Türk ve Rum tarafları şu sıralarda “Mülkiyet,” “Yönetim” ve “Güç paylaşımı” konularını ele aldılar. Birbirlerine öneriler verdiler. Özellikle 1960 Üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki “kamu görevlileri ve Kamu Görevlileri Komisyonu’nda” Cumhuriyeti yıkmaya kadar götüren tartışmalarla usulsüzlüklerin olmaması için zannedersek taraflar özel bir çaba sarf ediyorlar.
Bu tartışmalar sonucunda ortaya Türk ve Rum tarafların birlikte oluşturacağı bir “Merkezi hükümet” şekli çıkacaktır. Adı ne olursa olsun, altının doldurulacağı “esas başlık” da bu olacaktır. Bu nedenle bizim “Merkez” dediğimiz ve en tepede Cumhurbaşkanı, belki “yardımcısı,” “Bakanları” “Milletvekilleri,” dolayısıyla “yasama, “Yürütme,” “yargı organları” ile oluşacak “Merkez”in bu oluşum şekli, ayni zamanda “Federasyon mu yoksa Konfederasyon” mu sorusuna cevap teşkil edecektir. Çok kısaca:
FEDERASYON: Eğer Cumhurbaşkanlığı dönüşümlü olmaz, ötesi tüm “Federal Yönetim Organları” azınlık çoğunluk esasında şekillenirse “Federasyon!
KONFEDERASYON: Yok eğer Cumhurbaşkanlığı dönüşümlü olur, ötesi tüm Federal Yönetim Organları siyasi eşitlik ilkesinde bire bir olarak şekillenirse Konfederal!..
Tabii hemen vurgulayalım: Rum tarafına baktığımızda başından beri gördüğümüz ve açık seçik zaten ifade ettiklerince Yine 1960 Anlaşmaları Kıbrıs Cumhuriyeti benzeri “Üniter” bir yapı gözlüyorlar. Bu da Federal Sistemi çağrıştırıyor ki “nüfus ve mülklerin az ve çokluğu oranları” hemen her konuda hakim unsurlar olarak “edilgen” dolayısıyla Rum’dan yana “egemenliği” çakmaktadır!
Kabul edilebilir mi? Eee, Annan Planı’nda kabul ettiydik! “Bizimkiler” için hava hoş! Yeter ki “barışçı çözüm olsun!” Ankara da bir el atar ve Annan planında olduğu gibi “evet” dedirtirse bu sorun şıp diye çözülüverir! Kısmet gayri!
HATIRLADIKLARIMLA “CÜMLE CÜMLE” ŞEYH NAZIM KIBRISİ…
Mağusa kapısından İstiklal Caddesi’ne doğru şöyle yüz metre falan yürüdünüz mü sağ tarafta Afrodit sokağına çıkan bir yolla karşılaşırsınız. O yolun tam köşesinde Rahmetli Fadıl Rıza’nın içinde yok yok’un olmadığı dükkânı vardı. Tam karşısında Sol’daki köşede ise rahmetlik Berber İhsan’ın dükkânı onun yanında da (Eniştem) Ali Eyüpoğlu’nun radyo tamirci dükkânı vardı. Üstü de hanaydı.
İşte Şeyh Nazım Efendi’yi (o zamanlar öyle söylerdik) O radyo tamir atölyesinde tanıydım. Yukarıda küçücük tek odalı hanay’da yatıyordu ki ayni zamanda TMT döneminde Ankara ile direkt mesajlaşan Ali Eyup’un kullandığı bir de gizli “telsiz” vardı.
Yıl 1958 yahut 59 olmalı. Şeyh Nazım sırtında yeşil cübbesi, elinde asası, kısacık boyu, ak sakalları, nurani yüzü fakat yuvalarında cin gibi sürekli dönüp duran yeşile çalan gözleri ile zaman zaman o hanaydan iner avludan dükkâna girer ve başlardık yarenliğe…
Lise son sınıftım galiba. Türlü çeşitli laflamalar arasında esprilerine kahkahalar atar, kapının önünde durur yoldan gelip geçen kadınlara bakmasına takılırken, “aman şeyh efendi ne yapıyorsun” dedikçe, sakalını bilmiş bilmiş sıvazlayarak, “güzele bakmak sevaptır” derdi…
Ali Enişte’min kardeşi rahmetlik Mehmet Eyup’la arkadaştım o yıllarda. Şeyh Nazım Efendi Eyuplar’la akraba idi. O hanay’da kalma nedeni de buydu zaten. Sonra’dan Şeyh Nazım’ın Oğlu Mehmet Eyup’un kızını almış , dünür olmuşlardı…
NAZIM EFENDİ NAKŞİBENDİ TARİKATI’NIN ÖNDE GELEN ŞEYHLERİNDENDİ. İstanbul’da kimya fakültesinde okumuş, sonra Şam’da medreselerde kendini dine imana vurmuştu. O gençlik günlerimizde daha kendisini tanımadan Dr. Fazıl Küçük’le kavgalarını işitirdim. Kimilerini Şeyh efendiye kimi insanlarımız da Doktor’a hak verirlerdi. Olay şuydu. Şeyh efendi Kıbrıs’ta Hacca gidecek olanlar için o günlerin şartlarında tur düzenlerdi. Doktor’a göre bu tip işler yobazlıktı, para düzeniydi falan… Bu çekişmeler yine çok iyi arkadaşım olan rahmetlik mimar Hüseyin Ateşin’in yayımladığı kitabında teferruatlı şekilde vardır. Hatta Ateş’in Doktor’un Halkın Sesi gazetesinde Şeyh efendinin aleyhine yazdığı makalelerin büyük bölümünü de kitabına aktardıydı.
1966’larda Bozkurt gazetesinde yazarken Şeyh Nazım yine Mağusa’da idi. Hatırlayamadığım bir davadan yargılanıyordu, davacının avukatı Ümit Süleyman’dı. O dönemde Mağusa Rum saldırıları nedeniyle kalebent kalmıştı. Kasabaya Hakim tayin edemiyorlardı çünkü Rum milisleri ile polisleri barikatlar kurmuşlar kuş uçurtmuyorlardı! Dolayısıyla iki avukat rahmetli Ayhan Çiftçioğlu ile Osman Dağlı dönüşümlü olarak Hakimlik yapıyorlardı. Hemen yazayım. Doğrusu çok da adildiler. Söz konusu davaya da Çiftçioğlu bakıyordu ve Şeyh Nazım suçsuz bulunarak beraat ettiydi… Ben de o davada Şeyh Nazım yanlısı olarak vardım. Hem Haberlerini de Bozkurt’a gönderdiydim. (Mahkeme Eski Rum okulu binasında idi…)
Ben 1959’larda Türkiye’ye gitmiştim. 1963’te döndüğümde Şeyh Nazım’la yine ayni mekânlarda görüşmeye başlarken kaldığımız yerden de sohbetlerimize devam ettikti. Bir ara Cuma’ları camiye gitmekten vazgeçmiştim ki bana sürekli takılır, yüzümü okşayarak, “Eşref bey, seni bu Cuma camide görmek isterim. Neden gelmiyorsun, yoksa yıkılacağından mı korkuyorsun” diyerek tatlı sert espriler yapardı. Benim de inandım tutar gitmezdim… Hayret, O yıllardan sonra ne Cuma’ları ne de bayramlarda camiye hiç gitmedim!
Şeyh Nazım “Kıbrısi” soyadını, soyadı kanunu çıktıktan sonra aldıydı. Tüm müritleri Nakşibendi tarikatına mensuptular. Liderleri Türkiye’de Mehmet Zahit Kotku idi. Gerçekte Muhafazakâr Sağcı siyaset adamlarının çoğu da Nakşibendi tarikatına bağlıdırlar. Mesela Erbakan, Turgut Özal, Tayyip Erdoğan gibi siyasetçiler hep Nakşibendi tarikatındandırlar veya sempatizanıdırlar…
Şeyh Nazım’ı Endonezya, Malezya, Uzak Doğu’daki Müslüman ülkelerde de ünlü yapan zannedersem dini bilgisinden çok İngilizce konuşabilmesiydi. Dolayısıyla, devlet adamları hattan krallarla bile kolaylıkla iletişim kurar, dini kisvesi ile harmanladığı görüşleri ile konuştuğu kişileri etkisi altına alırdı. Rahmetli Denktaş’la da arası çok iyi idi. Hatta bir ara Denktaş’ın yanında danışman olan Doğan Harman için, “Şeyh efendinin müridi oldu” demişlerdi de kıyametler kopmuştu, önüne gelen Harman’ı tefe koyup çalışıyordu. (Sanki Doğan Harman’ın çok umurundaydı!)
KUBİLAY OLAYI. (Menemen Olayı) Araya sıkıştırayım İzmir’e bağlı Menemen’de subayken öğretmenlik yapan Kubilay’ı 1930 yılında linç edenlerin Nakşibendi tarikatından oldukları söylenirdi ki dışarıdaki Şeyhleri uzun süre Türkiye’ye giremedilerdi. Galiba Şeyh efendi de öğrencilik yıllarından sonra bu nedenle ya Türkiye’ye çok az gitti yahut hiç gitmedi.
NAKŞİBENDİLER’İN BAHAİLER’LE KAVGALARI: Bahailik İran’da 1800’lerde baskı rejimine karşı oluşturulan bir tarikattır. Mehdi tarafından kuruldu. Tanrı’nın birliğine, dinlerin tek temele dayandığına, kadın erkek eşitliğine, Eğitimin evrensel olduğuna, serbest düşünceye falan inanırlar, tüm tarikatların terk edilmesini savunup aşırı zenginlik ve yoksulluğa karşı çıkarlar…
Bahailik 1977’ler’den sonra yavaştan Kıbrıs’ta yayılmaya başladıydı ki Nakşibendilerle kavgaya kadar varan olayları da tetiklediydi. Bazı Nakşibendiler “Bahai” oldulardı. Bu olaya müthiş içerleyenler tarikattan ayrılanları epey hırpaladılardı…
Nitekim geçtiğimiz gün Mağusa’da Ölen Erol Hasan (Olkar) önceleri sıkı bir Nakşibendi iken sonradan Bahai olduğu için en iyi arkadaşı Mehmet Eyup tarafından hırpalanmıştı…
ALLAH GANİ GANİ REHMET EYLESİN. Eğer Şeyh Nazım Kıbrısi’nin cenazesini bekletip de gömselerdi inanın dış dünyadan uçaklar dolusu insanlar gelecekti. Aralarında devlet adamları da olacaktı, şeyhler, hiç umulmadık ünlü kişiler de…
Fakat Nakşibendilik’te bir inanç vardır. Ölen insan hiç bekletilmeden hemen gömülür, Allah’ına kavuşur…
Lefke’ye taşınana dek yıllarca Mağusa’da konuşup sohbet ettiydik. Esprili adamdı. Karşısındakini inceden inceye sarardı ki bir ara “Mağusa’nın baykuş sesi” olayında “kıyamet kopacak, habercisidir” diyerek ahaliyi işletmişti! Ne zaman bir Mağusalı Lefke’deki dergâhına uğrasa “o Eşref bey ne yapar, ne yapar” dermiş. Ve hep bana selamlarını yollardı. Politikadan uzak durdu. Fakat milliyetçi adamdı. Kıbrıslıydı Kıbrıs’ı hep sevdi. Allah rahmet eylesin. Ailesine baş sağlığı dilerim.
Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber > Köşe Yazarları > KIBRIS’TA SON DURUM (FEDERAL Mİ KONFEDERAL SİSTEM Mİ?)
Tepki göster
0
Bayıldım
0
Huzurlu
0
Hahaha
0
Üzüldüm
0
Hayran Kaldım
0
Facia