Bayramları karşılarken, “yarın arife öbür gün bayram” derdik.. Hatırlarım da çok sevinirdik.. Yoksa çok mu çocuktuk, henüz tanımadığımızdan mı hayatı?
Fakat çoktan sisler içinde kalmış o yılları düşündüğümde, babalarımızla analarımız saklamaya çalışsalar da duygularını, içten içe sevindiklerini hatırlarım. Çünkü bayramlar olağanüstü günlerdi. Yılda iki kez insanların hayatlarına karışır, sevindirirdi kısaca onları..
Yine öyle mi bilmiyorum. Çünkü ve artık bayramlarda zaten evlerinde kalan yok.. Ya dış ülkelere uçuyorlar fırsat bu fırsattır diye ya içteki tatil beldelerine gidiyorlar tabi tuzları kuru ise!
…Değiştik ki artık “ah o eski günler” demekten bile çekinir olduk.
Oysa işte o eskilerde bayramlara insanlar anlam katardı.. Şimdi insanlara bayramlar anlam katmakta!
Uzun lafa gerek yok. Nerde kaldıktı? “Bugün arife yarın bayram” derken titrerdik sevinçten.. Demek istediğimiz artık “titremiyoruz!”
***
CEMAAT idik toplum olduk. Rüştümüzün ispatına yetmese de sonra devlet olduk!..
Bizim sözünü ettiğimiz yıllar “cemaat” olduğumuz yıllardı.. (Fakat sanmayın ki hasretini çekmekteyim o yılların.. İnanın hasreti çekilecek özellikleri yoktu.. Yokluk ve meşakkatten gayrı..)
Bilir misiniz? 1954’lere kadar Türk halkı ya rençberdi tarlada ya işçiydi şunun bunun yanında yada limanda! Zaten iş yoktu ki!
Mesela Mağusa’da insanların çalışıp para kazanacağı liman olmasaydı ne kısa sürede “surlar içi” açılırdı iskâna ne Maraş oluşurdu. Önceleri nar sonra portakal bahçelerinden ibaret bir tarım alanı olarak kalırdı çok uzun yıllar.. Fakat o sahiller vardı ya.. Belki daha geç keşfedilirdi ama mutlaka bu turistik bölge yine oluşurdu!
Oysa İngiliz’in yaptığı limandır ki şimdilerde Türkçe adlarıyla Boğaziçi, Kuzucuk, Sandallar gibi köylerden işçiler taşınırdı bu limana..
Rumlar ise Mağusa Paralim, Derinya köylerinden gelirlerdi.. Bazıları surlar içinde kalırlar bazıları Mağusa’nın varoşu olmaya başlayan dolayısıyla “Varoşa” denilen bugünün Maraş’ını mesken tutarlardı.. İngiliz aileler de “Develimanı” yolunda ikamet ederlerdi…
***
HA! Yeri geldi yine yazayım. Öyle söylendiği gibi Türklerle Rumlar ne “kardeş kardeş” yaşarlardı ne dosttular birbirleriyle.
Ki o dönemlerde bugünkünden çok daha radikal ve keskin sınırlarıyla birbirinden ayrılmış iki din ve iki millet mefhumu vardı ki Türk’ün dilindeki Rum “gâvur” Rum’un dilindeki Türk ise “yörükki” ya da “barbar”dı!
Birlikte kahve bile içmezlerdi komşu evlerinde! Fakat birbirlerinin düğünlerine katılırlar, tebrik ederlerdi. Tıpkı “bizim bayramlarımızda onların bizi, onların bayramlarında bizim onları tebrik ettiğimiz gibi..
EVET doğruydu. Biz yıllarca Mağusa surlar içinde mesela onların Kiliselerindeki çan sesleriyle uyandıktı sabahlara.. Onlar da bizim ezan seslerimizle…
Birbirlerimize tahammüllüydük.. Fakat bu “tahammül” Türk ve Rum karakterlerimizde yansıyan “insanlık” anlayışlarımızdan dolayı değildi.. İngiliz sömürge idaresinin iki toplum arasında oluşturduğu tampon göreviyle cezai kanunlar nedeniyleydi.. Şöyle ki “kavga çatışma, vurma kırma olmamacasına! O kadar sertti ki kanunu müeyyideler İngilizin darağacında hemen her hafta bir kişi sallanırdı!
Ne var ki toplumlar bir başka “güç tarafından idare edilirlerken, ortak paydada o “güce” karşı birleşebilirlerdi elbet..
Ne İngilizdi ama o? Günü geldiğinde Rum’a Türk’ü, sırası geldiğinde Türk’e Rum’u kırdırırdı..
Eoka ile mücadelesi tipik ispatıdır.. Eokacı avına çıktığında Türk komandolarıyla polisini kullandıydı.. Eoka’yı bitirip Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yerini alırken de Rumdan yana arka çıktıydı!
Asırlarca ayrı gayrı köylerde yaşayan, ayni köylerde yaşarlarken bile mahalleleri ayrı gayrı olan Türklerle Rumları, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında ucube bir statüye bağlarken, Türkiye’yi de uyutarak resmen Rumlardan oluşan bir çoğunluk diktasını koyduydu Türk toplumunun başına! Ki sonrasında da kadersel ve kanlı trajedisiyle hâlâ devam eden o Rum diktasıdır!
NEREDEN nereye geldik! Bu gün arife yarın bayram dedik, gene geldik Güney’deki komşumuza..
Laf aramızda ama: Pek çok Türk genci gibi benim de “nostaljik” duygularımdaki ilk sevgilim, badem yeşili gözleri, altın sarısı uzun saçlarıyla bir Rum kızıydı..
Ne diyecektim efendim? Kuzey bize Güney de onlara yeter.. Zaten 44 yıldır da yetmektedir.. Dürtmeyin, kaşımayın, “birleştireceksiniz” diye dağıtmayın sonra, vallahi toplayıp toparlayamazsınız, Kuzey de gider!