“İki halk ayni adada yan yana yaşadığı sürece çözüme ilişkin müzakereler çözüm olana kadar devre devre devam eder” diyordum da Mont Pelerin “bozgununun” hemen ardından “aman müzakereleri koparmadan devam edin” çağrılarının bu kadar erken başlayacağını tahmin etmiyordum!
Sanırsınız, “çok büyük ilerlemelerle uzlaşılar” oldu da son anda Rum-Yunan ikilisinin ufak tefek tatsızlıkları sonucunda masa dağılıverdi! Eğer hem BM’ler hem İngiltere ile şu veya bu şekilde burnunu Kıbrıs siyasi sorununa sokan ülkeler olayı bu kadar basite irca ediyorlarsa “Rum tarafının ve adada ne istediğiyle neyin peşinde koştuğunu hiç bilmiyorlar” demektir. Biliyorlarsa eğer o zaman da “bilerek ve isteyerek Rum’dan yana tavır koyuyorlar!”
ÇÜNKÜ: Mont Pelerin’de eğer bir bozgun söz konusu olmuşsa bunun tek sorumlusu “Rum-Yunan” ikilisinin Türkiye’nin garantörlüğünü kabul etmemeleridir. Ancak bu “itiraz” sadece “tümden AB üyesi olacak Kıbrıs’ın dolayısıyle artık garantilere ihtiyacı olmayacağı” yahut “BM’lerin veya AB’nin de ada güvenliğini sağlayabileceği” yargısına dayanmıyor!
Eğer Rum liderliğiyle Yunanistan’ın “TC’nin garantörlüğüne karşı çıkışlarının asıl nedeninin, “Türkiyesizleştirilmiş bir Kıbrıs oluşturmayı” hedeflediğini… Hedefin de “Rum egemenliğini adaya daha rahat yayacağı bir siyasi ve ekonomik konumu hazırlamak” için saptandığı bilinip kabul görmezse, tüm siyasi değerlendirmelerle girişimler hem yanlış hem etkisiz olacaktır..
ADRES TC DEĞİL: GKRY ile Yunanistan’dır! Nitekim Çipraslı Yunanistan ile Anastasiadis kumpası sonucu eğer kabul edilmeyen TC’nin garantileri yanı sıra sözcü Barış Burcu’nun ifadesiyle Rum tarafı maksimalist arsızlığıyla aklına geleni istemek yerine 5.’li konferansı kabul ederek son şansın yolunu açmış olsaydı, neydi olacak olan bilir misiniz? 5. Konferansta harita üzerinde toprak ve sınırların saptanması çalışmaları… Yani Türk tarafına yüzde 9.2 (bazılarına göre 8 küsur) oranında bir Kuzey coğrafyası bırakılırken, içinin Rum tarafına iade edileceklerle Kuzey Kurucu Türk Devletine kalacak olan mülkler yönünden yeniden saptanması… Ki arada elan elimizde tuttuğumuz yüzde 54 oranındaki sahil şeridinden bir kısmını da Rum tarafına iade etmek söz konusu olacaktı. Yani tüm Kıbrıs’ın yüzde 35.4’ü olarak kabul ettiğimiz KKTC’nin Rum tarafına iade edeceği toprak tutun ki yüzde 6.2 oranında olacaktı. (Elimizdeki rakamları doğru kabul etmekten başka çaremiz yok çünkü hangi kaynağa baş vursak değişik rakamlarla Karşılaşıyoruz.)
Eee! Müzakereler bu kadar ilerlemişken artık harita üzerinde çalışmalara zaten geçilecekken neden Anastasiadis ile Çipras muzırlık yaptı? Yukarıda anlatmaya çalışmıştık. Bütün stratejileri ile hedefleri Türkiyesizleştirilmiş bir Kıbrıs!
**********
ÇARESİZ DERTLERİN KKTC’Sİ. (BU KEZ DE BASTIRAN DÖVİZ VURGUNU.)
Medyaya bakıyorum. Hükümeti kopyalamışlar medyaya yapıştırmışlar. İkiz kardeşler gibiler. Öyle olması da çok olağan çünkü “yürütme” yoksa “medya” da yoktur.
O zaman birisi küflenmiş balyaları Karpaz’ın eşeklerine yedirelim mi yedirmeyelim mi diye kaşınırken düşünür, diğeri de her gün yoldan çıkan arabaların karşı şeride nasıl geçip takla attığının hikâyelerini anlatır!
Bizim zamanımızda mahalle bakkalları sabah dükkânlarını açtılar mı ilk yaptıkları iş kapının önüne iki sandalye atmaktı. Biri oturmak diğeri de işsizlikten dolayı oturmaktan yoruldukça diğer sandalyeyi kollara ayaklara uygunluğunca koltuk değneği gibi dayanak yapmaktı!
KKTC öylesi günleri mi yaşıyor bilmiyorum ama sanki yollar çarşılar bana geçmişe oranla daha bir boşalmış gibi geliyor. Eğer yollarda hâlâ deli deli araba sürenlerin bir kaza yapacak beklentileriyle yarattıkları heyecanlar da olmasa sanırsınız günlerden Pazar saat sabahın sekizi falandır…
EKONOMİK KRİZ SARIYOR MU? Sormaya bile gerek yok. Hatırıma hep 2001 yılını getiriyor. KKTC “milenyumu” sevinememişti. Bankalar batmış insanlar bir gecede yabancı paralar karşısında değer kaybeden TL’nin fukarası olurlarken, Erdoğan’nın önerdiği şu altına endeksli Osmanlı “meteliği” bile toprak olduydu!
DEĞİŞMEYEN KADER: Doğrusu şu ki biz TL’yi kullanma kaderini veya kadersizliğini 1974’lerden beridir kıramadık. Tamam, başka çaremiz yoktur ama bu “çaresizlik” dediğimizi Kıbrıs Türk halkı olarak tümden paylaşmıyoruz ki tasada ve kıvançta kader birlikteliği yapalım! Aksine tanınmamış devlet de olsak dövizin düşmesi ile yükselmesi, her nasılsa bizim için imtiyazsız sınıfsızlıkta tüm kanun ve kurallarıyla çalışıyor de hem tıkır tıkır!
MESELA: Erdoğan’nın deyişi ile “bankalar paradan para kazanmaya devam ediyorlar.” (KKTC’de de farklı bir olay yok! Çünkü ülkede büyük ekonomik yatırımlar yok ki büyük krediler versinler.. En kabadayısından apartman inşaatları işte!)
Buna karşın 2001 krizinin ardından Bankalar batarken yine tek suçlu döviz karşında vurgun yiyen Türk lirasıydı! Ki ilk koordinasyon Bakanımız Ecevit’in işgüzar Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğulu ne yaptıydı? “Ben dediydi Türk lirasını covertible’e tabi tutup Rum parasını tedavülden kovacağım!” Ve bir Rum lirası eşittir 36 TL serüveni ile başlayan para ile oynama olayı 1974’lerden beridir Kıbrıs Türk halkının döviz karşısındaki yıkımının “makûs talihi” olarak devam ediyor. Nitekim 43 yıldır ve hâlâ bilumum çalışanlar Türk lirasıyla ödenip, dolar, sterlin, yuro hesabıyla harcamalar yaptığından batıp batıp batmaya devam etmektedirler!
ASIL FELAKET: Her devrede yükselen dövizle birlikte fiyatlarını “artışa” oranlı yükseltip kendini korumaya alan özel sektöre karşın asıl ayvayı yiyenler sabit gelirler oldu. Memurlar, öğretmenler, polisler, sigortalılar, emekliler… Biline ki bu kez de boynu altında altında kalacak olanlar öncelikle yine bu kesimlerdir.. Çare? Bu ülkede hiçbir sorun için bulunmadı! Kaldı ki bizim olmayan paradan kaynaklı soruna çözüm bulacağız! Batmaya devam!