‘Bazı insanlar düşmansız yapamazlar.’ diye bir cümle okudum geçenlerde. İnsanları yargılamayı değil, anlamayı seviyor ve tercih ediyorum hayatımın her alanında. Bu cümle de haliyle, çok yargılayıcı geldi bana ilk okuduğumda. Ancak biraz durup düşününce, her şey gibi bu cümleye de yargılamadan yaklaşmak istedim. Gerçekten de diğer insanlara hep bir şüphe ile bakan, kendilerini diğer insanlardan gelebilecek potansiyel tehlikelere karşı korumaya çalışan bir insan grubu olduğunu hatırladım böyle bakınca. Bir de sürekli diğer insanları eleştiren ve yargılayanların toplandığı bir grubun olduğunu tabi… Peki bu insanlar gerçekten düşman kazanmak için mi yapıyorlardı bunu? Ya da diğer insanlara karşı özlerinde düşman oldukları için mi?
Elbette ki ‘düşman hissetmek’ denilen ve içinde karşı tarafa zarar verme isteğini barındıran bir kavram bulunmaktadır, ancak bunun dinamikleri çok farklıdır. Benim okuduğum (ve beni düşünmeye iten) cümledeki ‘düşman gibi hissetme’ terimi daha ziyade dedikodusunu yapma, kıskanıp, eleştirel yaklaşma şeklinde kullanıldığı için o noktadan devam etmek istiyorum yazıma.
Sıklıkla diğer insanları kıskanan, eleştiren bir insanın aslında kendini diğer insanlar ile sürekli şekilde kıyasladığını tahmin etmek zor olmayacaktır. Bu noktada kişi ya özünde hissettiği değersizlik, yetersizlik hisleri ile hareketle ya da bu olumsuz duygular ile temas etmemek adına karşısındakini eleştirir. Aşırı eleştiri ve öfkeye neden olabilecek bir diğer durum ise kişinin, karşı tarafın yapıp da kendinin, kendine izin vermediği noktalarda ortaya çıkar. Yani kişi, bazı şeyleri yapmak isteyip de kendine koyduğu yasaklar nedeni ile yapmazken, karşısındakinin bu noktada özgürce hareket edebilmesine öfke duyar. Aslında bu kendine karşı duyduğu öfkeyi karşıya yansıtmasından ötesi değildir.
Bir de sürekli tetikte, her an başkalarının onları küçük düşüreceği, aldatacağı, canını yakacağı, yalan söyleyeceği veya istismar edeceği kaygısı içerisinde yaşayan bireyler vardır. Böyle hisseden birinin sürekli şekilde gardını kuşanıp gezmesi, diğer insanları potansiyel düşman gibi algılaması aslında son derece anlaşılırdır. Bunun temelinde yatan şeyse hem, kişinin büyürken diğer insanlar ile arasında oluşması gereken temel güven esasına dayalı bağlanmanın olmaması hem de kendine yeteri kadar güvenememesi ve sorunlar karşısında kendi sorun çözebilme kapasitesini küçümsemesidir.
Ne yazık ki tüm bu duygular ve düşünceler sonuç itibarı ile kişilerin yakın olmaları gerektiği ikili ilişkilerine yansımaktadırlar. Ve karşılıklı güvene dayalı bir ahenk içinde yaşanması gereken yakın ilişkiler, bir tarafın sürekli gardını alıp tetikte beklediği bir cephedeymişçesine yaşanır hale gelmektedir. Şüphe içinde yaşayan bu kişiler çoğunlukla duygularını karşı tarafa açmazlar. Çünkü karşı tarafa eğer duygularını açarlarsa koz vermiş durumuna düşmekten korkarlar. Bazense tam tersine canları yanmadan can yakmak adına diğer insanları aldatır ve kullanırlar. Buradaki amaç ” diğerleri seni kullanmadan önce sen onları kullan” dır.
Ne kendi değerine ne de karşısındaki kişiye bu denli güvenmeyen bireyler sıklıkla kullandıklarını hisseder ve çokça öfkelenirler. İlişkide oldukları diğer insanların sürekli olarak neyin peşinde olduklarını düşünerek yaşarlar; çünkü gerçekten kendilerini sevilmeye değer bulmadıkları için, diğer insanların da kendilerini sevdikleri için değil, kendilerinden bir çıkarları oldukları için yanlarında olduklarına inanırlar.
Sonuç da tüm bunlara paralel gelir aslında. Diğer insanlara karşı bu denli hissedilen güvensizlik ve kendine karşı hissedilen bu denli yoğun yetersizlik hisleri yakın ilişki kurulamamasına, yalnız kalınmasına/hissedilmesine ve yalnızlıkla kendine ve dünyaya hissedilen öfkenin artması sonucu bir kısır döngüye girilmesine yol açar.
Peki ne yapalım dediğinizi duyar gibiyim. İnsan olarak bizler yakın ilişki kurarken, ilişkinin kendisini batırmamakla yükümlü olduğumuz bir gemi gibi düşünmeliyiz. Bu kişi partnerimiz, annemiz, babamız, evladımız, dostumuz olabilir. Her ne olursa olsun asla aynı cephede aynı amaç uğruna savaştığımızı unutmamalı, ilişki içinde kendimizi koruyup kolladığımız kadar karşı tarafı da koruyup kollamalıyız. Bu karşılıklı güveni, saygıyı ve özveriyi gerekli kılan bir durumdur. Yeri geldiğinde birimiz uyumak için kamaraya gideceğinde dümeni de canını da karşı tarafa teslim edebilecek bir güven ortamı olmalıdır. Bu tek bir kişinin çabası veya özverisi ile olabilecek bir durum değildir.
Dalgalarla boğuşacağımız zamanlarda birbirimizi suçlamak yerine güçlerimizi birleştirebilecek kadar olgun ve soğukkanlı kalabilmeliyiz. Hata yapmanın insanın doğasında olduğunu ve belirli bir eşiği geçip bize/ilişkimize ciddi bir zarar vermedikçe bunun olabileceğini kabul etmeliyiz. Sevdiğimiz insan bir hata yaptığı noktada bunun ne kadarının bize yönelik olduğunu, ne kadarınınsa o kişinin becerisi/karakteri ile ilgili olduğunu sakinlikle gözlemleyebilmeliyiz.
Tüm bunlardan anlayacağınız üzere sağlıklı ilişkiler kurabilmek hem kendinize hem de karşınızdakine belli oranda güvenebilmeyi hem de o oranda anlayışla yaklaşabilmeyi gerekli kılmaktadır. Bu denli hayata güvensiz bağlanmışken bunu yapmanın hiç kolay olmadığını biliyorum. Ama kimse sizden hemen bugün %100 güvenle ilişki kurmaya başlamanızı beklemiyor. Sadece tarafsız kalın, gözlemleyin, alıngan olduğunuz durumların farkına varın ve bir hayal kırıklığı yaşamanız halinde toparlayabileceğinize dair kendi gücünüze güvenin.