Karşıtlıkların, karışıklıkların ülkesi… - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Poli

Karşıtlıkların, karışıklıkların ülkesi…

Constantinos Hadjichristofi

Bir Kıbrıslı Rum olarak muhtemelen benim için Türkiye’nin Yıldız Savaşları filminden çıkmış karanlık bir imparatorluğu temsil ediyor olması bekleniyor olabilir; ama birkaçın davranışıyla bütünü yargılamam gerektiği öğretildi bana. Geçiş noktaları açıldığı ilk günden itibaren her fırsatta kuzey denizinin ötesindeki ülkeyi tanımak için harekete geçtim. Ne kadar yakın mesafede olduğunu ise yıllar sonra Girne’de yaşamaya başlayınca algıladım. Hala günün erken vakitlerindeki sisin dağılmasıyla birlikte yavaş yavaş kuzey ufkunda görünür hale gelen kıyı şeridi her seferinde beni şaşırtmaktan geri kalmaz. “Türkiye sahillerini her gördüğümde sanki biraz daha yakınlaşıyorlar gibi..” dediğimde eşim bunun eski bir Kıbrıslı Türk şakası olduğunu söyler.

Aslında daha geçiş kapıları açılmadan çok daha önceden içimde hep hem atalarımın memleketini daha iyi tanıma üzerine bir merak hem de bununla birlikte belki kendimle ilgili bir şeyleri anlama isteği vardı. İngiltere’deki üniversite yılları sırasında İzmir kızıyla yaşanan bir romantik ilişki sırasında, İzmir’i gezmek ve kız arkadaşımın ailesiyle tanışmak üzere aldığım tatil davetinin, aileme soğuk terler döktürdüğünü hatırlıyorum. Gitmemem için ne istersem yapacakları sözü beni yolumdan döndürmeyince, üzüntülü yalvarışlara başvurarak beni yoldan alıkoymayı başarmışlardı. 2004 yılında ise kimsenin duygusal yaklaşımlarına müsaade etmeyerek, kiralık bir araba ile İzmir ‘den Antalya’ya 2 hafta süren keyifli bir yolculuk yapmıştım. Sonraki yıllarda ise Kayseri, Nevsehir, Nigde, Konya, Ankara, İznik, Adana, Urfa, Mardin ve Antep yollarından da geçerek bu engin ve benzersiz coğrafyanın, bazen dışarıdan gelen yabancıların aklını zorlayabilecek değişkenliğini keşfetmeye çıktım.


2017 yılında ise artık bir “yabancı” değilim. Yeni ailemin Türkiye’de yaşayan üyeleri ile atalarına ait köyleri ziyaret ederken, tren yolculuğu, kahvaltı veya öğleden sonra teneffüslerini renklendiren çay simit ve ayran üçlüsüne aşinayım. Çayın ince belli bardaklara arka arkaya doldurulabileceğini ve “Bir bardak daha çay?” sorusuna nazikçe hayır demeyi öğrendim artık. Yerel trenlerdeki kabul edilebilir davranış standartlarının neler olduğunu da biliyorum şimdi; “rahatlamak için ayaklarınızı önünüzdeki koltuğa uzatabilirsiniz eğer boş ise, ama lütfen ayakkabılarınızı çıkarmayın, çoraplarınızın kokusu vagonda hava akımı olmadığından dağılmayacak, dışardan gelen yolcuları rahatsız edecektir..” diyor hoparlördeki ses babacan ve sakin bir ses tonuyla.

Karşıyaka sokaklarındaki 200 metre içerisinde kişisel ve ev ihtiyaçlarınızın tümünü karşılayabileceğiniz sokak satıcılarından oluşan mini-ekonominin dinamikleri ise, Avrupa’da çoktan unutulmuş, Kıbrıs’ta ise son zamanlarını yaşamakta olan şehir hayatının temelindeki küçük aile işletmelerini hatırlattı bana. Bununla birlikte Uşak’ın meşhur geleneksel dokuma kilimlerinin artık Uşak ‘ta bile bulunamadığını ve gurur duydukları bu geleneksel ürünlerin neden ve ne zamandan beridir üretilmediği sorusuna yerlilerinin bile cevap bulamadığını da fark ettim.

Karşıtlıkların, karışıklıkların ülkesi…“Evet” ve “hayır”ın dip dibe var olduğu, ve tüm karşıtlıkların birleşerek ulusal renkleri oluşturduğu bir ülke. Artık bir çömez değilim ama uzmanı olmaya daha çok yolculuk gerek. Dolayısıyla trendeki anonsları dinleyip bunları yerel halkın bilgeliği dahilinde ülke koşullarında yaşama becerileri dersi olarak alıyorum “ trenden atlamayınız, bileklerinizi incitebilirsiniz…”

 

  • Not: Bahsedilen tren anonsları bir hayal ürünü değildir. Tümü İzmir- Uşak treninde yaşanmıştır.
Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar