"DÜNYANIN O SON “GÜNÜ!” - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 16, 2024
Köşe YazarlarıSürmanşet

“DÜNYANIN O SON “GÜNÜ!”

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Henüz ceplerimizde taşıdığımız telefonlarımızın.. Koltuklarımıza uzanıp önünde saatlerimizi geçirdiğimiz televizyonlarımızın.. Yada kucağımızda yahut özel masalarında biteviye tıklayıp parmaklayarak üzerinde gezindiğimiz bilgisayarlarımızın.. Olmadığı yıllarda; bugünlerin ve  dijital dünyanın da  oluşumunu haber veren sinema filmleri vardı, çok uzun yıllar beyaz perdeden o filmleri  izlerdik..

Ki o filmlerde bazen insanların bir ayağı Ay’da bir ayağı Mars’ta olurdu!             “Dünyadaki Federasyon güçleri” yıldızlarla kaplı gök kubbemizin  derinliklerinden gelen acaip kılıklı uzaylılarla  savaşırlardı!..


Ve çoğu zaman dört kutsal kitabın da haber verdiğince o kaçınılmaz “kıyamet günü” gelir, gündüzleri güneşle   akşamları yıldızlarla ışıldayan gök kubbemiz zift gibi krarırken..                                                       Dünya insanları Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya kadar kaçınılmaz yok oluşun  son çığlığında insanlar birbirlerini çiğneyerek kaçışırlardı.                                               Dünyanın her tarafında camiler, kiliseler sinegoklar son dualarını yapan insanlarla dolarlardı…

Bazen da attıkları bombaları, yağdırdıkları kurşunları yada namlularından  lavlar çıkan silahlarıyla uzaydan gelen acaip  canlılar alırlardı insanların canlarını…

***

DÜNYANIN DİNGİLİ KOPTU: O eski Amerikan filmleri bilimkurguydu..   Ve hep dünyamızın dışından gelecek şer güçleri haber verirdi.                                                               Kurandaki bir ayette  ise “Sûr’i İsrafil gelip borusunu öttürdüğünde o kıyamet gününü haber verecek der..”

Yoksa o haberci pandemi miydi?”

Yoksa küresel ısınmadan dolayı  Antartika’dan kopup Okyanuslarda serseri mayınlar gibi dolaşan devasa buzulların yaratacağı felâketler mi? Yada depremler, indifa eden  yanardağlar mı? Bilemiyoruz! Ancak çok korkuyoruz!

…NE var ki insanlık hâlâ dersini almış gözükmüyor.. Yoksa zaten kendini yok etmek için kurgulanmış dünyayı o büyük “son”dan önce mahvetmek için elinden geleni yapmazdı!                                                                MESELA savaşmazdı. Düşmanlığı değil barışı yeğlerdi. Gözle görülmeyen bir virüse bile yenik düşecek kadar acizlik içindeyken mazlumun, haklının yanında olurdu..

Oysa dünya hızla kendini o büyük “son” bile gelmeden bitirmek için uğraşıyor!             YAZIK! Çocuklarımıza, gelecek nesillere vaat ettiğimiz o güzel ve barış dolu dünyayı değil..                                                             Virüslü, Her biri bir memleket kadar büyük denizlerde yüzen o  buzdağlarını, kuraklığı, açlığı, savaşları bırakıyoruz..                                              ***

VE BİR DE SİYASİ SORUNU! Ki 1974’den hemen sonra çözüm olsaydı bugün “küçük çatanaların büyük gemileri çektiği çok görülmüştür” deyişini doğrulayıp ispatlayan bir gerçeğin toplumu olacaktık.   Çünkü Avrupalı olacaktık.

Güney gibi hilebazlık ve kanunsuzlukla şuna buna AB pasaportu satmayacaktık ama  Türkiye’yi AB’e taşıyacak, kapılarının  açılmasını sağlayacaktık.

Rum tarafı ile oluşturulacak dostluk ve ikili işbirliği, TC ile Yunanistan’a da yansıyacaktı.

Kıbrıs’ta gerçekleştirilecek  işbirliği ile güç birliği, Türkiye ile Yunanistan arasında da  tesis edilecekti..                                       Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı, ötesi yeni ortaklıkların kapılarını açacak, özellikle turizmde Ege ve Marmara dünya turizminin odağı olacaklardı.

Şimdilerde ise ola ola her iki ülke de Amerika ve Fransa gibi bazı Avrupa ülkeleriyle İsrail’in askeri ve ekonomik çıkarlarını kapsamına alan  ülkeler için kullanılmaya çalışan   “düşmanımı düşmanına vurdurt” politikalarının mekanik tuzakları oldular!

***

GUTERRES KEYF Mİ ÇATIYOR? Bu yalın gerçeklere karşın BM’ler Genel Sekteri  tarafları Nisan ayında Cenevre’de bir araya getirecek..                                                          Gündem ise çok enteresan! Şöyle ki Cenevre’de toplanacak tarafların müzakerelere hazır olup olmadıklarına bakacaklar!”

OYSA: Sn. Tatar’ın “iki ayrı devlete dayalı çözümden başka çözüm olamaz,” Anastasiadis’in ise “asla iki devlete dayalı çözüm konuşalamaz” dediği gerçekte; Cenevre’ye gitmeye ne gerek vardı.             Açardı telefonu Sn. Tatar’a sorardı. “Federasyonu görüşür müsün görüşmez misin?” Keza Anastasiadis’e de sorardı.. Ve anında cevaplarını alırdı..

Tabi olay öyle değil. Hoıca Nasrettin de günlük ve basit kıyafetiyle bir düğün yemeğine katılmış, nerdeyse bağdaş kuracak yer bile yok, yüzüne bakmamışlar.

Eve koşup “kürkünü” giymiş kendine çeki düzen vermiş yeniden düğün yerine dönmüş ki ayaklarının bastığı yerlere halı sermedikleri kalmış!  İltifatlar, sırt sıvazlamlar,  hoşamadiler…

Derken Hoca sofraya çökmüş, ya bismillah dedikten sonra  kürkünün yenini tabağa uzatırken söylenmiş: “Ye kürküm ye!”

Ne var ki kaç BM’ler sekreteri geldi geçti hiç birinin o dünyasal “yetki ve sorumluluğu” Kıbrıs siyasi siyasi sorununu çözmeye yetmedi! Keşke Hoca’nın “kürkü” kadar kıymeti harbiyeleri olsaydı.

Çünkü tümü de yanlış yolu yürürken doğru yolu yürüdüğünü sandı. Yazık ki Guterres de  ayni yolun yolcusu olmakta!

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar