İnsan zehirlemek ciddi bir suçtur - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 16, 2024
Köşe Yazarları

İnsan zehirlemek ciddi bir suçtur

Bülent Dizdarlı

Lütfen hayali bir insanı düşünün.

Bir  kahvehane işletiyor bu kadın veya adam.  Kahveleri harika görünüyor. Hele o çayların nescafelerin yanında servis ettiği pastalar yok mu?  Hani amiyane derler ya “yeme de yanında yat” cinsinden olsun.

Ama durun ! Sakın yemeyin !Hade o kelimeyi de kullanayım yine, “Zinhar İçmeyin çayı kahveyi”. Zira,dükkan sahibi içeceğinizdeki o aromayı, kekinizdeki o muhteşem tadı sağlamak için, insan sağlığına zarar veren bir madde kullanıyor. İçerseniz yerseniz sağlığınızdan olabilirsiniz. Hele de bunu alışkanlık haline getirirseniz hayatınızdan bile olabilirsiniz.


Tırstınız değil mi? Ama korkacak bir durum yok. Çünkü bu bir hayal.  Bunu bilerek kötü senaryolu hayalimizi kurgulamaya devam edelim:

Bu durum yetkililer tarafından tespit ediliyor. Yapılan tahlillerle bu maddenin tam bir zehir olduğu ortaya çıkıyor. Sonuç olarak dükkân sahibi tutuklanıyor ve hakkında cezai işlem başlatılarak mahkemeye sevk ediliyor.

Bu “Hayali İnsanın” kâr elde etmek uğruna yaptığı bu toplu zarar verme, hatta daha da ileri gideyim toplu cinayet girişimi yanına kâr kalmıyor.

Şimdi kurguladığımız hayali bir kenara alalım. Bu kez gerçek bir insan düşünün.

Bu kadın veya adamın geniş verimli sulak arazileri var. Domates biber salatalık maydanoz vs yetiştiriyor. Geniş bağları da var. Üzüm de yetiştiriyor. Ancak bu kişinin gözü dönmüş. Ürününün albenisini artırmak adına kansorejen olarak bilinen toksik maddeleri bol bol kullanıyor.

Tarım dairesi elindeki olanaklar çerçevesinde bu durumu tespit etse de, önce uyarıyor sonra da o bölgedeki ürünü imha ediyor. Ne  var ki bu o üreticiye  ders olmuyor. Arazının başka kısımlarında da aynı şekilde devam ediyor. Çünkü verilen ceza yapılan işle eş ağırlıklı değil. “Yakalanırsam ürünün bir kısmını kaptırırım, bir miktarda ceza öder uyarıyla bu işi atlatır, başka yerden paramı çıkarırım” mantığı hakim.

Hâl böyle olunca gazetelerde benzer olayları okuyan tüketici, kendini korumaya almaya çalışıyor. Bu tip ürünleri dahi Güney Kıbrıs’tan temin etme yoluna gidiyor. Bu defa da markette pazarda ürünler raflarda çürüyor. Namusuyla üretim yapan çok sayıda çiftçi ciddi mağduriyet yaşıyor.

Kısacası ürettiğimeyve veya sebzeye zehir katan kişi, hem tüketiciye hem üreticiye zarar veriyor. Olan ülkeye ve ülke insanına oluyor. Kanser patlıyor. Ekonomi çöküyor.

O zaman artık daha gerçekçi tedbirler alınmalıdır. Tüm üreticiler, bundan böyle zehir kullandıklarında,üreticilik yapmalarına izin verilmeyeceğini hatta  aynı o hayali kahveci gibi hapis cezası alabileceklerini bilmelidir. Çünkü bu tip eylem içinde olanlar bir “uyarı” ile olaydan sıyrıla bileceklerini düşünememelidir.

Kanserle savaş politikamızın birinci maddesi bu olmalıdır. Etrafımızda kanserojen sayılan her şeyi azaltmalı yok etmeliyiz. Bu topyekün savaşta kanserle müttefik olan insanlara da müsamaha gösterilmemelidir.

Vatandaş tezgâhta satılan her yiyeceğin her içeceğin sağlığına zarar vermeyeceğini bilmenin huzurunda olmalıdır. Bu hem bir medeniyet ölçüsü hem de insan hakkıdır.

Artık gerekli adımların atılması gerekmektedir.

BİR KİTAP:  “VEFA”

Bu hafta sizlere Agah Gümüş tarafından yazılan ve 2016 Işık kitap evi yayını olan “Vefa” adlı kitaptan bahsedeceğim. Kitabın aynı zamanda editörlüğünü de yapan Sayın Ümit İnatçı, kaleme aldığı önsözde yazarın edebi kaygılardan arınmış hâlde ana figürlerin sadece isimlerini değiştirerek bir “Anı Romanı” yarattığını belirtmiştir.  Kitabı okumadan önce bu gerçeği bilmekten midir nedir, çok rahatladım. Eseri bu rahatlıkla okudum.  Gerçekten de hakiki bir hayat hikâyesinden alıntı olduğu söylenen roman tadındaki öykü de, öyle sanatsal kelimeler ifadeler betimlemeler tasvirler nerdeyse hiç yoktu. Olan biten kestirmeden anlatılıyordu. Zaten bu nedenledir ki istense üç yüz sayfa olabilecek bir kitap yüz otuz dört sayfada bitiyordu. Ümit İnatçı kitabın önsözünde “ Ancak yazarın edebi kaygılardan yola çıkarak yazdığı bir yaşanmışlık değildir okuyacağımız bu insanlık trajedisi” demiştir. İyi ki böyle bir kaygıolmamış . Bazen edebi kelimeler görülmesi gereken çıplaklığı örten kalın elbiseler gibi oluyor zira.

Açıkçası ben bu yalın tarzı sevdim. Ve bir de itirafta bulunayım. Bütün sadeliğine karşın yaşanmışlıkların etkisinde anlatılan olaylar karşısında finale doğru gözlerimin yaşla dolmasına da engel olamadım. Kitabın ana konusu1955-1975 döneminde yaşanan olaylarda bir Kıbrıslı Türk ve bir Kıbrıslı Rum’un dostlukları ve bir birlerine olan gözleri yaşartacak türden  “vefa”larıdır .

Doğu Akdeniz Üniversitesi iletişim fakültesinde öğretim üyesi olan Agah Gümüş’ün önümüzdeki dönemlerde Kıbrıs Türk Edebiyatına daha fazla eser vereceğinden eminim. Kendisini ve emeği geçen herkesi kutluyorum.


ANLAYAMADIKLARIM: Fransa’nın İngiltere sınırında bulunan Calais Mülteci Kampı, Birleşik Krallığa geçmek isteyen mültecilerle doldu taştı. Kıta Avrupası’ndaki ırkçılık nedeniyle  Manş Denizi’ni aşmak isteyen bu insanlara engel olan tek şey ise  Avrupa Birliği içinde de geçerli olan “Mülteci sınırları anlaşmasıdır”. Bu anlaşmaya göre mülteci olma hakkı o kişinin ayak bastığı ilk toprak için geçerlidir.  İngiliz Göçmen Bürosu, uluslararası anlaşmaların öngördüğü, “sığınma ihtiyacı olanlar girdikleri ilk güvenli topraklarda iltica başvurusu yapmalıdır” hükmünü esas alıyor  ve bu insanların Fransa’ya iltica etmeleri gerektiğini belirtip İngiltere’ye kabul etmiyor.
Buraya kadarını kendimi zorlayarak anlayabiliyorum. Anlayabiliyorum ama aynı kampta yüz kadar anne-babasız çocuğun sefil tutulup bir ölüm kalım savaşına itilmelerini anlayamıyorum. Hele  hele bu çocukların ebeveynlerinin İngiltere’de onları bekler durumda olmasına rağmen , İnsan hakları havarisi bu iki devletin çözüm üretememesini hiç ama hiç anlayamıyorum.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar