Yeni kuşaklar bir gün Orta Doğu’nun parçalara ayrıldıktan sonra nasıl yeniden kurulduğunu göreceklerdir. Şu anda Irak’tan başlayarak Suriye’ye kadar uzanan ve İsrail’i de Filistin sorunu ile kapsamına alıp Türkiye’nin Güney Doğusu’nu işaretleyen siyasi devinimi hepimiz izlerken kanlı savaşların daha çok uzun yıllar devam edeceği de söyleniyor.
Öte yandan belli oluyor ki sadece Suriye ile 400 kilometre sınırı bulunan Türkiye bu büyük devinimin dışında kalamayacak kadar içindedir! Daha şimdiden Güney Doğu’da Erbil Başkentli bir Kürt Devleti (PYD) kuruldu bile. Üstelik Türkiye tarafından IŞİD’e karşı destekleniyor.
Suriye’nin ise bundan sonra tek devlet olarak yoluna devam etmesi mümkün değildir. Şiilerin, Nasturilerin, Sünnilerin coğrafyası, bölünmelerden kurtulamayacak kadar kanlı savaşların içine batmış durumda! Kaldı ki kimseler bu bölgedeki ateşlerin kıvılcımlarının Suudi Arabistan’a oradan şeyhliklere sıçramayacağını iddia edemez…
BU ORTA DOĞU’DA KIBRIS’IN GELECEKTEKİ SİYASİ KONUMU NE OLACAKTIR? Eğer Türkler ve Rumlar olarak kendi içimizdeki kısır tartışmalarla sonuçsuz müzakerelerden kaynaklanan ve kör düğüşü haline getirilen siyasi sorunu çözmezsek iddia edelim: “Bölgedeki savaşlarla parçalanmalardan Kıbrıslılar olarak biz de nasibimizi alacağız! Ya şu veya bu nedenle yine savaşacağız! Veya birbiriyle hem kavgalı hem düşman iki halk olarak kalacağız! Bu da her zaman TC ile Yunanistan’ın karşı karşıya gelmeleri demek olacak! Mesela daha şimdiden Doğu Akdeniz’deki Gaz nedeniyle geldi bile!.. Geleceğin umutlarını karartan bu bölge haritasını çizdikten sonra bir de şuna bakalım:
BİDEN’İN YENİ ORTADOĞU PLANI: Geçtiğimiz hafta Davutoğlu’nun da katıldığı Atlantik Zirvesi toplantısında bir konuşma yapan ABD Başkan Yardımcısı Biden daha çok “enerji” sorunları üzerine eğildiydi. Ukrayna’dan başlayıp sonunda sözü Kıbrıs’a getiren Biden şunları söylediydi:
50 YILDAN SONRA KIBRIS’A GİTTİM: “Son elli yılda Kıbrıs’ı ziyaret eden en üst düzey Amerikalı yönetici oldum. Çünkü Kıbrıs’ı enerji kaynaklarını geliştirmede bütün komşularının işbirliği ile ilerlemesi konusunda cesaretlendirmek istedim. Doğu Akdeniz’de İsrail, Türkiye Mısır, Yunanistan, Kıbrıs, Lübnan’ın işbirliği Avrupa’ya yeni enerji kaynakları getirecek…
İŞTE GELECEĞİN BÖLGEDEKİ ALTI DEVLETLİ FEDERASYONU: Eğer Biden laf ola konuşmadıysa Türkiye ile Yunanistan’ı da kapsamına alarak işaretlediği ülkeler sadece enerji yönünden değil, jeopolitik yönden de Orta Doğu’nun sokak kapılarını oluşturmaktadırlar. Ve yine fark ettiniz. Suriye her halde “şimdilik” kaydı ile telaffuz edilmedi. Oysa haritaya baktığınızda Suriye de dizinin içindedir…
Biden geleceğin “Doğu Akdeniz Bölgesini” daha şimdiden hem siyasi hem de enerji odaklı konumları ve AB’ye enerji ihraç edecek önemleri ile bir “ittifakın dost ülkeleri” olarak işaretlemektedir. DAVUTOĞLU’NUN ENERJİ TANIMI: Tarihinde ilk kez Kıbrıs da gaz çıkaran ve ihraç eden ülke durumuna geçerken Atlantik Ülkeleri Zirvesi’nde konuşan Davutoğlu ise Rum tarafını uyararak şunları söyledi:
“Doğu Akdeniz Kıbrıs Türklerine kapalı bir alandır. Biz istediğimiz yerde araştırma yaparız, istediğimiz petrolü gazı çıkartırız, başka ülkelerle anlaşırız..” Bu bir, siyaseten olmaz. İki, Akdeniz topografyasını dünyadaki enerji arzını bilenler Kıbrıs civarında çıkacak gazın en rahat uluslar arası piyasalara ulaşacağı ve en fazla kullanılacağı yerin Türkiye olduğunu bilirler…” Davutoğlu Manavgat suyunu da Rumlarla paylaşmaya hazır dolduklarını bir kez daha seslendirdi.
SONUÇ: Ben artık sıcak karnımıza kadar sokulan bu olayları geleceğin Kıbrıs’ını olumlu yahut olumsuz etkileyecek çok önemli gelişmeler olarak görüyorum. Bu gelişmelerin tek bir düşünceye ihtiyacı vardır: “Barışçı uzlaşı ve kalıcı çözüm…”
**********
Dün Öğretmenler Günüydü: (Öğretmen hâlâ ana baba mıdır?)
Sonuçta KKTC’de “Öğretmenler Günü”nü de böldük! Sendika için TC’nin saptadığı “gün” değil, tüm dünyanın 5 Ekim olarak kabul ettiği “Dünya Öğretmenler Günü”dür. Doğrusu KTÖS haksız da değildir. Çünkü bu günü “Öğretmenler Günü” olarak resmileştiren 1980’deki darbeci Kenan Evren cuntasıdır. Dolayısıyle “Atatürk’ün 1924’de Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul etmesi gibi çok eskilerde ve o koşullarda kalmış bir tarihi olaya istinat ettirilen “24 Kasım Öğretmenler Gününü” kutlamanın sindirimi kolay olmuyor!
Buna karşın: Ben de öğretmenliğim dönemlerinde “gün bizimdir” dediğimce kutladım, hatta benimsedim de..^. Nedeni şuydu: Genellikle öğretmenlerle öğrencilerin birlikte kutladıkları o “özel gün” tutun ki çocukların en çok eğlendikleri günlerden olurdu. Halâ öyle mi bilmiyorum ama ötesine bakmaz hele Evren falan hiç akıllara gelmezdi. KTÖS olayı kendine dert edindi. Bu konudaki ısrarını anlamakla birlikte ille de bu kutlamalarda 12 Eylül’ün akla getirilmesini anlamadığım da olduydu!
GELELİM ÖĞRETMENE: Bilirsiniz şarkıları da vardı. Çocuk için ana babadan daha kutsal, daha sevgili, daha yakın bir başka ne olabilirdi? İşte öğrencilere de ana babalarından sonra öğretmeni seçtirdiler: “Sen bir anasın da dedirttiler sen bir babasın da!”
Oysa o kadar uzun boylu değil! Nitekim öğretmenliğimin son dönemlerinde öğrencilerime şöyle derdim: “Çocuklar ben sizi okutmak eğitmek için devletten para alırım. Yani ben bu öğretmenliği ki mesleğimdir sizin için yaparken kendi çıkarım için de yaparım! Dolayısıyla ben öğretmek zorundaysam siz de öğrenmek zorundasınız. Bunu başardığımızda hepimiz başarılı olacağız…”
Bugün de farklı düşünmüyorum: Ne her şey paradır ne her şey bedavadır! Hak edildiği sürece her hizmetin bir bedeli vardır. Dairedeki memur da budur, dağdaki çoban da! Gitgide toplumdaki bu tip değer yargıları yerini “kişisel çıkarları koruma” güdüsüne bıraktı! Öğretmense “önce ben” diyor. Öğrenciyse “öğretmenine cephe alabiliyor!” Çünkü “öğretmenle öğrenciler arasında iletişimler koptu!” Cemaat esamesinden çıkıp devlet oluşa yükselirken mesela “özverili çalışma” motivasyonu kayboldu. Öğrencide saygı ve sevginin kaybolduğu gibi! Fakat her şeye karşın öğretmen anlamı ile hâlâ öğretmendir…
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (UNUTULAN KOOPERATİFÇİLİĞE YENİDEN DÖNÜŞ MÜ?)
Bizim kuşak “Kooperatifçilik nedir neden sistem haline getirilmelidir” bilinciyle yetişti. Çünkü Kooperatifçilik öncelikle ilkokullarda somut uygulaması ile vardı. “Mesela her hafta kasaba ve köylerde Koop. İktisat Bankaları tarafından öğrencilerden küçük tasarruf mevduatları toplanırdı. Amacından sapsa da galiba hâlâ ilkokullarda devam ediyor.
Zaten daha 1974 dönemi öncesine kadar banka dendi miydi Koop. Bankaları gelirdi akla başka da yoktu… Öyle de olunca özellikle tarım odaklı sektörler “Koop. Sistemi” içinde gelişirlerdi… Sonraları kendi kendimize “gelişmişlik” kulpu taktık ve “büyük komprador” rolleri oynarken Kooperatifçiliği de darmaduman ettik!
Ta ki başarısızlıkları nedeniyle boyaları döküldüğü için altından ilkelliği ile dökülmüşlüğü çıkan “iş adamlığı oyunu” fiyasko ile sonuçlanana kadar! Artık anlıyoruz ki mesela Enginar’ı teker teker ve ayrı gayrı üreticiler olarak üretip ihraç etmek, değerlendirmek mümkün değildir! Ve aynen Koop-Süt’te olduğu gibi Kooperatifçiliğe dönüş yapılıyor.
“KOOPERATİFLEŞMEK KAÇINILMAZDIR!” Hepimizin bildiğince KKTC’deki tarım, hayvancılık hatta ötesi sektörler de “küçük aile işletmeciliğinden” öteye gitmiyorlar! Gitmedikleri için de her köyde bir festival yapıp yerel ürünlerini gelen ziyaretçilere satmaya çalışıyorlar! Hellim de öyledir zeytin yağı da.. Enginar da farklı olacak değildi o da büyük çaplı üretimlerden sonra hem elde kaldı hem de girdileri pahalandı! Şimdi “kooperatifleşip satışları ve öteki sorunlarımızı tek elde toplayalım” diyorlar. Aslında koşullar dedirtiyor! “Dedirtilen de “Koop. Sistemi” oluyor. Darısı öteki sektörlerin başına…