Fatih menemen yemeğini sever miydi? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Mart 28, 2024
Köşe Yazarları

Fatih menemen yemeğini sever miydi?

Bekir AzgınBekir Azgın

Fatih Sultan Mehmet, anlaşılan, deniz ürünlerini çok seviyordu. Hicri 878 yılının, yani 1473 yılının Şaban ayında, 41 yaşındaki padişah, her gün “balık, istiridye, karides ve istakoz” yemiş.

Nerden mi biliyoruz? O ayın mutfak defteri günümüze kadar ulaştı da ondan. Defterde saray mutfağı için nelerin ve kaç paraya satın alındığı, her gün nelerin pişirildiği kaydedilmiş. Meselâ, Şaban ayı içinde saray halkının yemesi için her gün lahana çorbası pişmiş.


Bu defter 15. Yüzyılda kullanılan Türkçe konusunda da bize bir fikir veriyor. Saray mutfağına “bulgur, sadeyağ, zeytinyağı, tuz, limon, yumurta, kestane, armut, üzüm” yanısıra “māhî yani balık, (şair Hayalî diyor ya “Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler”), “mākiyan” yani tavuk, “piyaz” yani soğan, “kirdigân” yani ceviz, “kalem” yani lahana, “gerdendiraz” (uzun boyunlu) yani kaz, “kürbeze” yani karpuz, “fülfül” yani karabiber gibi malzemeler de satın alınırdı. [Bülbül kadar müzikal olan fülfül kelimesinin ortadan kalkmış olması tuhaf değil mi?]

Fatih’in deniz ürünlerine olan düşkünlüğü bana bir imtihan sorusunu anımsattı: “Fatih Sultan Mehmet menemen yemeğini sever miydi?” Böyle imtihan sorusu olur mu diye isyan etmişti öğrencilerin çoğu. Vallahi, bal gibi olur.

Böyle bir soruya doğru yanıt verebilmek için iki hususu bilmek ve karşılaştırmak gerekir. Birincisi, Fatih’in yaşadığı dönem ve Amerika’nın keşfedildiği yıl. İkincisi de Amerika’dan dünyaya ne tür sebzelerin yayılmış olduğu.

Fatih’in yaşadığı dönemi her Türk evlâdı biliyordur sanıyorum. İlkokul ve ortakullarda bize Fatih’in 21 yaşında iken 1453 yılında İstanbul’u fethettiği öğretilmişti. 50’sine basmadan bir sefere hazırlanırken Hünkâr Çayırı’nda öldüğünü de. Basit bir toplama çıkarma ile Fatih’in 1480’lerin başında – aslında 1481 yılında – öldüğünü hesap etmek mümkündür.

Amerika’nın keşif tarihi daha karmaşık bir konudur. Büyük tarihçi Recep Tayyip Erdoğan’a göre Amerika 1178 yılında Müslümanlar tarafından keşfedilmiş. Kristof Kolomb Küba’ya yaklaştığı zaman bir tepenin üzerinde bir cami görmüş. Caminin minaresi bile varmış. [Hikâye oldur ki Kolomb hakkında kitap yazan birileri “Kolomb Küba’ya yaklaşınca camiye benzettiği bir tepe görmüş” diye bir not düşmüş.]

Ne var ki Müslümanların Amerika’yı keşfinden sonra Amerika’dan bizim taraflara bir şeyler gelmedi. 1492’de Kolomb’un keşfinden sonra Amerikalardan Avrupa’ya önceleri bol miktarda altın geldi arkasından da bugün mutfağımızın demirbaşları arasında sayılan bazı sebzeler gelmeye başladı. Domates, patates, biber, kabak, fasulya, patlıcan, mısır, ayçiçeği bunlar arasında sayılabilir.

Bu sebzelerin çoğu yemek sofralarına sonradan girdi. Örneğin domates uzun  süre Avrupa zenginlerinin evlerinde süs bitkisi olarak kullanılmış. Yenebilecek sebze olduğu sonradan anlaşılmış. Osmanlı mutfağına 18. yüzyılın sonuna doğru girmiş.

Patlıcan yüzyıllar boyu Avrupa mutfağına girmemişti çünkü insanları deli ettiğine inanılırdı. Bu durum, belki de, patlıcan içinde bulunan az miktardaki nikotinden kaynaklanmaktaydı. Osmanlı mutfağına Çin üzerinden geldiği tahmin ediliyor. Girince de saray mutfağının prensesi oluverdi. [Muğla’nın Yatağan ilçesinde yapılan kazılarda bir sütun üzerinde bulunan ve patlıcana benzeyen bir kabartmaya dayanarak kazı başkanı Dr. Bilal Söğüt, patlıcanın ana yurdunun sanıldığı gibi Amerka değil Anadolu’nun Ege bölgesi olduğunu ileri sürmüştür.]

Mısır ise Mısır’dan geldiği için ona bu isim verilmişti. [Bizim köyde mısır adını hiç duymadım. Bunun adı bizde “darı” idi. Darı eski Türkçe “tarıg” kelimesinin evrim geçirmiş haliymiş ve “ekin, hububat, ve özellikle de arpa, buğday” demekmiş. Arpa ve buğdayın kendi isimleri olduğuna göre köylüler mısıra “darı” adını takmış olmalılar. Zekice.]

Patates ise Avrupa’ya hayvan yemi olarak girmiş. Fransız ihtilâli sırasında açlık baş gösterince insanlar hayvan yemine ortak olmaya başladılar. Ne var ki bu hayvan yeminin doyurucu ve lezzetli olduğunu farkedince ondan vazgeçemediler.  Zamanla yemek sofralarımızın baş tacı oldu. [Kıbrıslıların dışında yumurtalı kavrılmış (kızartılmış) pataes yemeği pişiren ve yiyen birilerine rastlamadım. Var mı rastlayan?]

Sonuç olarak diyebiliriz ki Fatih domatesi tatmadan bu dünyadan göçmüştür. Dolayısıyla menemen yemeğini sevmiş olmasına olanak yoktur.

Yemeklerden çok söz ettik. Biraz da çiçeklerden edelim. Geçen sene Nisan ayında ameliyat olduğum için misk çiçeği tohumu toplayamadım. Aksi gibi geçen sonbaharda uğradığım supermarketlerde misk çiçeği tohumu bulmak kolay olmadı. En sonunda bir tanesinde buldum. O da pembe renkliydi ve başka rengi de yoktu. Paketin üzerinde de “Kral George’un Misk Çiçekleri” diye yazıyordu.

Misk çiçeği İngiltere’de 19. Yüzyılın sonunda yaygınlaşmaya başladı. Kral George ile çiçekler arasında ne gibi bir ilişki olduğu yönünde bir bilgiye rastlamadım. Sözü geçen George, V. George olmalı diye düşünüyorum.

Misk çiçeğinin ana yurdu Kıbrıs, Sicilya ve Ege adalarıdır. Misk çiçeğine esas bizim sahip çıkmamız gerekirdi. Kokusunu sevdiğim diğer bir çiçek de sümbüldür.

Sümbül çiçeğinin mor renklisinin katmerlisi ilk kez Osmanlı bilgini Kâtip Çelebi (1609-1657) tarafından elde edilmişti. O sümbül türüne niye “Kâtip Çelebi Sümbülü” veya “Hacı Halife Sümbülü” adını takmıyoruz?

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar