Hüzünlü hazan - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

Hüzünlü hazan

Bekir AzgınBekir Azgın

Sonbahar, bilinçaltımızda üzüntü, keder, perişanlık ve dağınıklık ile özdeşleşmiştir. Bu mevsim, ölümün eşiğine gelmiş yaşlı bir insana benzetilir.

Edebiyatımızın büyük ozanları, bize böyle tablolar çizegelmişlerdir. Cahit Sıdkı Tarancı, bizi saltanat tahtına benzettiği o musalla taşına oturtmadan önce şöyle diyor:


“Ayva sarı, nar kırmızı; sonbahar

            Her yıl biraz daha benimsediğim

            Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

            Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

            Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?”

 

İlginçtir, şair sonbaharı leşle beslenen akbabalara benzetiyor. Can çekişen yaralı veya yaşlı bir hayvanı uzaklardan izleyen akbabalar o hayvanın üzerinde dönüp dururlar. Ta ki hayvan can versin ve onlar için ziyafet başlasın.

Yahya Kemal Beyatlı ise “Sonbahar” şiirinde, bizi, serviliklere benzettiği mezarlığa göndermeden önce şunları dile getirir.

“Fāni ömür biter, bir uzun sonbahār olur

            Yaprak çiçek ve kuş dağılır tārumār olur.

 

            Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir

            Günler hazînleşir geceler uhrevîleşir

            Teşrinlerin bu hüznü geçer tā iliklere

            Anlar ki yolcu, yol göründü serviliklere.”

 

Şair, “Teşrinlerin hüznü”nden söz ediyor çünkü iki tane Teşrin’imiz vardı: Teşrin-i evvel veya Birinci Teşrin yani Ekim ayı, ve Teşrin-i sani veya İkinci Teşrin yani Kasım ayı.

 

Dikkat edilecek olursa her iki şair de “tarumar” kelimesini kullanmışlardır. Etrafın darmadağın, karmakarışık ve perişan olduğunu vurguluyorlar. Niye şairlerimiz bu mevsimin perişanlığı simgelediğini bilinçaltımıza terleştirmeye çalışyorlar? Dünyanın başka yerlerinde de durum bizdeki gibi mi?

 

Mevsimin adı bile hatalı konmuş. “Sonbahar” ne demek? Birçok bahar var da bu da sonuncusu mu? Bari “güz” bırakmış olsaydık. Hem de eski Türkçe “küz” kelimesini yumuşatarak sürdürmüş olurduk.

 

Osmanlıca’da sonbahara “hazan” denirdi. Hazan ile hüzün arasında ses benzerliği olduğu nedeniyle hazana hüzün yakıştırılmış gibi duruyor. (Aslında bu iki kelime arasında bir bağ yoktur. Farsça bir kelime olan hazan, hırıltılı gırtlak “h”si (خ), halbuki gam, keder, üzüntü anlamına gelen ve Arapça kökenli olan “hüzün” veya “hazen” noktasız “h” (ح)  ile yazılır. Dilimizde iki farklı “h” harfi kullanılmış olmasına şaşırmayın çünkü “güzel h” (ه) adında bir üçüncüsü de vardı. Lâf aramızda, biri kalın (ق) öteki de ince () iki tane de “k” harfimiz vardı. Kalem “ka”, kemer ise “ke” harfiyle yazılırdı.)

Aslına bakılacak olursa coğrafya kitaplarında söylenenlere kulak vermememiz gerekir. Ülkemizde dört mevsimin olduğu bir masaldır. Bir kışımız, bir de yazımız var. O kadar. Ya soğuk var ya sıcak. Ya titreriz, ya da terleriz.

Doğrudur, bu zamanlarda sıcaklık düşer, akşamları va sabahları serin olur. Güneşin yakıcılığı azalır ve günün rengi soluklaşır. Günler farkedilecek şekilde kısalır. Ama gene de güneşte durulmaz, oturulmaz, çalışılmaz.

Ruslar sonbahara “Altın Güz” derler. Ve bu adı takmaları boşuna değildir. Rusya’nın, belki de, an renkli dönemidir. Ağaçların yaprakları solmaya, sararmaya başlar. Sarının ve kızılın tüm tonları ortaya çıkar.

Hem bu renk cümbüşünü yaşamak hem de mantar toplamak için ilk yağmurlardan sonra insanlar, kentlerin etrafındaki koruluklara veya ormanlara hücum ederler. Arkadaşlarla ben de birkaç defa Moskova dışına çıkıp ormanda bir gün geçirdim. Çok güzel bir deneyimdi.

Ne var ki her ipini koparan sürüye katılamazdı. En azından Sovyetler Birliği döneminde öyleydi. Şimdilerde neyin nasıl yapıldığını bilmiyorum.Ormanın hemen yanında bulunan son metro durağında inerken de binerken de kontroller yapılırdı.

Mantar toplamak niyetindeyseniz yanınızda bir bıçak, bir de mantar haritası bulundurmanız gerekirdi. Mantarı bıçakla kesmek zorundaydınız. Öyle, çek çıkar olmazdı ve şiddetle yasaktı. Zaten yanınızda bulunanlar “Hop, n’oluyor?” diye müdahale ederlerdi. Mantarın kökündeki sporları, daha sonrası için korumak gerekirdi. Bu nedenle mantar muhakkak kesilip toplanırdı.

Haritanın bir yüzünde mantarların fotoğrafları ve isimleri belirtilmişti. Arka yüzünde ise zehirli mantarların fotoğrafları vardı. Şüphelendiğiniz durumlarda haritayı açıp bakardınız ki kendinizi ve yakınlarınızı zehirlemeyesiniz.

O kadar çok mantar vardı ki benim gibi acemiler bile bir çanta dolusu toplayabilirdi. Demek ki sporlar korunduğu zaman herkese yetecek kadar mantar olabiliyormuş.

Sarı ve kızıl renkli yaprekların üzerinde gıcır gıcır yürümek ve ıslak yaprakların arasından veya altından mantar toplamak zevkli bir işti. Islak dallara dikkat edilmeli çünkü kısa sürede sizi ıslatabilir. O zaman da içiniz üşümeye başlar.

Sonbaharı müzikte en güzel ifade eden besteci, harhalde, Antonio Vivaldi’dir. Bir de şu tango:

“Bir Eylül akşamı her taraf sessizdi

            Batan gün sularda ateşten bir izdi”.

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar