HUZURSUZLAR KIBRIS’TA,  KIBRIS’TA HUZURSUZLUK YA DA KIBRIS SORUNU EKSENİNDE HUZURSUZLUK    - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 20, 2024
Köşe Yazarları

HUZURSUZLAR KIBRIS’TA,  KIBRIS’TA HUZURSUZLUK YA DA KIBRIS SORUNU EKSENİNDE HUZURSUZLUK   

Konuk Yazar, Avukat Nermin G. TOMGÜSEHAN, yazgı

Bana göre Kıbrıs adasında baş gösteren huzursuzluğun kökenini 1950’li yıllara bağlamak süregelen bir yanılgıdır. Çünkü  II Selim’in hükümdar olduğu Osmanlı İmparatorluğu huzursuzların Kıbrıs’a   gönderilmelerini kararlaştırarak huzursuzluk başlatılmıştır. Hatta Kıbrıs’a gönderilecek olan insanların suçlarının affedilmesi ve iki yıl süreyle vergiden muaf olmaları sağlanarak göçmek için huzursuz insanlar bir nevi özendirilmeye çalışılmıştı. Ancak Kıbrıs adasına gönderilecek insanların; (çoğunluğunun) sabıkası olan, yıllarca toprak anlaşmazlıkları yaşayan, ya da kütüğe kaydı dahi bulunmayan güçlü kuvvetli insanlar arasından seçilmesi gerektiğinden Adaya sorunlar ya da sorunlular nakledilmiş oluyordu. Esnaf, zanaatkâr ve tüccara ilaveten zorunlu olarak nakledilecek olan yoğun nüfus asi, huzursuz insanlardan oluşturulacağı için adadan geri gelmemelerine dikkat edilmesi kaydı şartı ile zorunlu göç planlanmıştı. Ayrıca anılan insanların Adadan kaçmalarını önlemek için yakalandıkları yerde idam edilmeleri dahi düzenlenmişti. 20 Eylül 1571 tarihli Sürgün Fermanı vasıtası ile huzursuzların yeni adresinin bundan böyle KIBRIS adası olması sağlanacaktı. Benim huzursuzlara tahammülü olmayan ceddim iç huzurunu sağlamak için yüzyıllar önce Kıbrıs adasını kullanmıştır. Bu yüzden yazıma Huzursuzlar Kıbrıs’ta… şeklinde başlamak istedim.

Ortodoks dinine mensup olanların Kıbrıs adasının Osmanlı tarafından fethi ile huzura kavuşmuş olmaları benim için ilginç bir tespittir. Bilindiği üzere 1260 yılında Kıbrıs’ta Latin zulmü olarak bilinen “Bulla Cypria” olayından mağdur olan Ortodokslar adanın yeni sahipleri olan Venedikliler zamanında da baskı altına tutulmuştu. Ortodoks (Rum) kilisesinin huzursuzluğunun 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğunun adayı fethi ile bittiği söylenebilir. Buraya dikkat buyurun; Osmanlının adayı fethine müteakiben Ortodoksluk Müslümanlıkla birlikte adanın resmi dini olarak kabul edilmiştir. Ortodoks Piskoposlara karşı bu denli anlayış ve hoş görü sahibi olan Osmanlıların Alevi, Bektaşi inanç sistemini benimseyen “huzursuz” tebaasına ayni sabır ve anlayışı gösterememesi veyahut Adaya sürmesi belki bir ironiydi. Her halükarda yüzyıllar evvelini bugünkü düşünce sistemi ile anlamaya çalışmak doğru bir yaklaşım olmasa da Kıbrıs’ta huzursuzların varlığı açısından  Sürgün Fermanı bana göre göz ardı edilmemesi gereken bir vakıadır.


Türkmen ve Yörükler, zoraki göçlerinin ardından yerleştikleri Kıbrıs adasında komşuları Elenler ile çok uzun yıllar beklenenin aksine birlikte yaşayabilmiştir. Halbuki farklı dil, din,  ırk veya etnik gruplara sahip ülkelerde toplumlar arası kargaşa çıkması ya da huzursuzluk çıkarılmasının normalden çok daha kolay olduğu bilinen bir gerçektir. Kilisenin Enosis fikrini sahiplenmesinin ardından Adada ayni dil ve dini benimsememiş olanlara karşı huzursuzluk çıkartması eninde sonunda olacaktı. Aslında Kıbrıs kilisesinin bağımsız, Ekümen kilise olarak tanınıp imparator Zinanos/Zenon tarafından sahip olduğu 3 imtiyaza tekrar kavuşmasını sağlayan Osmanlı İmparatorluğu olduğundan İmparatorluk tarafından kilisenin gücü ve önemi o dönem tam olarak idrak edilememiş olmalıydı. Zaten Elenlerin ve Kiliselerinin  en büyük muhalefeti Osmanlıya değil İngiliz’e yönelikti olacaktı.   1878 yılında Osmanlı imparatorluğu tarafından Kıbrıs adasının İngilizlere kiralanmasının akabinde Türkler adanın halen sahibi olduklarını düşünerek sükûnetlerini korurken Elenler bağımsızlık fikri ile yanmaya başlamış 1914 yılında adanın İngilizlerce ilhak kararından sonra özürlüklerini kanla da olsa almaya çoktan karar vermişlerdi. O dönem Elenlerin özgürlük arzusunu algılayabilecek bir irade bulunmuyordu. Daha sonraki yıllarda da  bu durumun fazla değişmediğini iddia eden Kıbrıs Türk toplumunun yetiştirdiği  bazı aydınlar Türkiye Cumhuriyetinde konuya vakıf muhatap bulamamaktan şikayet edeceklerdi. Hemen hemen ayni dönemlerde Kıbrıs’ta bağımsızlık ve bağlantısızlık tezlerini anlayabilecek yeterlikte bir iradenin ne Türk toplumunda ne de  Türkiye Cumhuriyetinde bulunmadığından şikayet edecek başka bir aydın grup ortaya çıkarak mevcut düzene isyan edeceklerdi. Bu tür tespitleri yapabilen sınırlı bir Türk varlığına karşın  Kıbrıs’ta İngiliz yönetimine karşı örgütlenen ve gerilla savaşı başlattığı söyleyebilecek olan halkın Kıbrıs Rumları olmasının nedenleri bana göre bugüne değin teferruatlı bir araştırma konusu yapılamamış, mevcut tabu ve baskılar yıkılamamıştır.

Yukarıda zikrettiğim çıkarımlara rağmen adadaki huzursuzluğun en önemli varlık sebeplerinden biri olan Kıbrıs kilisesinin ENOSİS zihniyetini halen değiştirmediği gerçeği  de unutulmamalıdır. Kilisenin çığırtkanlığının da etkisi ile 15 Ocak 1950 yılında Kıbrıs’ta yapılan halk oylaması akabinde Rumlar açıkça dünyaya “Enosis” i deklare etmiştir. O tarihlerde Türkiye dış politikası Batı bağlantılı olarak devam etmekte, basın sansüre tabi tutulmakta dış borçlanma sebebi ile ABD ile devamlı (55 civarı) anlaşmalar imzalanmakta olduğundan Kıbrıs konusunda yaşanan gelişmelerin NATO,  Amerikan veya İngiliz politikalarına uygun olmasına özen gösterilmekteydi.  1923 Lozan Antlaşması ile Kıbrıs Türklerinin azınlık olarak Türkiye tarafından kabul edilmesini sağlayanlar Kıbrıs’ta yaşanmış ya da yaşanmakta olan huzursuzlukta payı olanlar arasında sadece kiliseyi zikretmekteydi ki bence bu durum Kıbrıs sorunu eksenindeki huzursuzluğa oldukça sığ bir yaklaşım tarzıdır. EOKA’nın eylemlerine kadar TC’deki Menderes Hükümeti Kıbrıs Türk halkının çağrılarıyla ilgilenmemiş Lozan’dan sonra Türkiye tarafından Kıbrıs’a kaybedilmiş, İngilizlere ait toprak parçası olarak bakılmıştır. 1954 yılında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Prof. Fuat KÖPRÜLÜ “Türkiye için Kıbrıs sorunu yoktur” şeklinde basın açıklaması yapmıştır.

1960 yılında Türk toplumu ile Rum toplumunun birlikte kuracağı Kıbrıs Cumhuriyetinin ilanı öncesi Türkiye 27 Mayıs 1960 hareketi ile uğraşmakta idi. İhtilalin etkisiyle 1961 Anayasasında yer alması sağlanan özgürlükçü düzenlemeler kamuoyunun Türkiye’nin dış politikasını eleştirebilmesini sağlamış olsa da (Kıbrıs için halen geçerliliğini koruduğunu şiddetle savunduğumuz) Londra ve Zürih antlaşmalarında Türkiye’yi temsil eden Adnan Menderes ve Fatin R. Zorlu ihtilalin ardından idam edilmekten kurtulamamıştır. Türkiye; Lozan’da kaybedilen Ada toprakları için yıllar sonra Londra ve Zürih antlaşmaları sayesinde Garantör olmayı başarırken bu imkanı sağlayan yetkilileri acı şekilde tarih sahnesinden silinecekti. Böylece Yıllarca hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden (yarım asırdan fazla bir süre) toplumlar arası görüşmelerde üstün söz sahibi olarak Türkiye’de devreye girmiş oluyordu. Bugün Türkiye’nin Kıbrıs’ın Kuzeyinde eleştirilen birçok yanlış karar ve uygulamalarına rağmen halen Kıbrıs’ta Enosisi engelleyen en büyük faktör olduğu gerçeği adada bulundurduğu Türk güçleri eli ile sağlanmaktadır. Bu durumu Türk-Yunan dengesindeki Türkiye’nin Yunanistan karşısındaki askeri üstünlüğü pekiştirmektedir.

Kıbrıs’taki yabancı çıkarları; Kıbrıs’ın uluslararası çözülmemiş bir sorun olarak kalmasının kilise dışındaki diğer önemli sebeplerinden biridir. 1956 yılında İngiliz valisi Sir. Harding’in önerilerini reddeden Makarios’u adadan sürgün ettiren kuvvet yabancıdır. Başpiskopos Makarios’un Üslerden bağımsız bağlantısız Kıbrıs’ı savunması CIA bağlantılı olduğu iddia edilen Grivas’ın Yunanistan’dan Kıbrıs’a gönderilmesini sağlamıştır. Bu arada 1962 yılında baş gösteren meşhur Küba füze krizi ve 1963 yılının Aralık ayında Kıbrıs’ta yaşanan olaylarından sonra Türkiye, NATO’nun çıkarlarından farklı çıkarları olabileceğini fark edebilmiştir. Bu uyanışa rağmen Türkiye o dönem halen dış yardıma muhtaç bir ülkedir.1963 yılının Noel arifesinde Kıbrıs’ta yaşanan kanlı olaylar sebebiyle Türkiye ile Yunanistan bildiğiniz üzere savaşın eşiğine gelmişti. Büyük abi rolünde de olsa aslen bir yabancı olan Johnson’un mektubunun olası bir savaşı engellediği halen iddia edilse de Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma imkânının o dönem olmadığı açıktı. 1974 Temmuz’unda Kıbrıs’a müdahale edecek yeterli donanıma sahip olmayı başarıp, operasyon için yeşil ışık yakılana kadar Türkiye’nin bekletildiğini ileri süren görüşler de son derece akla yatkındır.

1974 yılında Türkiye Cumhuriyetinin Adaya yaptığı çıkarmayı hazırlayan koşullar zikredilmeden Kıbrıs’taki huzursuzluk bana göre yeterince anlaşılamaz. Bu yüzden Kıbrıs Cumhuriyetinin İlanından sonra adada neler yaşandığına kısaca bakacağım; İngiliz Valisi H. Foot 16 Ağustos 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanının ardından birkaç gün sonra adayı terk eder. Ancak İngilizlerin adayı terk etmelerinin ardından beklenen huzur Adada yer bulamaz. Bunun nedeni Kıbrıs’ta baş gösteren şiddet olaylarının altında yabancılar değil yerlilerin yer aldığı izleniminin uyandırılmasıdır.  Aslında 1957 yılında belediyelerin ayrılığı ile İngiliz döneminde tohumları atılan bölünme ve etnik ayrımcılığın Tohumları filizlenmiş oluyordu. Bu yüzden Fiili ayrılığın gerçekleşmesi için Cumhuriyetin ilanının ardından yabancıların 3 yıl dahi beklemesi gerekmeyecekti. Çatışmalardan en karlı çıkan taraf İngiliz Üslerine baştan beri karşı çıkan Rum lider Makarios’un arzusu hilafına Kıbrıs’taki üslerinin varlığını koruyan taraf olmuş gibi görünüyordu.

1963 yılında meydana gelen kanlı çatışmaların ardından Yunanistan adaya NATO kuvvetlerinin gönderilmesini isteyecekti. Yunanistan’ın taleplerini Makarios’un reddetmesi Yunanistan için büyük bir huzursuzluk sebebi sayılacak ve sonraki yıllarda meydana gelen çatışmaların planlamasına başlanacaktı. Adada yaşayan iki toplumun iradelerini yok saymaya alışmış yabancıları bundan böyle hiçbir karar durduramayacak, Albaylar Cuntası suçsuz Türkleri ve Rumları kurşuna dizecek, evlerinden edecekti.

1965 yılında Birleşmiş Milletlerin 2077 sayılı kararı ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin BM’nin eşit bir üyesi olarak BM Anayasasına göre tam egemenlik ve bağımsızlık hakkı bulunduğunun kabul edilmesi Yunanistan veya Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birleşmesini engelleyecek bir karar olmasına karşın Cunta adaya müdahale edecekti.  Belki de 2077 sayılı kararın ABD’nin olumsuz oyuna karşın geçmesi bu sürecin yaşanmasına yol açmıştı. Nihayetinde BM’nin bu kararı uygulatma veya koruma gücü olmadığı da kısa süre sonra anlaşılacaktı. Bu yüzden 1967 yılında ABD’ye yakınlığı ile bilinen Albaylar Cuntasının iktidarı ele geçirmesine şaşırmamak gerekir.  Bundan sonrasında ise Makarios’un(Castro) tüm karşı çıkışlarına rağmen GRİVAS Kıbrıs’taki EOKA-B’yi örgütlemek için Kıbrıs’a bir kez daha gönderilerek adadaki sönük de olsa devam eden toplumlar arası uzlaşma umutlarını dinamitleyecek fitili ateşleyecekti.

Türkiye’nin müdahalesi ile Yunanistan Cuntası siyasetten uzaklaştırılsa da adaya müdahale eden Türk Güçlerinin varlığını bundan böyle Yabancılar tarafından işgalci veya istilacı olarak adlandırılacak ve maalesef yıllar sonra Kıbrıslı Türkler tarafından da dillendirilmeye başlanacaktı. Hatta dış ilişkilerde devamlı Türkiye’ye baskı yaratmak için yabancı devletler tarafından bu ifadeler çokça kullanılmış ve halen kullanılmaktadır. Tarihi gerçekler ışığında iki toplumun yaşamış olduğu savaş, siyasi ve fiziki ayrılıkların (göç) adada yarattığı huzursuzluk bugün halen varlığını sürdürmekte olup bunun yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım birçok sebebi bulunmaktadır.

Kıbrıs ile ilgili huzursuzluklara ve Kıbrıs’taki huzursuzlara yönelik yukarıda betimlemeye çalıştığım bakış açıma son olarak ilave etmem gereken bir husus bulunmaktadır. Şöyle ki; tüm sorunların insani ve hukuki çerçevede aşılabilmesi açısından Kıbrıs Türkleri olarak ekonomik ve sosyal açıdan güçlenmemiz şarttır. Hatta çevremizdeki polis veya asker kökenli insanlar bu iki unsura ilaveten askeri açıdan güçlenmek gerektiğini de eklemektedirler. Bağımsız mücadele edebilme imkânının ancak bu üç ana temanın sağlanması ile gerçekleşebileceğini söylemek sanırım yerinde ve güncel bir tespittir.(Tabi gerçek niyet bu yönde ise…) Ne acıdır ki, halen Türkler tarafından net olarak bu gerçeklik tam olarak görülememiş ya da görülmek istenmemekte ve hata her zaman karşı tarafa(?) yükletilmeye çalışılmaktadır. KIBRIS’taki ana HUZURSUZLUK sebebi bana göre anılan bakış açısındaki eksikliğin değişmemesidir. Acilen ve daha geç olmadan sorunun çözülmesi için basma kalıp milliyetçi veya hain yakıştırmaları bir kenara bırakılmalı tarihi veriler dikkatle ve tarafsızca incelemeye tabi tutularak yeni ve taze bir görüş oluşturulmalıdır.

(Not: Mahkeme salonundaki davamız görüşülmeden önce sohbet etme fırsatı bulduğum ve o güne değin bakış açılarımızın çok farklı çizgilerde olduğu bilinen bir ofisi temsil eden meslektaşıma söz verdiğim üzere bu yazıyı hazırlamama ilham veren kitapları paylaşıyorum: 1960-71 Arası Türk Dış Politikası Ve Kıbrıs Sorunu,  Hatıralarım Dr. İhsan Ali,  Kıbrıs Kazanı, Kıbrıslı Türkler’in Kökenleri ve Kıbrıs’ta Bektaşilik, Kıbrıs Türkleri Bu Duruma Nasıl Düştü,  Kıbrıs; Dün Bugün Yarın,  Kıbrıs’ın Acı Limonları, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört.)

Saygılarımla.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar