“Halkımı statükoya mahkum etmem” - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
KıbrısManşet

“Halkımı statükoya mahkum etmem”

Başaran Düzgün- Mustafa Akıncı

Cumhurbaşkanı Akıncı, Havadis’e verdiği demeçte mevcut konjonktürde Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarının bulunduğu noktayı anlattı:

“HALA MÜMKÜN”: Akıncı: Zor ama mümkün olan çözüm hala federasyondur. Bunun dışında, bir çözüm arıyorsanız tutan yok. Lafta ‘en güzel çözüm budur, bunu yapalım’ demekle olmuyor. Bunun olabilirliğini sorgulamak lazım. Mümkün olmayanı talep ederek zor ama mümkün olanı da kaybedersiniz


“HERKESİN GÖRÜŞÜ FARKLI”: Akıncı: Federal çözüm konusunda paralel düşündüğümüz partiler, hükümetin yarı partileridir. Hükümette 4 parti var ve 2 parti daha değişik düşünüyor. Dolayısıyla hükümet bir bütün olarak belirli bir siyasetin arkasında değil.

“GÜNDEMİM SEÇİM DEĞİL”: Akıncı: Önümde 14 aylık bir süre var. Bu sürede yapabileceklerim var. Sürdürdüğüm bir süreç, mücadele, yapmaya çalıştığım işler var. Kıbrıs sorununda elbette doğru yolda iradeyi sürdürme sorumluluğu var. Dolayısıyla şu anda seçimleri düşünemem. Ama günü geldiğinde elbette değerlendirme yapacağım.

“PARTİLERDE YENİ BİR DURUM YOK”: Akıncı: Partilerin bakış açılarında yeni bir durum yoktur. Kıbrıs’ta çözüm isteyenler bunun hangi parametreler çerçevesinde olabileceğini biliyorlar. O parametreler etrafında bir çözüm için uğraş veriyorlar. Böylesi bir çözüme sıcak bakmayanlar ise olmayacağını bile bile bir takım söylemler geliştiriyorlar

 

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Havadis ekibi ile yaptığı söyleşide, Kıbrıs sorununun geldiği aşamaya ilişkin açıklamalarda bulundu.

Akıncı, zirvelerden sonra yaşanan gelişmeler ve bu çerçevede ortaya atılan öneriler, farklı görüşler hakkında değerlendirmede bulundu.

“Zor ama en mümkün olan çözüm hala federasyondur” diyen Cumhurbaşkanı Akıncı, ayrıca siyasi partilerin bu husustaki tavrını yorumladı.

Akıncı, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda da açıklama yaptı.

 

Soru: Zirvelerden sonra farklı öneriler ortaya atıldı bu çerçevede farklı görüşler ortaya konuldu. Bu da bizim tarafta bir miktar gerginliğe yol açtı. Bu hususta neler söyleyebilirsiniz?

 

Akıncı: Crans-Montana’ya kadar gelen süreçte 11 Şubat 2014 belgesi vardı, 77-79 Doruk Antlaşmaları vardı ve Kıbrıs Türk tarafında da Türkiye’de de bu konuda bir netlik söz konusuydu. Bunu benimsemeyenler de her zaman olduğu gibi yine vardı. 11 Şubat 2014’e kerhen destek olan siyasi partiler de vardı ama sonuçta herkes Crans-Montana’ya kadar bir arada gelebildi. Crans-Montana’da gösterdiğimiz esnekliklere rağmen bir çözüm ortaya çıkmayınca, Kıbrıs Rum liderliğinin çözüm yönünde adım atma konusundaki isteksizliği çok belirgin bir şekilde ortaya çıkınca bu defa bizim tarafta şöyle bir tartışma başladı: ‘BM parametreleri bu çözümü sağlamaya yeterli mi değil mi? Başka formüller gündeme getirilebilir mi? Amaç tarafların birlikte mutlu olacakları bir sonuç elde etmek ise bu sonucu yaratmak için farklı bir ortak zeminde buluşmak söz konusu olur mu?’. Tabi acaba bunun gerçekten bir karşılığı var mı yok mu arayışını doğurdu. Buna Sayın Anastasiadis’in verdiği mesajlar da yol açtı. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Rum lider farklı ortamlarda farklı kişilere farklı masajlar verdi. Crans-Montana’da Sayın Çavuşoğlu ile görüştü, ona bir şeyler söyledi. New York’ta buluştu daha başka bir şey söyledi. Tabii ki aslolan BM’ye ne söylediğidir. Bir de bunun sorgulamalarına karşı söyledikleridir. 16 Nisan ve 26 Ekim toplantılarımız oldu. 16 Nisan’da sorguladım; bu iki devletli yapı olayı var, buna yaklaşımınız nedir, bununla ilgili net bir duruşunuz var mı? Bundan sonra siyasi eşitlik içinde bir paylaşımı tümü ile ret mi ediyorsun, farklı parametreler mi arıyorsun? Bunları sorguladım. Sonuç olarak iki devletli çözüm gündemde mi değil mi soruma somut cevap verdi, ‘hayır’ dedi. Rum lider bana ‘Benim gündemimde böyle bir şey yok’ dedi. 26 Ekim’e gelelim, o arada gevşek federasyon söylemi çıktı. 26 Ekim’de de onu sorguladık, bana verdiği cevap, ‘ben gevşek federasyondan bahsetmedim. desentralizasyondan bahsettim’. Desentralizasyon, yetkilerin merkezde değil kurucu devletlerde yoğunlaşması demektir. Biz buna karşı değiliz. Kıbrıs Türk tarafı öteden beri kurucu devletlerin daha güçlü olma fikrini destekledi ve çalışmalarını bu doğrultuda yaptı. Buna karşılık Rum müzakere heyeti de sürekli olarak merkezi daha fazla yetkiyle donatmak istedi. Şimdi bunu farklılaştırmak istiyorlarsa buna biz itiraz etmeyiz, ama ortada somut öneri yok. Ortaya soyut bir fikir atıldı, bu iş orada durdu. Şimdi Rum tarafı BM’ye ne diyor? Sayın Lute’un bu geliş gidişlerinden anladığımız, çok net bir şekilde ortaya çıkan, Rum tarafı da Genel Sekreter’in temsilcisine iki kesimli, iki toplumlu federasyona bağlı olduğunu ifade ediyor. Ne iki devletten bahsediyor ne konfederasyondan bahsediyor. Federasyondan bahsediyor ama desentralize bir federasyon fikrini de söylüyor, yine altını boş bırakarak. Herhangi bir somut öneri yok.

 

“Partilerin bakış açıları açısından farklı bir durum yok”

 

Bizim tarafa baktığınızda, öteden beri var olan farklı yaklaşımın partiler arasında bu vesile ile bir kez daha netleştiğini görüyoruz. Aslında partilerin bakış açıları açısından yeni bir durum yoktur. Kıbrıs’ta çözüm isteyenler bunun hangi parametreler çerçevesinde olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla o parametreler etrafında bir çözüm için uğraş veriyorlar. Böylesi bir çözüme sıcak bakmayanlar ise olmayacağını bile bile başka bir takım söylemler geliştiriyorlar, durumun özeti budur.

 

Soru: Bu farklı söylemler içerisine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı da dahil mi?

 

Akıncı: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı daha farklı bir noktada duruyor. Onların söylemleri içerisinde bazı saptamalar var. Aslında bu saptamaların bir kısmı hepimizin ortak saptamalarıdır. O da şudur: Rum tarafı siyasi eşitlik olayında gereğini yapamıyor. Yani bir çözümde siyaseten eşit iki taraf olduğunu kabul ediyor ama örneğin dönüşümlü başkanlık konusunda Crans-Montana’da önce ret ettiler sonra BM yetkilileri kendilerine ‘ama bu olmaz, bunun prensibi ortadadır, bu kabul edilmiştir yaptığınız nedir?’ deyince bu defa Kıbrıs’ta görüşüp de olmayacağı üzerinde mutabık kaldığımız tek liste olayını ısıtıp yine gündeme getirdiler. Bunun iyi anlaşılmasını isterim çünkü biz Talat-Hristofyas zamanında ağırlıklı oy ilkesini kabul ettik. Ama tek liste denen, başkan ve yardımcısının tek pusulada gidip her iki taraftan da oy talep etmesi kabul edilmesi mümkün olmayan bir taleptir. Aslında Rum liderliği ‘dönüşümlü başkanlık meselesi yok, başkan ve yardımcısı var’ imajını vermek istiyor. Rotasyonun değerini düşürmeye çalışıyor. Halbuki iki tarafın kendisinin ayrı ayrı seçeceği başkanlar söz konusudur. Sınırlanmış ve iradeyi çarpıtmayacak bir oranda toplumların diğer başkanın seçimine de makul ölçüde etki yapması prensibi var. Tek pusula önerisi daha farklı bir imaj yaratma peşindedir. Biz bunu burada konuştuk ve olmayacağı üzerinde mutabık kaldık. Sonra Crans-Montana’da burada konuşup olmayacağında mutabık kaldığımız konuyu yine gündeme getirdi. “Tamam, kabul edeyim dönüşümlü başkanlığı ama böyle kabul ederim” diyerek. Bir de yine üzerinde mutabık kaldığımız Mont Pelerin’de de teyit ettiğimiz bakanlar kurulu kararlarında tek olumlu oy ilkesinin geçerliliğini ret etmeye başladı. Haliyle Rum tarafındaki siyasi eşitliğimizi içselleştirememe hali ve buna ek olarak Sayın Anastasiadis’in Çavuşoğlu’na verdiği mesajların da etkisi ile “madem ki Rumlar bu siyasi eşitliği içselleştiremiyor, acaba paylaşımın kararlara katılımın gerekli olmayacağı farklı modeller de mi gündeme gelsin, onlar da mı konuşulsun. Ne gibi? İki devlet gibi konfederasyon gibi” yaklaşımlar doğdu.

 

“Rum tarafı da 11 Şubat 2014’teki yapıdan bahsetmektedir”

 

Benim bu konulara bakış açım çok nettir. 2014 Şubat’ında Sayın Eroğlu’nun imzasını taşıyan belgede kabul edilen tek egemenlik tek uluslararası şahsiyet, tek vatandaşlık kavramlarının dışında, ki bunu da biraz açalım, bu da iki kurucu devletliliği içerir. Sanılmasın ki iki tarafı da ortak bir devlet idare edecek, öyle bir şey yok. Birçok alanda iki kurucu devlet yetkili olacak. İki kurucu devletin hatta belli alanlarda uluslararası antlaşma yapma hakları olacak. Bunlar da uzlaşıya varılmış konulardır. Sağlık, eğitim, bayındırlık gibi bir çok alanda da kurucu devletler kendi bölgelerinde yüzde 100 yetkili olacaklardır. Merkezdeki federal devlette de, kararlara etkin katılım şartı ile, birlikte bir yönetim söz konusu olacaktır. Kıbrıslı Türkler aslında iki kurucu devletli bir yapı ile uluslararası hukuka dahil olacaktır. Bunun çok iyi anlaşılması gerekir.

 

İki devletli çözüm kulağa çok hoş gelir, ‘tamamen iki ayrı bağımsız AB içinde iki ayrı devlet varlığı neden olmasın?’. Ancak bu imzalanan 11 Şubat 2014 mutabakatına terstir. Bunu kabul edecek bir uluslararası toplum da en azından bugünkü konjonktürde ufukta görünmüyor. Rum tarafı da buna hazır değil. Yani liderliğinin kafa karışıklığına rağmen BM ile yürütülen bu temaslarda bir kez daha netleşti ki Rum tarafı da 11 Şubat 2014’teki gibi tek egemenlikli, tek uluslararası şahsiyetin olacağı, tek vatandaşlığın olacağı iki kurucu devletli federal bir yapıdan bahsetmektedir.

 

“Kendi elimle kendi toplumumu statükoya mahkum etmem”

 

Benim öteden beri vizyonum hep şu oldu: Siz masada, sizi en son tanıyacak olan taraftan tanıma beklerseniz sonsuza kadar beklersiniz ama siz eğer konjonktürü uygun görüyorsanız ve uluslararası ilişkileriniz o denli güçlüdür ki masa başında değil ama masa dışında yapacaklarınızla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması yönünde mesafe alacaksınız ve o şekilde iki bağımsız, tanınınmış devletli formülleri olanaklı kılacaksınız hadi buyurun, kimse kimsenin elini tutmuyor. Sanki bu anlattıkları tarzda AB içinde iki devletli yapı mümkündür de Akıncı bunu reddettiği için olmuyor! Böyle bir şey söz konusu değil. Bu dünya gerçekleri ile bugünkü konjonktürle uyuşmadığı için olmuyor. Böylesi bir gelişmeyi en son kabul edecek olandan değil en yakınlarınızdan beklemeniz lazım, onların size bunu sağlaması lazım. Kaldı ki BM’de alınmış KKTC’nin ayrı devlet olarak tanınmasının önünde bir bariyer olarak duran Güvenlik Konseyi kararları var.

Bütün bunları bile bile masaya gidip, ‘ben vazgeçtim çünkü BM parametreleri ile bu iş olmuyor. Onun için iki devletli bir çözüm istiyorum’ dediğim anda olacak olan bellidir. Kıbrıs Türk tarafı bu BM çözüm çerçevesinin dışına çıkmıştır denilecektir. Rum tarafı, gereklerini yapmasa da hala daha BM parametreleri içinde olduğunu söylüyor. Hal böyleyken bu durumda bize söylenecek olan şudur: “Kıbrıs Türk tarafının tavrı yüzünden yapacak bir şey yoktur. Nokta”. Bu kendi elimizle kendi toplumumuzu statükoya mahkum etmek demektir. Statükonun sürmesi halinde neler olabileceğini de yaşayarak görüyoruz. Ben bunu kendi toplumuma kendi elimle yapmam.

 

Soru: Buna daha ağır yaptırımlar olma ihtimali var mı?

 

Akıncı: Yaptırım tabiî ki getirebilir ama getirmese de o söylemle bir yere varamazsınız. Olması zor ama olma ihtimali en mümkün olan çözüm federasyondur, bunun dışında bir çözüm arıyorsanız masa dışında elinizi kolunuzu tutan yoktur, bu kadar yıldır neden yapılmadı? Biz Türkiye Cumhuriyeti takımları ile dostluk maçı bile yapamıyoruz, en yakın devlet olarak gördüğümüz Azerbaycan’ı ziyaret bile edemedik. Biz KKTC’nin cumhurbaşkanı olarak Kıbrıs Türk Devleti adı ile gözlemci üye olduğumuz İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Kazakistan’daki toplantısına katılamadık. Sayın Tayyip Erdoğan’ın dönem başkanı olduğu sırada katılamadık. Kazakistan iki ayak üstünde diretti ve bizim Cumhurbaşkanlığı düzeyinde temsiliyetimize engel oldu. Oysa asıl davetçi İslam İşbirliği Teşkilatı idi. Bunlar yaşadığımız gerçeklerdir. Buna daha verilecek çok örnekler var. Dolayısıyla sadece lafta ‘efendim en güzel çözüm budur, bunu yapalım’ demekle bu iş olmuyor. İş eyleme döndüğünde bunun olup olamayacağını sorgulamak gerekir. Bile bile mümkün olmayanı talep ederek, onu bir proje haline getirerek, zor ama mümkün olandan da mahrum olursunuz.

 

Soru: Federasyonun en mümkün ve BM parametrelerine de en uygun çözüm olduğu noktasındaki söylemi en fazla siz dile getiriyorsunuz. Ülkedeki siyasi partiler sanki bundan imtina ediyor. Bu konuda yalnızlaşma hissediyor musunuz? Parlamentodaki veya parlamento dışındaki siyasi partilerden yeterli desteği gördüğünüzü düşünüyor musunuz?

 

“Hükümet bir bütün olarak belirli bir siyasetin arkasında değil”

 

Akıncı: Federal çözüm konusunda paralel düşündüğümüz partiler, hükümetin yarı partileridir. 4 parti var hükümette, 2’si bu doğrultuda olduğunu söylüyor. Hükümette daha değişik düşünen 2 parti daha var. Dolayısıyla hükümet bir bütün olarak belirli bir siyasetin arkasında değil. Bu çok açık ve net görünüyor. Yalnız tabiî ki bir şekilde ortak paydalarda buluşmayı da sağlamamız lazım. Mesela bulunacak çözüm ne olursa olsun siyasi eşitlik kavramı Kıbrıs Türkleri için vazgeçilmezdir. Bunun parti farkı olamaz, bakış açısı farkı olamaz. Mutlaka Kıbrıslı Türkler, kendi kendini yönetme anlamında çözüm sonrasında ve ortak devlette söz sahipliği anlamında bir siyasi eşitlik olgusuna sahip olmalıdırlar. Burada geriye gidecek bir düşünce söz konusu olamaz. Bunun yanı sıra sanıyorum farklı farklı düşünceler olsa da yine bir ortak payda gelişti. Müzakerelerin ucu açık bir şekilde ilânihaye uzamasını kimse istemiyor. Eğer bir müzakere olacaksa, bunun takvimli, sonuç odaklı olması konusunda bir mutabakat var. Ben halktan ortaya koyduğum programa ciddi bir destek alarak bu göreve geldim. Yüzde 60’ı aşan bir oy… Bu Akıncı’nın kara kaşına, kara gözüne verilen bir destek değil. Bilinçli bir şekilde ortaya koyduğumuz ilkelere destek verildi. Kıbrıs sorunu bağlamında da destek verdi bu halk, federal çözümü destekledi. Bağımsız, tarafsız bir cumhurbaşkanı konumuna destek verdi. Türkiye ile daha kişilikli daha saygın ilişkiler bağlamında destek verdi ve yanı sıra iç konularda da yardımcı olmaya çalışacak bir cumhurbaşkanı profiline destek verdi ben de dördünü de yapmaya çalışıyorum. Belki kiminde daha çok vakit harcadım mecburen ama diğer konularla ilgili olarak da elimden gelen gayreti göstermeye çalışıyorum.

 

Soru: Cumhurbaşkanlığına yeniden aday olacak mısınız?

 

Akıncı: Dört sene önce adaylığını ilk açıklayan ben oldum. Tabi o dönem benim herhangi bir statüm de yoktu. Bazıları benim yurtdışında yaşadığımı sanıyordu, öyle bir şey de yoktu. İnsanlar bana bu mesajı verdiler, bu adaylığı istediler ve sonuçta desteklediler de. Ben bunu bir sorumluluk olarak aldım ve aday oldum. Şimdi Cumhurbaşkanıyım ve önümde daha 14 aylık bir süre var. Bu sürede yapabileceklerimin olduğuna inanıyorum. Sürdürdüğüm bir süreç, mücadele var, yapmaya çalıştığım işler var. En başında Kıbrıs sorununda elbette doğru yolda iradeyi sürme sorumluluğum var. Evet, bu yalnız olacak bir iş değildir, Rum tarafından da bir karşılığı olmalıdır. Evet, kendi içimizde de belli bir uyumu, birlikteliği, bir ekip çalışmasını da gerektirir. Türkiye ile yakın istişareyi gerektirir. Onu da dışlayamayız ama sonuçta halk adına bu görevi yürütecek olan bir sorumlu kişi, bir makam var. Dolayısıyla şu anda seçimleri düşündüğüm yok. Düşünemem, bu sorumluluk bana bu fırsatı vermez. Şunu söyleyebilirim sadece günü geldiğinde elbette bir değerlendirme yapacağım ve ona göre kararımı açıklayacağım.

 

Soru: Türkiye ile her konuda yüzde 100 uyuşuyor musunuz?

 

“Biz, bu toprakların çocuğuyuz”

 

Akıncı: Türkiye veya başka bir kurumla her konuda yüzde 100 örtüşme sağlanması mümkün olmayabilir. Farklı düşünceler olabilir. Oturur, tartışır, ikna etmeye çalışırsınız veya onların görüşleri haklı ise onları da dinlersiniz ve buna göre birlikte yol alırsınız. Bu noktada Türkiye de ilgilidir, garantördür, Kıbrıs Türkleri ile de yakın ilişkileri vardır. Bunları yabana atamayız ama biz bu toprakların çocuğuyuz. Bu topraklarda doğduk, yine bu topraklarda öleceğiz. Bu topraklar herkes için bir anlam ifade etse de, bizler için çok başka bir anlamı var. Bunu herkesin bilmesi ve kabul etmesi lazımdır. İkincisi, bu topraklarda yüzyıllar evvel gelmiş, bu topraklara yerleşmiş insanların oluşturduğu bir Kıbrıslı Türk kimliği vardır Bir düşünce, yaşam biçimi ve bir gelecek tahayyülü vardır. Bu gelecek tahayyülünün önünde uluslararası hukuk dışında kalmışlığın yarattığı sıkıntılar vardır. Kıbrıs Türk gençliğinin gelecek belirsizliğinden kurtulması aciliyeti vardır. Bu aciliyet bizim gidip de herhangi bir çözüme teslim olmamızı gerektirmez. Hayır, herhangi bir çözüm değil, BM parametrelerinde siyasi eşitliğimizin olacağı, iki kurucu devletli bir çözüm Kıbrıs Türkünü gelecek belirsizliğinden kurtaracak çözümdür. Giderek zorlaşıyor ama hala mümkün olan da budur. Bu çözümü kimse bizim kadar isteyemez. Dolayısıyla Kıbrıslı Türk lider de halkından aldığı yetki ile yeri ve zamanı geldiğinde bazı inisiyatifler almak durumundadır. Ben bunu yaptım. Gerekirdi, onun için yaptım. Mont Pelerin’den Crans-Montana’ya onun öncesinde Kıbrıs’taki süreç devam ederken atılması gereken bazı adımlar olduğunda ben bunları attım. Yeri geldiğinde ölçülü bazı riskler almak gerekiyor. Ölçer, biçersiniz gerektiğine inanıyorsanız bunları yaparsınız. Şunu da söylemezsem haksızlık olur, Crans-Montana’da Türkiye de gereken esneklikleri genel sekretere iletti ve onun içindir ki raporda herhangi bir şekilde sorumluluk yüklenmedi ne Türkiye’ye ne diğer garantörlere ama bir haksızlık var tabi ortada. Son adımı atamayan iki liderden bahsedildi. Alakası yok. Biz Türk tarafı olarak gereken adımları attık. Maalesef atmayan diğer taraf oldu ancak BM’nin bildiğiniz o dengeci tavrı iki tarafı da sorumlu tuttu.

 

Soru: Son dönemdeki karşılıklı açıklamalar görüyoruz. Bunları sizin seçime yönelik adımlarınız olarak değerlendirenler var. Ne dersiniz?

Benim herhangi bir seçim platformunda birileri ile didişen, kavga eden bir görüntü çizerek bundan puan toplama gibi bir yaklaşımım olabileceğini düşünmek saçmalıktır. Benim vizyonum, herkesle ölçülü, karşılıklı saygıya dayalı diyalog içinde olmaktır Bunun da ötesinde halkımla olan birliğimdir. Halkla birleşerek onun çıkarları doğrultusunda yol almaktır.

 

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın enerji konularına ilişkin açıklamaları yarın Havadis’te

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar