Kendine ait parası olmadığından darphanesi de olmayan.. Emisyon yapamayan.. Hisse senetleri gibilerinden mali işlerden uzak.. Altını sadece kuyumcularda olan ülkede… Bankalar krizi yaşanır mıydı? Vallahi yaşandı! Hem de kaç kere! Nitekim:
GALİBA 2011 yıllarıydı. Hani şu Everest Bankası batmış ardından bazı Bankalar müşterilerinin mevduatlarını ödeyemeyecek duruma düşmüşlerdi.. Ki Mağusa’da da Akdeniz Bankası battıydı.
İşte o yılın olayın yaşandığı bir sabahında, dün ölümünün ardından adını andığım Türk Bankasının Mağusa şube müdürü olan rahmetlik Mustafa Erdem’le binanın ikinci katındaki odasında hem kahvelerimizi yudumluyor hem de söz konusu krizi konuşuyorduk.
SABAH sekize doğru baktım, Bankanın temizlik tertip, gel git işlerine bakan mutemedi (görevlisi) müdür odasının kapısını tıklatıp açmış, alı al moru mor şaşkın ve telaşlı kapıda öylece duruyor.
Biraz şaşkınlıkla “hayırdır” diyor Mustafa Erdem bir şey mi oldu? Adam tereddüt içinde “efendim” diyor “soracaktım, kapıları açayım mı?”
“E geç bile kaldın” diyor Erdem.. Adam yine ayni tereddüt ve şaşkınlıkla “ama çok kalabalık var” diyor..
VE HEM Mustafa’da hem bende jeton düşüyor. Mudiler Bankanın kapısına dayanmışlar! Çünkü bir gün önce “Türk Bankası da battı” gibilerinden bir haber çıkmıştı!
BEN “kalkıp gideyim” diyorum, “yok diyor Erdem kal ve olayı gör!” ***
GERÇEKTEN de Türk Bankasının 2. Katındaki Müdür odası kapısından başlayarak bankanın aşağıdaki giriş kapısına, oradan da yola sarkan kalabalık uzun bir kuyruk oluşturmuş bekleşiyorlar! Banka müdürü Mustafa Erdem’den mevduatlarını çekmeleri için alacakları “onay” için tabi!
ERDEM mutemedi yine çağırıyor. “Bak diyor kimseyi geri çevirme, bir bir yanıma gelsinler…”
VE belki elli altmış kişiyi aşmış mevduat sahiplerini başlıyor bir bir içeri almaya.
Her giren “mevduatını tümden hatta kuruşuna kadar çekmek istediğini” söylüyor.. Erdem “hay hay hemen” deyip bazen telefonla bazen görevli mutemetle aşağıda veznelere “falan kişiye filan kişiye tüm mevduatlarının ödenmesi talimatı veriyor… Bir yandan da kapısı açık odadan kuyrukta bekleyenleri gözlüyor.. SAYILARINI bilmem ama mevduat sahiplerinin hiç birine “neden paranı çekmek istiyorsun” diye soru sual etmeden “hay hay” diyerek onay verirken… Benim de oturduğum yerden izlediğimce kapıdaki müşteriler arasında bir kıpırdanma oluyor.. Bazıları fısıldaşıyor, bazıları seslerini işiteceğimizce “hani da banka battıydı be, işte paramızı veriyor” diyerek duraksıyorlar derken… Bir ucu yolda bir ucu bankanın ikinci katındaki müdür odasının kapısında kuyruk olmuş kalabalık gerisin geri dönüp gidiyor…
TÜM bunlar yarım içine sıkıştırılmış bir film karesi gibi başlayıp bitiyor!
Kapıda tek bir kişi bile kalmadığında Erdem geriye yaslanıp bana göz kırparken şöyle diyor. “Eğer mevduatlarını ödemek yerine kendileriyle pazarlığa kalkışsam yada biraz daha bekleyin falan diyerek ricalarda bulunmaya kalksaydım bizi de batıracaklardı!”
***
HANİ YILLAR yılıdır “basiretten” söz ediyorum ya.. Başarının anahtarıdır da ondan.. Ki söz konusu ülkeyi yönetmekse çok lazımdır! Yalnız basiretin sahibi olabilmek için “teenni” sahibi olmak da gerekir.. Şöyle ki eğer çok iyi düşündükten sonra karar vermek gerekecekse önce teenni sonra da basirete çok ihtiyacımız olacaktır..” ***
NE VAR Kİ işte KKTC’de gelip giden Hükümetlerde olmayan da bunlardır! Kim bilir hangi çıkar hesapları yada fantastik hayallerle kurgulanmış olayların içinde rastgele kürek çekerek her defasında kayalara toslamak da mukadderatları olmaktadır!
ZARARI sadece kendilerine olsa “aman ne iyi” diyecektik! Aksine kendileri yine ayakta kalırken, toplumda ne görecek göz bırakıyorlar sağlam ne tutacak el ne yürüyecek ayaklarda derman! “Devlet” dediklerini babalarının tarlası gibi sürüp alt üst ettikleri de cabası!
***
HÜKÜMET KRİZİYMİŞ! Kimin hangi hak ve salahiyetle bu toplumda hükümet krizi yaratmak hakkı ve hukuku olabilir ki? Kim Devletten daha büyüktür ki bekası ile oynasın! Yurttaşlarının yaşam haklarını, umutlarını, hayallerini tarumar etsin!
Demokratik sistemlerde böylesi “seçilmişlerin” halka yönelik bu zulümleri divanı harbe kadar gitmekle kalmaz sebep olanları kim olursa olsun yargılayıp hapsederler!
KKTC’de ise “hah hah ha, hih hih hi sanki Meclis babalarının mirasıymış gibi güle oynaya devlet yıkıp devlet kuruyorlar!
YANİ politika bu kadar mı çocuk oyuncağıdır!
***
NEYSE! Yukarıdaki son paragraf tutun ki doğaçlama oldu…
Son günlerde ne diyorduk sürekli? “Başlar ayak ayaklar baş oldu!”
OYSA öncesi bir yazımızda ilk kez telaffuz ederken “eğer bir ülkede başlar ayak, ayaklar baş olursa ciddi iş görmek mümkün değildir!..
Yani KKTC’e öyle bir karmaşanın modelini biçemiyorduk!
Fakat “mukadderat” işte! Parti başkanları dururken vekillerin hükümet kurduğu bir yönetsel karambole düştük! Ki sonrasında ne Anayasamız kaldı savunulacak ne seçme seçilme itibarımız! Sn. Ombudsmanın dikkatini çekerim..
***
PPEKİ BUNDAN sonra ne olacak? Ki artık yurttaşlar pahalılık nedeniyle yakınmaktan da vaz geçtiler! Yeter ki Allah millete devlete zeval vermesin!
Elimizde kala kala adına “yüce” dediğimiz bir Meclis kaldı, aman onu da yozlaştırmayalım diyoruz..
NE var ki “oldu” da gidiyor bile! Nitekim parti Başkanları Mecliste otururken vekiller “Başbakancılık” oynuyorlar!
Ki HP Başkanı Özersay durum vaziyetlere bakarken “ya milletvekilliğinden istifa etmeyi yada Meclisten çekilmeyi düşünüyormuş!”
MUFAFIKTIR diyeceğim ve ekleyeceğim:
(Sözün esası TC’li yazar Yalçın Küçük’e aittir. Ben sadece özel adları değiştirdim. Şöyle:)
CUMHURBAŞKANININ Tatar, Başbakanın vekil olduğu memlekette içimden ağlamak geçiyor ve ağlıyorum!”