KIBRIS’TA SON DURUM (FEDERAL Mİ KONFEDERAL SİSTEM Mİ?) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Köşe Yazarları

KIBRIS’TA SON DURUM (FEDERAL Mİ KONFEDERAL SİSTEM Mİ?)

     Türk ve Rum tarafları şu sıralarda   “Mülkiyet,”  “Yönetim” ve “Güç paylaşımı” konularını ele aldılar.  Birbirlerine öneriler verdiler.  Özellikle 1960 Üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki    “kamu görevlileri ve Kamu Görevlileri Komisyonu’nda”   Cumhuriyeti yıkmaya kadar götüren tartışmalarla usulsüzlüklerin olmaması için  zannedersek taraflar  özel bir çaba sarf ediyorlar. 
Bu tartışmalar sonucunda  ortaya Türk ve Rum tarafların birlikte oluşturacağı bir  “Merkezi  hükümet” şekli çıkacaktır.   Adı ne olursa olsun,   altının doldurulacağı  “esas başlık” da bu  olacaktır.     Bu nedenle bizim  “Merkez”  dediğimiz ve en tepede Cumhurbaşkanı,  belki  “yardımcısı,”  “Bakanları”  “Milletvekilleri,”  dolayısıyla  “yasama,  “Yürütme,”   “yargı  organları”  ile oluşacak   “Merkez”in bu oluşum şekli,  ayni zamanda  “Federasyon mu yoksa Konfederasyon” mu sorusuna cevap teşkil edecektir.  Çok kısaca:
FEDERASYON:  Eğer Cumhurbaşkanlığı dönüşümlü olmaz,  ötesi tüm  “Federal Yönetim Organları”  azınlık çoğunluk esasında şekillenirse   “Federasyon!
KONFEDERASYON:  Yok eğer Cumhurbaşkanlığı dönüşümlü olur,  ötesi tüm Federal Yönetim Organları siyasi eşitlik ilkesinde bire bir olarak şekillenirse Konfederal!..
Tabii hemen vurgulayalım:  Rum tarafına baktığımızda başından beri gördüğümüz ve açık seçik zaten ifade ettiklerince   Yine 1960 Anlaşmaları Kıbrıs Cumhuriyeti benzeri  “Üniter”  bir  yapı gözlüyorlar.  Bu da Federal Sistemi çağrıştırıyor ki  “nüfus ve mülklerin az ve çokluğu oranları”  hemen  her konuda hakim unsurlar olarak  “edilgen”  dolayısıyla   Rum’dan  yana “egemenliği”  çakmaktadır! 
Kabul edilebilir mi?  Eee, Annan Planı’nda kabul ettiydik!  “Bizimkiler” için hava hoş! Yeter ki “barışçı çözüm olsun!”  Ankara da bir el atar ve Annan planında olduğu gibi  “evet”  dedirtirse  bu sorun şıp diye çözülüverir!   Kısmet gayri!

HATIRLADIKLARIMLA  “CÜMLE CÜMLE” ŞEYH NAZIM KIBRISİ…  
Mağusa kapısından  İstiklal Caddesi’ne doğru şöyle yüz metre falan yürüdünüz mü sağ tarafta Afrodit sokağına çıkan bir yolla karşılaşırsınız.  O yolun tam köşesinde Rahmetli Fadıl Rıza’nın  içinde yok yok’un olmadığı dükkânı vardı. Tam karşısında  Sol’daki köşede ise  rahmetlik Berber İhsan’ın  dükkânı onun yanında da  (Eniştem)  Ali Eyüpoğlu’nun radyo tamirci dükkânı vardı.  Üstü de hanaydı. 
İşte Şeyh Nazım Efendi’yi  (o zamanlar öyle söylerdik)  O radyo tamir atölyesinde  tanıydım.  Yukarıda küçücük tek odalı hanay’da yatıyordu ki   ayni zamanda TMT döneminde Ankara ile direkt mesajlaşan Ali Eyup’un kullandığı bir de  gizli  “telsiz”  vardı.
Yıl 1958 yahut 59 olmalı.  Şeyh Nazım sırtında yeşil cübbesi, elinde asası,  kısacık boyu,  ak sakalları,  nurani yüzü  fakat  yuvalarında cin gibi  sürekli dönüp duran yeşile çalan gözleri ile zaman zaman o hanaydan iner avludan dükkâna girer ve başlardık yarenliğe…
Lise son sınıftım galiba.  Türlü çeşitli laflamalar arasında esprilerine kahkahalar atar,  kapının önünde durur  yoldan gelip geçen   kadınlara bakmasına takılırken,  “aman şeyh efendi ne yapıyorsun”  dedikçe,   sakalını bilmiş bilmiş sıvazlayarak,  “güzele bakmak sevaptır”  derdi…
Ali Enişte’min kardeşi rahmetlik Mehmet Eyup’la arkadaştım o yıllarda.  Şeyh Nazım Efendi Eyuplar’la akraba idi.  O hanay’da kalma nedeni de buydu zaten.  Sonra’dan Şeyh Nazım’ın Oğlu Mehmet Eyup’un kızını almış ,  dünür olmuşlardı…
NAZIM  EFENDİ NAKŞİBENDİ TARİKATI’NIN ÖNDE GELEN   ŞEYHLERİNDENDİ.  İstanbul’da  kimya fakültesinde okumuş,  sonra Şam’da medreselerde kendini dine imana vurmuştu.   O gençlik günlerimizde daha kendisini tanımadan Dr. Fazıl Küçük’le kavgalarını işitirdim.   Kimilerini Şeyh efendiye kimi insanlarımız da  Doktor’a hak verirlerdi.  Olay şuydu.  Şeyh efendi Kıbrıs’ta Hacca gidecek olanlar için o günlerin şartlarında tur düzenlerdi.  Doktor’a göre bu tip işler yobazlıktı,  para düzeniydi falan…  Bu çekişmeler yine çok iyi arkadaşım olan rahmetlik mimar Hüseyin Ateşin’in yayımladığı kitabında  teferruatlı şekilde vardır.  Hatta Ateş’in Doktor’un Halkın Sesi gazetesinde Şeyh efendinin  aleyhine yazdığı makalelerin büyük bölümünü de kitabına aktardıydı. 
1966’larda Bozkurt gazetesinde yazarken  Şeyh Nazım yine Mağusa’da  idi.  Hatırlayamadığım bir davadan yargılanıyordu,  davacının avukatı Ümit Süleyman’dı.  O dönemde Mağusa Rum saldırıları nedeniyle kalebent kalmıştı. Kasabaya Hakim tayin edemiyorlardı çünkü Rum milisleri ile  polisleri barikatlar kurmuşlar kuş uçurtmuyorlardı!  Dolayısıyla  iki avukat rahmetli   Ayhan Çiftçioğlu ile Osman Dağlı dönüşümlü olarak Hakimlik yapıyorlardı. Hemen yazayım.  Doğrusu çok da adildiler.         Söz konusu davaya da Çiftçioğlu bakıyordu ve Şeyh Nazım suçsuz bulunarak beraat ettiydi…  Ben de o davada Şeyh Nazım yanlısı olarak vardım.  Hem Haberlerini de  Bozkurt’a gönderdiydim.  (Mahkeme  Eski Rum okulu binasında idi…)
Ben 1959’larda Türkiye’ye gitmiştim. 1963’te döndüğümde Şeyh Nazım’la  yine ayni mekânlarda görüşmeye başlarken  kaldığımız yerden de  sohbetlerimize devam ettikti.   Bir ara Cuma’ları  camiye gitmekten vazgeçmiştim ki bana sürekli takılır,  yüzümü okşayarak,  “Eşref bey,  seni bu Cuma camide görmek isterim.  Neden gelmiyorsun,  yoksa yıkılacağından mı korkuyorsun”   diyerek tatlı sert espriler yapardı.  Benim de inandım tutar gitmezdim…  Hayret,  O yıllardan sonra  ne Cuma’ları ne de bayramlarda camiye hiç gitmedim!  
Şeyh Nazım  “Kıbrısi”  soyadını,  soyadı kanunu çıktıktan sonra aldıydı.  Tüm müritleri Nakşibendi tarikatına mensuptular. Liderleri Türkiye’de Mehmet Zahit Kotku idi.  Gerçekte Muhafazakâr Sağcı siyaset adamlarının çoğu da Nakşibendi tarikatına bağlıdırlar.  Mesela Erbakan,  Turgut Özal,  Tayyip Erdoğan gibi siyasetçiler hep Nakşibendi tarikatındandırlar  veya sempatizanıdırlar…   
Şeyh Nazım’ı Endonezya,  Malezya,  Uzak Doğu’daki  Müslüman ülkelerde de  ünlü yapan  zannedersem  dini bilgisinden çok  İngilizce konuşabilmesiydi.    Dolayısıyla,  devlet adamları hattan krallarla bile kolaylıkla iletişim kurar,  dini kisvesi ile harmanladığı görüşleri ile konuştuğu kişileri etkisi altına alırdı.  Rahmetli Denktaş’la da arası çok iyi idi.  Hatta bir ara Denktaş’ın yanında danışman  olan Doğan Harman için, “Şeyh efendinin müridi oldu” demişlerdi de   kıyametler kopmuştu,  önüne gelen Harman’ı tefe koyup çalışıyordu.  (Sanki Doğan Harman’ın çok umurundaydı!)  
KUBİLAY OLAYI. (Menemen Olayı)  Araya sıkıştırayım İzmir’e bağlı Menemen’de subayken öğretmenlik yapan  Kubilay’ı 1930 yılında  linç edenlerin Nakşibendi tarikatından oldukları söylenirdi ki dışarıdaki Şeyhleri uzun süre Türkiye’ye giremedilerdi.  Galiba Şeyh efendi de öğrencilik yıllarından sonra bu nedenle   ya Türkiye’ye çok az gitti yahut hiç gitmedi. 
NAKŞİBENDİLER’İN BAHAİLER’LE KAVGALARI:  Bahailik İran’da 1800’lerde baskı rejimine karşı oluşturulan bir tarikattır.  Mehdi tarafından kuruldu.  Tanrı’nın birliğine,  dinlerin tek temele dayandığına,  kadın erkek eşitliğine,  Eğitimin evrensel olduğuna,  serbest düşünceye falan inanırlar,  tüm tarikatların terk edilmesini savunup aşırı zenginlik ve yoksulluğa karşı çıkarlar…
Bahailik  1977’ler’den sonra yavaştan Kıbrıs’ta  yayılmaya başladıydı ki Nakşibendilerle kavgaya kadar varan olayları da tetiklediydi.  Bazı Nakşibendiler   “Bahai”  oldulardı.  Bu olaya müthiş içerleyenler tarikattan ayrılanları epey hırpaladılardı…
Nitekim geçtiğimiz gün Mağusa’da  Ölen Erol Hasan (Olkar) önceleri sıkı bir Nakşibendi iken sonradan Bahai olduğu için   en iyi arkadaşı Mehmet Eyup tarafından hırpalanmıştı…
ALLAH GANİ GANİ REHMET EYLESİN.  Eğer Şeyh Nazım Kıbrısi’nin cenazesini bekletip de gömselerdi inanın dış dünyadan uçaklar dolusu insanlar gelecekti.  Aralarında devlet adamları da olacaktı,  şeyhler,  hiç umulmadık ünlü kişiler de…
Fakat Nakşibendilik’te bir inanç vardır.  Ölen insan hiç bekletilmeden hemen gömülür,  Allah’ına kavuşur…
Lefke’ye taşınana dek yıllarca Mağusa’da konuşup sohbet ettiydik. Esprili adamdı. Karşısındakini inceden inceye sarardı ki bir ara “Mağusa’nın baykuş sesi”  olayında  “kıyamet kopacak,  habercisidir”  diyerek ahaliyi  işletmişti!            Ne zaman bir Mağusalı Lefke’deki  dergâhına uğrasa  “o Eşref bey ne yapar,  ne yapar”  dermiş.  Ve hep bana selamlarını yollardı.  Politikadan  uzak durdu.  Fakat milliyetçi adamdı.  Kıbrıslıydı Kıbrıs’ı hep sevdi.  Allah rahmet eylesin.  Ailesine baş sağlığı dilerim.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar