Romanya İzlenimleri - 7 Dönüş yolunda - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

Romanya İzlenimleri – 7 Dönüş yolunda

Artık Romanya’dan ayrılma zamanı. Ama ayrılmadan önce dikkatimi çeken bir eksikliği dile getirmek istiyorum. Bükreş’te Romanya’nın ünlü isimleri çeşitli vesilelerle taltif ediliyorlar. Georghe Hagi ve Nadia Comaneci isimlerine bile rastlamak mümkün. Hagi adını bilmeyen yok gibi. Ama genç kuşakların Comaneci adını anımsayabileceklerini sanmıyorum. Comaneci 1970’lerin ve 80’lerin en önemli kadın cimnastikçisi idi. Üç Olimpiyat altın madalya sahibi ve olimpiyatlarda jimnastik dalında tam not alan ilk kadın atletti.
Buna karşılık Angela Gheorghiu’nun adına hiçbir yerde rastlamadım. Angela Gheorghiu (Ancela Georgiu) son 20 yılın en çok aranan sopranosudur. Covent Garden, New York Metropolitan Operası, La Scala, Viyana Devlet Operası gibi üst düzey opera evlerinin paylaşamadıkları biridir. Denebilir ki günümüzde sahnede rol alan en büyük birkaç sopranodan biridir. (Tahtına göz diken adaylar, belki de, Rus Anna Netrebko ve Alman Diana Damrau’dur.) Ola ki bir yerlerde vardır da benim gözümden kaçmıştır. Böyle bir değer herhalde es geçilmez.   
Formaliteleri tamamlayıp zamanında uçağa girip yerleştik. Uçağa zamanında girmek, uçağın zamanında havalanacağı anlamına gelmiyor. Kalkış saati geldi geçti, hiçbir hareket yok. Soğutma sistemi çalışmadığı için insanlar tayfalmaya başladı. Bu arada homurtular arttı. Birileri yüksek sesle şöyle diyordu: “Ben bu işleri bilirim. İstanbul hava trafiği yoğun olduğu için havalanmıyor. Orada tur atıp benzin harcamasın diye bize eziyet çektiriyorlar”.
Ben bu işlerden anlamam ama anlayamadığım bir husus daha var: Niye bizi insan yerine koyup bilgi vermiyorlar? İnsan, yalan da olsa, bir şeyler söyler de yolcuları rahatlatır. Hayır, çıt yok.
11 Eylül olaylarından birkaç yıl sonra bir Amerika seyahatimiz olmuştu. Amerikalılar terörizm çılgınlığına yakalanmışlardı. Kime baksalar karşılarında terörist görüyorlardı. Uçak alanlarından birinde şöyle ir yazı görmüştüm: “Terörizm şakası yapmak yasaktır”. Cezası da bilmem kaç dolarmış. Başka bir ülkede olsa yer yerinden oynar ama Amerikalılar yapınca her taraf süt liman.
Uçağımız Atlanta’da durmuş, biz yolcular da uçakta bekliyoruz. Birden bir anons yapıldı: “Güvenlik nedeniyle biraz gecikeceğiz. Özür dileriz”. Bize yolcu güvenliğinin ne denli önemli olduğunu vurgulamayı da ihmal etmedi. Bu anons her beş-on dakikada tekrarlandı. En sonunda güvenliği tehdit eden tehlikenin geçtiğini ve 10 dakika içinde hareket edebileceğimiz söylendi.
Camın kenarında oturmuş kitabımı okuyordum. Birden beyaz bir van arabanın uçağa yaklaştığını fark ettim. Ne olduğunu anlamak için dikkatlice baktım. Arabanın üzerinde “Catering” yazıyordu. Ve anladım ki bizim uçak, sandviçlerin gelmesini bekliyormuş. Belli ki pilot yalan söylüyordu. Gene de yolcular rahattı ve kimse homurdanmıyordu.
Sabiha Gökçen’de birkaç saat bekledikten sonra Ercan’a gelmek üzere uçağa bindik. Bekle babam, bekle. Kalkış saatinden bir saat sonra nihayet anons yapıldı: “Trafik çok yoğun. 12. sıradayız. Sıramız gelince kalkacağız”. Bir yarım saat daha bekledik. Bu arada bizim hanım fenalık geçirdi.
Ercan’a geldik. Oh be, bu işkenceden kurtulduk diye içimiz rahatladı. Bavulları almaya gittik. Bam güm bavullar atılıyor, bizimkiler yok. Yıllardır seyahat ediyorum, başıma böylesi gelmemişti. Ne yapmak lâzım? Karşıki ofise gidip bildirmek gerekirmiş.
Karşıki ofise gittim. Orada birkaç kişi daha vardı. Hepsi de öfkeli. Genç bir delikanlı burnundan soluyarak “Çocuğumun üstüne yemin ederim ki bu hava yollarına bir daha binmem” diyordu. Orta yaşlı bir Rus kadın, tiz bir sesle derdini anlatmaya çalışıyordu. Bilmem hangi otele gidecekmiş, birkaç gün sonra da Antalya’ya gidecekmiş. İç çamaşırı bile yokmuş. Bavulsuz ne yapacakmış. Bir söyledi, iki söyledi, üç söyledi, nihayet dayanamadım, boşuna nefes tükettiğini söyledim çünkü kendisini kimse anlamıyordu.             
Oradan uzaklaştı. Biraz sonra bir delikanlı ile döndü. Yüksek sesle aynı şeyleri tekrarladı. Yanındaki delikanlı söylenenleri Türkçe’ye çevirdi. Oradaki memurlar kendisini teskin ettiler. Gelir gelmez bavulu otele göndereceklermiş.
Bir kenarda herkes işini bitirsin diye bekledim. Sıra bana gelince ifade vermeye başladım. Adresler, telefon numaraları yazıldı. Bavulun içinde olanlar not edildi. Bir sürü soru. Anahtarlar teslim edildi. Bavul gelirse ilgili adrese göndereceklermiş.
Birkaç gün bekledik. Ne gelen var ne giden. Telefon ettik. Bavullar gelmiş ama ne zaman gönderecekleri belli değilmiş. Arabaya atladım, uçak alanına gittim. Polislere derdimizi anlattık ve içeri girmemize izin verildi.
Bavul anahtarlarını aldım ve bavulları almak için depoya gittik. Deponun anahtarı gümrükte. Gümrüğe gittik. Ben kapıda durdum, ilgili memur girip durumu anlattı. Bir memur öfkeli bir sesle henüz geldiğini ve biraz beklemesi gerektiğini söyledi. İçinde yemek olduğunu tahmin ettiğim bir naylon poşeti itina ile bir rafa yerleştirdi. Arka kapıdan geçip kayıplara karıştı. Epey bekledik. Sonunda orada bir şeyler yazmakta olan bir memur, giden meslektaşının gelmeyeceğini fark etti, bir anahtar alıp kapıya yöneldi. Tam o sırada müdür olduğunu tahmin ettiğim uzun boylu biri geldi. Ne var diye sordu. Durum kendisine anlatılınca “Hadi bakayım. Kapıyı hemen  aç. İnsanları bekletmiyelim” dedi. Güler misin, ağlar mısın?
Depo tavana kadar bavul dolu. Epey aradıktan sonra bavulları bulduk. Tekrar gümrüğe gittik. Genç bir kadın açılan bavulları yokladı ve bir başka memura “Zati eşya” diye not ettirdi. Artık bavulları alıp evin yolunu tutabilirdim.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar