Kıbrıs sorununda en fazla istismar edilen iki kelime, GARANTİLER ve GÜVENLİK’tir.
Kıbrıs’ta yaşayanların bir arada yaşayabilmelerini sağlayacak ana güç, her iki toplumun eğitim sistemlerini normalleştirmesinden geçmektedir.
Eğitim BÖLÜNMEYİ değil, BİRLEŞMEYİ hedeflemelidir
1960, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktığı tarihtir.
Kuruluş Antlaşmasında, GARANTÖR ÜLKELER’in hangi durumlarda devreye girecekleri çok açık olarak yazılmıştır.
Kıbrıslılar, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra , bir birlerine güven veremedikleri için, işbirliği yerine, karşı tarafı yok etmeyi esas aldıkları için, bölünme kolaylıkla gerçekleşti.
1963-1974 tarihleri arasında Kıbrıs Türklerinin yaşadığı travmaların etkileri , Kıbrıs Türk toplumu arasında hala çok etkilidir.
Kıbrıs Rumlarının arasında, 15 Temmuz ve ardından gelen 20 Temmuz olaylarından sonra, Garantiler konusunda Garantör Ülkelerin etkili olamadıkları ve BÖLÜNMEYİ SAĞLADIKLARI görüşü çok güçlüdür.
Özellikle her iki tarafta, çözüm istemeyenler, bu sorunları devamlı gündeme getirerek, halkı çözüm isteğinden uzaklaştırmaktadırlar.
Dün, Güney Kıbrıs’ta görüştüğüm etkili gazetelerden birinin yayın yönetmeni ile bu iki konuyu alabildiğine tartıştık.
Söz konusu yayın yönetmeni 2004 te EVET kanadında yer almıştı.
Yeni bir çözüm modelinde, GARANTİLER konusu yer alacaksa, bu kez, HAYIR kanadında yer alacağını ısrarla savundu.
Aslında Kıbrıs Rumlarının tercih etmesi gereken konu çok berraktır:
Birincisi, belli bir süre daha, Türkiye askerinin, 1960 Antlaşmalarından doğan hakları olan 650 Türk askerinin adada kalmasını kabul etmeleridir.
Zaten bu durumda, 950 Yunan askeri de adada kalabilecektir.
Böyle bir durumda Kıbrıs Türkleri de Psikolojik olarak kendilerini güvende hissedebileceklerdir.
15 veya 10 yıllık bir sürede, iki toplum arasında etkili bir güven politikası yaratılabilirse, adadaki tüm askerlerin durumu yeniden tartışmaya açılabilir.
İkinci yol ise, TEK ASKER İSTEMEYİZ keskin sloganında ısrar etmektir.
Bu politika ise, adada bulunan 40 Bin Türkiye askerinin adada kalmasına devam etmesini sağlayacak yoldur.
Çözüm olmaması durumunda, Kıbrıs’ın Kuzeyinin tamamıyla Türkiyelileşeceği de madalyonun diğer yüzüdür. Analitik düşünme yerine, St lere DİNİ dogmalara sarılmak, Kıbrıs Rumlarına ve tüm Helen ırkına büyük zararlar vermektedir.
Kıbrıslıların anlaması gereken şeylerden biri, DİPLOMASİnin keskin kılıcıdır.
Çözümsüz olarak geçen her gün, bölünmeyi daha da derinleştirmektedir.
Tarihi ve olanları geri çevirme şansımız kesinlikle olamaz.
Katı gerçekleri kabul edip, mantıklı ve uzlaşıcı kararlar üretmek hepimizin görevidir.