Siyasi sorun mu bizi esir aldı yoksa biz mi siyasi sorunun esiri olduk? Öyle bir imaj yarattık ki eğer çözüm olmazsa mahvolacağız! Evet doğrudur… Eğer Güney’deki Rum halkı ile ezelden gelip ebede giderken bu adayı paylaşmak kaderse, elbette ki barışı da isteyeceğiz çözümü de…
Fakat “mazlum ve suçlu” olarak değil! Haklı oluşumuzun hakkında!
Rum’u ezen ve öldüren değil, ezilen ve öldürülen Türk halkı oluş gerçeğinde!
Kazanan ve gasp eden taraf olarak değil, kaybeden ve gasp edilen taraf oluşumuzda!
Suçluluk duygularındaki vicdan sızımızla değil, Rum’un bize çektirdiklerinin sızılarında…
ÇÜNKÜ: 1974’ten beridir kendileri küçük, sesleri büyük kesimlerin de bağırması ile önce kendimizi suçlu sandalyesine oturttuk, ondan sonra Rum’un karşısına geçip “asırlarca birlikte yaşarken bizi birbirimizden ayırdılar, felek utansın” diyerek önce “halklar kardeştir” sloganını icat ettik sonra da “birleşik Kıbrıs” efkârında kardeş olan Türk Rum halklarının bu adada tümden hangi statüde Kıbrıslılar olarak yaşayabileceklerinin siyasi arayışlarına girdik!
Hem ne arayışlar! Barışı isteyen biz! Çözüm diye yalvaran biz! Gelin “hep birden Kıbrıslı” olalım diyen biz! Sonunda tek egemenliği bile kabul eden biz! Rum beğensin diye “Türkiye ile Türkiyeliler dışarı” diyen yine biz!
BUNA KARŞILIK: Bu türlü çeşitli yalvarma ve niyazlarımıza karşılık bize tırnaklık hak hukuk tanımayan Rum! Annan Planı’na bile hayır diyen Rum! Çoğunluğu altında tek egemenliği savunurken Türk halkına egemen olmak isteyen yine Rum! Birleşik Kıbrıs efkârını ancak Kuzey’e dönerse kabul edecek olan yine Rum! Ambargolarla boğazımızı sıkan yine o Rum! Downer’ı canından bezdiren her çözüm önerisine hayır diyen yine Rum tarafı!
BİR HALK KENDİNİ ANCAK BU KADAR MAHKÛM EDER! Vallahi Eski İngiliz Dışişleri Bakanı Gallaghan haklı çıktı! 1974’te ikinci harekâta an kala tüm diplomatik girişimler akamete uğradıkta Gallaghan dönemin TC Dışişleri Bakanı’na şöyle der: “Mr. Güneş. Bugün Kıbrıs ordunuzun esiridir. Ancak yarın ordunuz adanın esiri olacaktır…”
Dediği doğru çıkar. Ancak tek bir farkla: “Ordu yerli yerindedir. Ne esirdir ne mağlup…” Fakat Kıbrıs Türk halkı kendi kendini “siyasi sorunun” esiri yaptı! Keşke diyorum bu çözümün üzerine bu kadar gitmesek. Bırakalım da çözüm isteği Rum’dan gelsin…
**********
GENÇ İŞ ADAMLARI DERNEĞİ’NİN ŞİKÂYETLERİ
Ben “işimize bakalım” diyenlerdenim. Dolayısıyla kim iş yapmak için girişimlerde bulunup, öneri ve yatırımları ile uğraşa katılsa ilgi duyarım…
Nitekim Geçen hafta bu ilgim Havadis Gazetesi’nin manşetinde, karamsarlığın çığlığına dönüşmüş bir kara duyuru gibi salınan Genç İş Adamları Derneği, “GİAD”a aitti: Diyordu ki bu Derneğin Başkanı Arsen Angı, “önümüz Karanlık…” Havadis’in manşetine çıkan da bu iki kelime oluyordu!
YALNIZ DİKKATİNİZİ ÇEKEYİM: Memleketin iş insanları siyasiler yahut falan filan toplum örgütleri gibi değiller. Onlar için ne Anastasiadis’in hezeyanları çok önemli oluyor ne de bizim STÖ’nin siyasete odaklanmış uğraşları… Onlar için “iş yaparken işlerinin iyi gitmesi ve başarılı olmaları önemli.”
Bunu da çözümsüzlükten dolayı “battık mahvolduk” laflarına sarılarak değil, mevcut “çözümsüzlük koşullarında nasıl iş yaparız” arayışlarına sarılarak başarmaya çalışıyorlar…
GİAD DA AYNI TUTUMDA: GİAD geçtiğimiz hafta Havadis Gazetesi yazarlarını ağırlamış, sorunlarını anlatmış… Tabii ki umutsuzlar! Ancak “çözümsüzlükten” dolayı değil, aradan beş ay geçmesine karşın Koalisyon Hükümetinin hâlâ “İş insanlarının” önlerini açacak bir çalışmaya başlayamamalarından şikâyetçiler.
Mesela ortada TC ile imzalanmış bir Ekonomik Protokol var diyen İŞAD başkanı Arsen Angı, “Protokolü beğenmeyebiliriz ama bir yol haritasıdır” diyor ve ekliyor: “Şu anda önümüzü göreceğimiz bir tablo bir ışık yok.” Ve şikâyetlerini de çok özetle şöyle sıralıyorlar:
Bir: Beş ayı geçmesine karşılık hükümet ekonomik protokolü hâlâ devreye sokamadı. Uygulanıp uygulanamayacağını bilemiyoruz.
İki: KIB-TEK ile ilgili belirginlik var diğer sektörlerde yok!
Üç: Koalisyon ortakları arasındaki anlaşmazlıklar istikrarsızlığa neden oluyorlar…
Dört: Hükümet içindeki çatışmalı ortam sadece iş dünyasını değil, vatandaşları da olumsuz etkiliyor..
Beş: Dövizdeki artış artık piyasayı olumsuz etkiliyor. Devlet tedbir almakta tutuk davranıyor!
Altı: UBP Kurultayı döneminde 366 kişinin geçici statüde bir gecede devlete alınmasını hiç tasvip etmedik, hâlâ etmiyoruz. Özel sektörde yetişen iyi personel bir gecede devlete kaçtı!
Tabii GİAD’ın eski başkan ve YK üyeleri de görüşlerini aktarıyorlar… Mesela Ertan Balıklı kendi özeleştirilerini yaparken şöyle diyor: “Herkes sadece yanlış olanı konuşuyor. Esas yanlışımız hatayı hep dışımızda aramamızdır. “Biz iyiyiz ama siyasetçi kötüdür.” “Türkiye kötü, AB kötü..” Değişime kendimizden başlamadığımız sürece halk sıkıntıları yaşamaya devam edecektir.”
Doğru söze ne denir? Sanırsınız ki sütten çıkmış ak kaşık da biz, dünyanın odağı da biz! Ne kadar iyi güzel varsa bizde, olancası çirkinliklerle kötüler dışımızda!
VE YİNE O SORUN: Yazmadan geçemeyeceğim. GİAD Başkanı serzenişte bulunuyor ve diyor ki “özel sektörde yetişen iyi personel bir gecede devlete kaçtı…”
Desek ki “hayır kaçmadı, kaçırdınız!” Çünkü eski sorundur. “Devletle özel sektör” öteden beri haksız rekabet içinde sürtüşmektedir. Türkiye’nin pompaladığı parayı seçimlerde oya tahvil etme politikalarında partizanlıkla popülizmin emrine veren hükümet, aslında “hakkımız” olmayan çok astronomik bir maaş uygulamasının bugün de içinden çıkamadığı “suçlusu” olmuştur…
Özel sektörün yeterince gelişememesinin bir nedeni de “devletteki astronomik maaşlar ve ehven çalışma koşulları” nedeniyle yetişmiş elemanların “devlet” kademelerinde çalışmayı yeğlemeleridir…
ANCAK: Kendileri için haksız rekabet gibi görünen bu iki olumsuz unsura özel sektör açısından baktıkta şunu görürüz: Az maaş, az tatil, çok mesai!
Sendikalaşma yok! Dolayısıyla toplu sözleşme de yok!
Çalışma saatleri her zaman sekiz saatin üzerinde olurken, resmi tatil günleri ile bayramlarda ve yıllık izinlerde de kurallara bağlı belirli “haklar yok!”
Asgari ücret körün değneği gibi bellenmiş… Üstelik bazı iş yerlerinde maaşlar asgari ücretin de altında… Kaçak işçi çalıştırmak ise gırla!
Bu durumda hangi iyi eleman eline fırsat geçti mi “devlete” geçmez ki? Ha, sorun nasıl mı çözülecek? Özel sektör daha çok geliştikçe. Şu anda öyle bir “ışık” da görülmüyor!
**********
ŞU BİZİM TÜRKÇE DİLİMİZ
Yine geçen hafta bir yazımda “katkı koydu” demişim. Bir okuyucumun dikkatini çekti. “Bak dedi bu “katkı” kelimesini hep yanlış kullanıyorsunuz. “Katkı” kelime anlamı ile “katılandır.” Eğer “katkı koydu” derseniz yan yana gelen “katkı katkı” gibi çarpık bir ifade olur. Benzer hatalar da vardır: Mesela “bu koşul ve şartlarda” olduğu gibi! Yahut “şeref, onur, haysiyet” kelimelerinin yan yana söylenmesi gibi. Hepsi de ayni anlamda kelimeler. İkisi Osmanlıca, biri Fransızca…
Mesela sık sık “konsantre olayım” falan diyoruz ya. Eskiden “teksif etmek” derdik. Yani tüm düşünce yoğunluğu ile bir olaya odaklanmak…
Oysa “konsantre” maddenin süzülmüş, eritilmiş hali olmalı. Yıllar önce kelime TC’de kullanılmaya başlandığında Futbolcu Lefter “ne demek konsantre olmak? Yani düşüncemizi meyveler sebzeler gibi miksere koyup karıştırıyoruz da konsantre mi elde ediyoruz” diyordu… Ne var ki dilimize yerleşip kalmış, bal gibi de kullanıp gidiyoruz!
Ha benim “dilim” mi? “Pis dilli” olduğum yazılarımdan belli! Arapçadan Osmanlıcaya, Türkçe’den öz Türkçe’ye kadar ne kadar kelime varsa benim yazılarımda yerleri var! İmla yanlışları da gırla… Ha unutmayın. “Katkı konmaz!”