve pasaportuna sahip olmadığım için oyumu kullanamayacağım! AB Parlamentosu’na göndereceğim parlamenterimi seçemeyeceğim. Buna karşılık Rum kimliği olanlar bu siyasi iradelerini kullanabilecekler! Olay bu kadar basit! Aynen Koop hikâyesinde olduğu gibi! “Futbolumuzu dünyaya açacağız” hayallerinde FIFA ile UEFA’ya değil, Rum Futbol Federasyonu’na federe futbol takımları olarak duhul eyledik! Yani öncelikle Rum’un himmetine sığındık ki sayesinde dünyalı olalım…
AB parlamentosundaki iki sandalyeye sahipliğimiz konusu da farklı değil. “Tanıyın Kıbrıs Cumhuriyetini, oturun sandalyelerinize…”
Kısaca Rum ne yaptı etti Kıbrıs Türk halkını Koop olayında olduğu gibi “kendi tabası olanlarla olmayanlar” siyasetinde ikiye ayırmayı başardı! Mübarekimiz olsun!
**********
DP’DE BAŞKANLIĞI “POLİTİKACI” KİMLİĞİ GÜÇLÜ OLAN KAZANDI
DP Kurultayı bir kez daha göstermiştir ki “siyasi partiler” bünyelerinde “politikacılar” ayrı kategoridedirler, “partilerine akıl ve becerileri” ile katkıda bulunanlar ayrı saflardadır…
Uzatmadan yazalım. DP’li Bengü Şonya’yı hem DP içindeki eforu hem de medyada yansıyan “görüşleri” nedeniyle takdir edenlerdenim… Tutun ki şimdilerin popüler ifadesiyle “akil adamdır.” Hatta parti başkanı S. Denktaş’ı bile DP içinde çekip yönlendirecek, stratejisini saptayacak kabiliyettedir…
Ancak Şonya mesela Serdar Denktaş gibi “politikacı” değildir… O ayrı bir zanaattır. Ki çok da “akil” olmayı gerektirmez. Halkla ilişkilerden türlü çeşitli “politika versiyonlarını” yapabilmek üzerine kurulu bir özelliği gerektirir…
KURULTAY SONUÇLARI: Mesela DP’yi Çamurdan ben çıkardım” diyebilecek kadar kendini partisi ile yoğrulmuş hisseden Şonya S. Denktaş’ın aldığı 1151 oya karşılık sadece 204 oy alabildi…
Denecek ki “pöö, bilmediğin ne oyunlar döndü, neler yapıldı, falan…” Olay da budur zaten. O yapılanlara “politika” derler… Herkes yapamaz! Aklı ve parti içindeki niteliği ile Şonya bile olsa! Buna karşın mesela benim gibi “seçim sonrası eğer Şonya kaybederse DP de yerinden oynar” gibilerinden ahkâm kesenler zannedersem yanıldılar… Bengü Şonya bekleneni yaptı. Ve her “akil insanın” yaptığınca, kaybetmesini, “partisini zor durumlara” düşürecek fevri bir davranış haline getirmedi. Aksine “birlik beraberlik” dedi. Galiba her siyasi partimize gerekli olan da budur…”
**********
İÇİMİZ DIŞIMIZ KANSEROJEN MADDELERLE DOLDU
Her sabah gözlerinizin içine “zehirli gıda maddelerini, kanser vakalarını” soktuğu için Havadis Gazetesi’ne kızabilirsiniz…
Nitekim ben de kızıyorum. İstiyorum ki sabah aldım mı elime gazeteleri gözlerime nurlar dolsun… Mesela akaryakıtın elektriğin yarı yarıya ucuzladığını okuyayım… Trafikte kazasız belasız bir gün geçirildiğini göreyim… Bu yıl kuraklığın olmayacağını müjdeleyen haberlere elleyeyim… Kıbrıs sorununun çözüm aşamasına geldiğinin son görüşme belgelerini okuyayım…
Oysa hayat kendi kaderimizi tayin etme iradesine sahip olmamıza karşın “istediğimiz gibi” devam etmiyor… Çünkü “hayatımıza egemen” değiliz… İşte kanserojen gıdalar olayı:
KANSER KIRIP GEÇİRİYOR: Dün Havadis gazetesi yine mertek gibi manşetle ulaştıydı okuyucularına: “500 Yeni Kanser” diyordu. “Çevresel faktörler, sigara kullanımı, güvensiz gıda tüketimi 2013 kayıtlarına göre 500 yeni kanser vakası daha yaratmış…
Nüfusumuza çok! Üstelik genç yaşlı da dinlemiyor. Pazar günkü yazımda vardı. Rahmetlik Suna Atun meme kanseriydi. Uzun tedaviler sonunda kanseri yenmişti. Derken uzunca sayılacak bir süre sonra hastalık nüksetti ki yapılacak tek şey ölümünü beklemekti… Ve en verimli çağında daha yıllar yılı eserleri ile KKTC’ye katkıda bulunacağı bir sırada ölüverdi…
İnsanın öleceğini bilmesi kadar korkunç bir “işkence” olamaz! Kanser hastaları bu işkence ile ölüyorlar. Düşünmesi bile insanın kanını dondurur!
Buna karşın ne kanserojen içerikli sebze meyveler olayı bitti ne yiyecek içeceklerde yaşanan hijyen olayları bitti… Kıbrıs Türk halkı dört bir yandan “tarım ilaçları” ile sarmalanmış. Ne diyelim? Allah beterinden saklasın…
**********
POLİS GENEL MÜDÜRÜ HÂLÂ VEKÂLETEN
Desek ki “neden memleketin Cumhurbaşkanı ile Başbakanı Emniyet Genel Müdürlüğü terfiinde uzlaşıya varamadılar?”
İnanın ki binlercesi ile “varmalı mıydılar” cevabına karşılık sadece üç tane de “hiç de hoş olmuyor” deyişi işitirsiniz! Bu memlekette sürtüşmeler o kadar rutin ve olağan “kurallar” haline getirildiler! Nitekim Polis Genel Müdürü terfii de bu “sürtüşmeden” nasibini alıyor. OYSA: artık bu olayın “CTP’li yahut UBP’li yanı kalmamalı çünkü CTP ağırlıklı mevcut Hükümet bundan sonra asla ve kata “partizanlık” yapılmayacağını atamaların sınavlarla olageleceğini söylüyor. Nitekim 360 geçiciyi işten durdurup “işte sınav, katılın, kazanırsanız hakkınızı alırsınız” denmiştir.
PEKALA: “Hakkaniyete ve kanunlara dönüşün” söz konusu olduğu böylesi bir reformist anlayış öne çıkarken, neden Polis Genel Müdürü Başbakan Yorgancıoğlu ile Cumhurbaşkanı Eroğlu arasında “inada muratta” tartışma konusu yapılmaktadır? Ki ne Şenay Kebapçı’nın ne de Pervin Gürler’in sınavlara falan katılmaları söz konusu değil, terfileri üçlü kararnameden geçecek…
O zaman “ölçü ile değerlendirme ne olacak?” Başbakanın adayı Kebapçı Eroğlu’nun adayı Gürler… Yazı tura mı atacaklar? Polis Genel Müdürü aylardır vekaletle idare ediliyor!
O ZAMAN DOĞRUYA DOĞRU DİYORUZ: Ve Eroğlu’nun hakkını veriyoruz. Diyor ki Eroğlu, “eğer sıra bozulursa disiplin de bozulur…” Pervin Gürler’in sırası ise görev onundur… Bir kez o sırayı delerseniz ileride alttan yukarı doğru “Başbakanların yahut Cumhurbaşkanlarının adamları” dayatmaları başladıkta, bu tip üst kademe terfilerindeki çatışmaları önlemek mümkün olmaz.
Nitekim yeni Kamu Görevlileri Yasa tasarısına da “gerekirse alt sıralardan liyakatli görevliler, sıra beklemeden üst kademelerde görevlendirilirler” gibilerinden bir madde konmuştur ki emekliliğine an kalan ve son bir terfi bekleyen insanların bir ömür çalışmalarını harcayıp haklarını yemek sonucunu doğuracak haksızlıkta!”
Tabii ki liyakat önemlidir. Fakat üst kademedeki görevlinin liyakatine karşın “benim partilim, benim adamım” denilerek alt kademelerdeki bir görevlinin atamalarla “üstüne çıkartılması” sadece kamu görevlileri hiyarerşisini darmaduman etmez, vicdanları da sızlatır! Tutun ki Polis Genel Müdürü olma sırası kiminse, hak da onun olmalıdır…