KESTANE KEBAP, ISLAK YAPRAKLAR VE YANIK ANKARA SİMİTİ - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Köşe Yazarları

KESTANE KEBAP, ISLAK YAPRAKLAR VE YANIK ANKARA SİMİTİ

Nazar Erişkin

Yılın bu zamanı çok güzel olur Ankara. Kurumuş yapraklar yere düşer. Üzerine bastığın zamanki sesi, yağmur yağdığı zamanki kokusu eşsizdir. Hava tam olarak meşhur ayaza dönmez henüz, yürümek keyiflidir.

Lise yıllarımda en sevdiğim güzergah; Kızılay’dan Tunus Caddesi’ne oradan da Tunalı’ya uzanan hafif yokuşlu yoldu. Kitapçılar, sinemalar, çiçekçiler, simitçiler, mağazalar, bazen birisiyle buluşma telaşından heyecanlı, bazen sırf keyfine attığım aheste adımlara eşlik ederdi. Benimle birlikte sokakları adımlayanların giyinişinden, yürüyüşünden aldığım ipuçlarıyla hayatlarını tahmin etmeye çalışırdım. Kendi yetişkin hayatımı hayal ederdim. Büyük hayaller kurar zaman zaman umutsuzluğa düşerdim. Hızlıca toparlanır ve çözümsüz gelen konuları çözüme kavuşturmanın bir yolunu bulacağıma dair kendime sözler verirdim. Tunalı’ya varınca; anne ve babamın iş yerlerine yakın olduğu için kreşe burada gittiğimden midir bilmem, çocukluğumun en keyifli anılarının geçtiği Kuğulu Park, Seğmenler Parkı, bana en huzur veren adresler olurlar.


Kestaneciler bir bir piyasaya çıkıyordur şimdi. Sokakta çiçek satan ve çiçekli şalvarlar giyen kadınların su dolu kovalarındaki rengarenk çiçeklerin kokusu, kestane kebaplarınınkine karışıyordur. Kıbrıs’a geldiğimde beni en çok hayreti düşüren şeylerin başında, spor amaçlı değilse yürünmemesi ve yollarda sokak atıştırmalıkları olmamasıydı. Öyle ya, yürüyenler yoksa, yürürken atıştıracak şeylere gerek de yoktur. Oysa Ankara’ya gittim demek için o yanık sokak simitinden örneğin illa ki yemek gerekir.

Bu ara Ankara’dan hayli misafir geliyor. İsterim ki bana özlediğim bu kokuları getirsinler. Geride bıraktığım ve özlemle andığım bu hisleri ve tatları…

Öyle olmuyor. Her gelenin ardından havaya bir ağırlık çöküyor; ağızda kekremsi bir tat kalıyor. Ben sümbül kokusuna karışan kestane kabuğu yanığı diye bağırsam dış mihrak olurum şimdi. Çünkü havada külliye kokusu var. Çok uzun zaman inşaat alanından kalkan tozu gördük. Fuat Oktay’ın ziyaretiyle, içeride ne olup bittiğini de öğrenme şansımız oldu şükür. 15 Kasım kutlamaları sırasında konuşan Ersin Tatar “seneye cumhuriyetimizin 40. Yaşını, yeni cumhurbaşkanlığı binasında çok daha güzel kutlayacağız” dedi; hayırlısı… 39 yaşına gelmiş ama hâlâ tay tay yürüyen, hiç bir anomalisi ile yüzleşmeyen, eksiği gediği yüze vurulunca öfkelenen ama varlığı ona bağlı olduğundan, en çok da o eksik/gedik ve yanlışın devamı için didinen 39 yaşındaki bu devletin herhangi bir konuda planı programı yok. Büyüme programı, üretim hedefi, turizm vizyonu, yüksek öğrenim perspektifi hak getire. Zaten hafta sekiz gün dokuz gelen “Teknecik’te 1 günlük yakıt kaldı” açıklamalarını duyunca; bugünden yarını planlamaya mecali olmayanların; orta ve uzun vadeli planlama yapmasını beklemek ne de büyük naiflik oluyor.

Turizm de tıpkı inşaat ve yüksek öğrenim gibi “lokomatif” sektörlerimizden biliyorsunuz. İddialı buluyorum bu lokomatif sektör söylemini. Zannedersiniz planlar programlar, 5-10-15 yıllık projeksiyonlarla çalışıyoruz. Yok yok 10 yıldır bitmeyen havalimanının yeni terminal binasından; neredeyse sadece 5 yıldızlı otellerin kullanımına bıraktığımız sahil şeridinden ya da fahiş bilet fiyatlarından falan bahsetmeyeceğim. Tüm zorluklarına karşın ülkeye gelmeyi başaran turistler için hazırladığımız hoş (!) sürprizlerden biri size anlatacağım.

Avrupa’dan gelen bir turist grubu geçtiğimiz Pazar sabah saatlerinde Lefkoşa Suriçi Arabahmet Bölgesi’nde karşıma çıktı. Rehberleri uzaktan anladığım kadarıyla Almanca; Derviş Paşa Konağı hakkında bilgi paylaşıyordu. Pazar olduğu için kapı duvar binanın önünde dikilip sadece rehberi dinlemekle yetinen turistler dağıldıktan sonra 2. Fotoğrafı çektim. Ne yalan söyleyeyim, o manzarayı görüp utandığım için oradan ayrılmalarını bekledim. Şimdi biz devlet dairelerinden hizmet almayı bekleyen yurttaşa diyoruz ki “o arkadaş izinlidir canım, haftaya gelecen” ya da “sistem ağrızalıdır şimdi yapamayız” ya da “lazım biz şimdi çıkalım, öğleden sonra geleceksin”. Örneğin hastaneyi aradığımızda polikilinik servisi için 2 ay sonrasına randevu vermesi işten bile değil öyle değil mi. Üzerine gidip isyan edince “beğenmiyorsan özele gideceksin, burası böyle” yine duyabileceklerimiz arasında.

Örnekleri söyleyen kişinin ses tonuyla, tonlamasıyla okumuşsunuzdur sanırım. Ben hâlâ mesai saatinde dahi son derece verimsiz çalışılmasına, disiplinsizliğe, laçkalığa alışamadım ama bununla yaşamayı öğrendim diyelim.  Pazar sabahı yollara düşen turist kafilesine dönecek olursak… Şimdi siz eşit ve egemen KKTC devleti olarak onlara kış mesai saatlerinizi anlatın bakalım. “Resmi tatil günlerinde çalışmayız, yazın yaz mesaisi yaparız. Siz gelin diye çırpınır, geldiğinizde eğer kumarhane değilse derdiniz, kapıyı yüzünüze çarparız” deyiverin en düz yoldan. Çünkü yapılan budur ve herhangi bir mantıklı izahati yoktur.

ORADAN ORAYA SAVRULURKEN GÜNDEM…

Pazar günü çalışıyordum. Son derece keyifli bir grubu yedirdik, içirdik, veganlık anlattık. Ortağımla birlikte işlettiğimiz bir vegan mutfağımız var ama işin aktivizm kısmı çok daha keyifli geliyor bana. Tatlı bir yorgunluk akşam olduğunda üzerime tam konuyordu ki, İstiklâl’den gelen bomba haberi ile kor oturdu yüreğime.

Mesleki deformasyon sanırım, zaman zaman hasarı büyük olacak şeyleri hissedebilmekten, eve gidene kadar kendimi korumaya aldım. İçgüdü bir tuhaf mekanizma. Otomatik olarak Suruç, Gar katlimı ve Türkiye yakın tarihinde yaşadığımız pek çok kanlı olay geldi aklıma. İlk açıklamalar, gece geç saat gelen yakalama haberi, takip eden günlerde beliren pek çok soru işareti derken; kendimizi savrulurken bulduk. Oysa ki biz burada yerel seçimdi, külliye idi debeleniyorduk. yüzde 120’yi geçen, gıdada yüzde 200’ü bulan enflasyon temel gündemiyken toplumun, belli ki pek çok konu için refleks vermeye takati kalmıyor artık halkın.

Yeni örnekleriyle gördük. Siyaset kurumu bu gerçek ortadayken ne yapıyor? İktidar seçim yasaklarının son anına kadar kaynaklarını kullanıp seçmenini “mutlu” ediyor, muhalefet ise ideali savunurken mevcuda çözüm sunamadığından, kendi eko odasında zaman zaman dışarıdan gelen zaman zaman kendi sesine karışan sesle kavga ediyor. Biz bu sırada Kıb-Tek’in kaç günlük elektriği var derdinde olanlar kendini giderek daha yalnız hissediyor…

Tüm bunlar olurkan, kimisini anlayarak, kimisini hiç anlamadan oradan oraya savruluyor. Ama şu gerçek ki bu savrulmalarında coğrafya İster Türkiye ister Kuzey Kıbrıs olsun; olan hep halklara oluyor…

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
2
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
1
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar