DENEME - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 16, 2024
Köşe YazarlarıSürmanşet

DENEME

Begüm DadakoğluBegüm Dadakoğlu

Adım Begüm, on altı yaşındayım. Yazdığım denemeyle aile içi şiddet ve çocuklara yönelik cinsel istismar hakkında elimden geldiğince farkındalık yaratmayı amaçlıyorum. İnanması ne kadar zor ve mide bulandırıcı olsa da çocuk cinayetleri, çocuğa yönelik fiziksel, duygusal şiddet ve cinsel istismar çok yaygın. Daha da korkunç olanı bu çocukların katilleri, istismarcıları da çoğunlukla yakınları, tanıdıkları ve güvenmelerini beklediğimiz insanlar. Bu çocukların evlerini ve ailelerini korktuklarında, çaresiz kaldıklarında sığınabilecekleri, güvenli bir ortam olarak görmeleri gerekiyor ama veriler bunun aksini belirtiyor.

Türkiye’de Acıbadem Suç ve Şiddeti Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan raporda 2006-2019 yılları arasında çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarının 10 kat arttığı, 2006 yılında 2,337 karar verilirken bu sayının 2019’da 21,518’i geçtiği vurgulandı. Tabii bu buzdağının yalnızca görünen kısmı. Derneklerin, bakanların ve sivil toplum kuruluşlarının verileri ancak adli makamlara ve basına yansıyan vakalarla değerlendirilebiliyor. Birçok istismar ve şiddet olayı çeşitli nedenlerle örtülü kalıyor. Bu sadece bununla kalmıyor. Türkiye’de 2019’da TÜİK’in açıkladığı doğum ve evlilik istatistiklerinde 17,047 kız çocuğunun evlendirildiği, 9,714’ünün doğum yaptığı vurgulandı.


Araştırmasında 28 ülkeye yer veren UNICEF cinsel ilişkiye zorlanan 10 kız çocuğundan 9’nun istismara bir yakını tarafından uğradığını belirtmiştir. İnternette 36 binden fazla, içinde çocukların bulunduğu müstehcen fotoğraf dolaşımda, bu sayının yüzde 42’si yedi yaş ve altı, yüzde 77’si ise dokuz yaş ve altı çocuklardan oluşuyor.

Özetle ülkemizde de çocuk haklarının gün geçtikçe daha da görmezden gelindiğini gözlemliyoruz. Çocukların yüksek menfaatini düşünmek ve buna göre uygun adımlar atmak gerekmektedir. Söz konusu çocuk istismarı ise 1 bile çok yüksek bir rakamdır.

SADECE BİR ÇOCUKTU

Saatin tık tık sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Masam da kafam gibi darmadağındı. Ne yapacağımı bilmiyordum. On bir senelik iş hayatımda böyle bir davayla daha karşılaşmamıştım. Olabilecek senaryolar gözlerimin önünde film şeridi gibi süzülüyordu. Aniden yakın dostum Sena elinde iki kahveyle ofisime daldı. Tebessümünün aniden solmasından şaşırdığını anladım. Beni daha önce bu kadar çaresiz bir vaziyette gördüğünü sanmıyorum. Elindeki ılık kahveyi masama bırakırken sessizce karşımdaki koltuğa oturdu. Masamdaki her yere dağılmış dosyalara bakarken yüzünde umutsuz bir ifade belirdi. Kafam bu kadar karışıkken görmek isteyeceğim son şeydi diyebilirim.

-Nasıl gidiyor?

Hiçbir yere gitmediğini o da biliyordu. Yıllardır bu kadar hassas bir dava daha almamıştık.

-Kötü.

Kötü demek yeterli miydi bilmiyorum. Kendimi sıkışmış hissediyordum.

-Nasılsın?

Benim için endişelendiğinin farkındaydım ama içini rahatlatacak cümleler kuramayacak kadar yorgundum. Zor bir sene geçirmiştik. Hiçbir dava kolay değil ama konu yedi yaşında bir çocuk olunca insanın üstüne binen yük artıyor. Kendimi yetersiz hissediyordum. Bu zavallı çocuğun yardımıma ihtiyacı vardı ama ben aklımı bir türlü toparlayamıyordum. Düşüncelerimde yüzmekten Sena’nın odada olduğunu tamamen unutmuştum.

-Eve gitmeyecek misin? Saat geç oldu, dinlenmen gerek.

-Dinlenmem değil kafamı toparlamam gerek. Daha kaç çocuğun öldürülmesi lazım? Ali ilk değil. Son da olmayacak. Bir sürü çocuk şiddet gördüğü kişi ya da istismarcısıyla aynı çatıyı paylaşıyor. Üstü örtülüyor ve gereken önlemler alınmıyor. Bu çocukları neden kimse koruyamıyor? Bir yerlerde bir problem var ve çözülmesi gerek. Ali’nin de aynı kaderi paylaşmasını istemiyorum. Neyse dediğim gibi kendime gelmem gerek. Kahve yardım edecektir. Yarın büyük duruşma var. Her şey hazır ama yeterli olacak mı bilmiyorum.

Sessizce yüzüme baktı. Cevap vermeyeceğini düşünüp işime döndüm. Tekrar üstünden geçebileceğim bir sürü rapor vardı.

-İrem endişeleniyorum senin için.

-Söylediğim o kadar şeyden sonra benim için mi endişeleniyorsun? Çok fazla çocuk var yardıma ihtiyacı olan ama hiçbir şey yapamıyoruz, bir fark yaratamıyoruz. Ve sen benim için endişelendiğini mi söylüyorsun?

-Ali için bir fark yaratabiliriz. Tabi o farkı yaratabilmek için enerjiye ihtiyacın var. Sabahlara kadar ofisinde kalıp dosyalarla bakışmanın bize bir yararı olduğunu sanmıyorum. Aksine uykusuzluk iş kaliteni düşürüyor. Biliyorum senin için çok önemli, herkes için öyle. Hassas bir dava. Ama yapabileceğimiz her şeyi yaptık zaten. Yarın belli olacak artık. İstediğin kadar dosyaları tekrar tekrar karıştır bir şey değişmeyecek bu noktada.

-Ben bir senedir ofisimde çalışıyorum. Zavallı Ali ise onu öldüresiye dövmüş adamla aynı evde barınıyor. Gözümden kaçan hiçbir şey olmadığına emin olmak istiyorum. Ona bu kadarını borçluyum.

-Sadece iyiliğini istiyorum. Kendini kaybediyorsun. Detaylara takılmaktan büyük resmi unutuyorsun.

Sena ve kişilik derslerini daha fazla dinlemek istemediğim için odadan hızlıca çıktım. Evde daha rahat araştırma yapabileceğimi düşündüm. Bu dava benim için çok önemli. Bu çocuğun hayatında bir fark yaratabileceğimi biliyordum ve bunu gerçekleştirmek istiyordum. Yardımıma ihtiyacı vardı.

Geceleyin büro çok tenhaydı. Gündüz vakti eksik olmayan gürültü ve klavyede yazı yazma seslerini işitmemek her zaman çok ilginç geliyordu. Kapıdan adımımı attığım an buz gibi esen rüzgâr yüzüme çarptı. Mayhoş gözlerim soğuğun etkisiyle fal taşı gibi açıldı. Sanki çok gerçekçi bir rüyadan uyanmış gibi hissettim. Kötü bir rüyadan… İyi geleceğini düşünüp yürümeye karar verdim. Sokaklar zifiri karanlıktı. Aklım hala küçük oğlanın davasındaydı. Bir bakıma çok benziyorduk. Bana küçüklüğümü andırıyordu. Gözlerindeki çaresiz bakışı, korkudan tek bir kelime edemeyen dili… Küçükken birisi beni hapsolduğum cehennem çukurundan kurtarsaydı belki hayatım daha renkli olabilirdi. Çok sinirli, mutsuz bir anneyle büyüdüm. Babam bizi ben daha doğmadan bıraktı. Annem evlenmeden hamile kaldığı için ailesi tarafından dışlanıyordu. Onun gibi bir canavara anlayış göstermek içimi kanatıyor ama elimde değil. Yalnız, korkmuş, fakir, sevilmeyen elinde onu terk etmiş adamın bebeğiyle bir başına kalmış bir kadın. Çok zor bir hayatı oldu. Ama benim bir suçumun olmadığını asla anlamadı. Ali’nin durumu da çok benzer. Sevmeyi bilmeyen bir ebeveyn ve korkmuş, yalnız bir çocuk… Her neyse, elimden gelen her şeyi yapacağımı biliyorum.  Ali’yi babasından alamamamızın sebebi olayla ilgili konuşamamasıydı. Babasından korkuyor olmalıydı. Haksız da değildi. İri yarı, her adımı beş metre öteden duyulan bir adamdı. Sevimli bir tipi olduğunu da söyleyemezdim. Gözleri içine çökmüş, burnu öne eğikti. Üst dudağını tamamen kaplayan gür bir bıyığı vardı. Yer çekimine yenik düşmüş yanakları ve çatık kaşları yüzüne sinirli bir ifade veriyordu. Küçüklüğümde kabuslarımı süsleyen Gargamel’in iri ve bıyıklı hali gibiydi. Yürüdüğüm yirmi dakika boyunca aklıma Ali ve davası dışında hiçbir şey gelmedi. Zaman aklında yüzlerce tilki koşuştururken çok hızlı geçiyordu. Attığım her adım kafamı daha da karıştırıyor, sinirlerimi daha da bozuyordu. Kafamın içindeki labirentten çıkmamı sağlayan telefonumun çalması oldu. Arayan Sena’ydı.

-Hemen mahkemeye git! Ben de şimdi çıkıyorum orda buluşalım!

Nefes nefeseydi. Sanki kalp atışlarını hoparlörden duyuyor gibiydim.

-Ne? Neler oldu?

-Hemen diyorum!

Cevap vermeme fırsat vermeden telefonu yüzüme kapadı. Ne olduğunu anlayamadan koşmaya başladım. Mahkeme büroya on dakikalık yürüme mesafesindeydi. Yirmi dakikadır yavaşça aksi yönüne doğru yürüyordum. Yetişebileceğimi düşündüm. Bu saatte taksi de bulamazdım zaten. On dakika kadar koşmanın ardından kestirme yola saptım. Biraz daha ilerledikten sonra polis ışıkları yüzüme çarptı. Gökyüzündeki yoğun ve boğucu siyahlığı bıçak gibi kesen mavi, kırmızı ışıklara doğru hiç düşünmeden koşuyordum. Birkaç metre ilerleyemeden ambulans sesini duydum. Çok korkmuştum. Neler oluyordu? Kafamdaki endişeler birdenbire yüzlerce kilo olarak bacaklarıma indiler. İlerleyemiyordum. Olduğum yerde çakılmış gibiydim. Çok kötü bir şey olmuştu. Ama ne? On saniye kadar olduğum yerde ışıkları izledikten sonra gerçekliğe geri dönüp koşmaya devam ettim. Ayakkabılarım topuklarımı keserken yeni aldığım beyaz çorapların kan olacağı umurumda bile değildi. Mahkemeye ulaştığımda bahçe polis, gazeteci ve meraklı mahalle sakinleriyle doluydu. Daha ne olduğunu anlamadan Sena kolumdan beni çekiştirip içeriye götürdü. Hızlı adımlarla arka çıkıştan olay yerine geçtik. Küçük dar kapıdan geçer geçmez gördüklerim aniden mideme oturdu. Etraf kan banyosu gibiydi. Kim olduğunu bilmiyordum ama kendisini Yüksek Mahkeme binasının çatısından atarak bir şeyler demek istiyor gibiydi. Fotoğrafını çekebilmek için vücudun üstüne tutulan ışık her şeyi net ve detaylı bir şekilde gösteriyordu. Kafatası patlamış beyninin yarısı etrafa saçılmıştı. Sol bacağı kırılmış tersine katlanmıştı. Yüzü bize dönüktü. Sanki kan içinde uyuyor gibiydi. Kusacak gibiyken Sena’nın sesi sayesinde kendime geldim.

-Mustafa Bey…

-Alicik’in babası Mustafa mı?

-Evet.

Kanım çekilmişti. Bir sene içerisinde onlarca mahkemeye çıkmıştık. Nasıl bir adam olduğunu az çok biliyordum. Yaptıklarından pişman olacak bir adama benzemiyordu.

Daha çok midemizin kaldırmayacağını fark edip içeriye girdik. Bir gece için daha fazla şok yaşayamayacağıma yemin edebilecekken asansörden gözleri yaşlı, dudakları soğuktan mosmor olmuş, onu taşıyan polise sımsıkı sarılırken tir tir titreyen Ali çıktı. Şoktaydı ve çok hızlı nefes alıyordu. Panik atak geçirdiğini düşündüm. Çok korkmuştum. Babasının şimdiki planı neydi? Hayatına son vermeden oğluna bir travma daha mı yaşatmak istemişti? Gözlerinin içine bakarken tüylerim diken diken oldu. Bunları yaşamayı hak etmemişti. Güçlü bir çocuktu ama sadece bir çocuktu. Ambulansa doğru ilerlerken kucağında olduğu polisin omzundan bize bakıyordu. Daha önce birçok kez duruşmalarda görüşmüştük, beni tanımış olmalıydı. İçim kırılarak yarım bir tebessüm ettim. Cevabımı alamadan ambulansa bindiler. Biz de peşlerinden Sena’nın arabasıyla hastaneye doğru yola koyulduk.

Hastane çok sıcaktı. Soğuk geceden sıcak, nemli hastane ortamına girmek ve havadaki insanın boğazına yapışan ilacı solumak başımı döndürmüştü. Yaklaşık bir buçuk saattir Ali’nin psikiyatristin odasından çıkmasını bekliyorduk. Tek bir kelime konuşmuyor zaten bu kadar saat ne yaptılar diye söyleniyordum içimden. Üstüne gelmelerini istemiyordum. Birkaç gündür düzgün uyuyamadığımdan duyularım karmakarışıktı. Sadece Ali’nin güvende olmasını istiyordum. Kendimi asla bir anne olarak görmemiştim ama belki de anne olmak böyle bir histi diye düşündüm. Kapının yavaşça açılmasıyla hemen ayağa kalktım.

-Evet? Sonuç nedir?

-Çocuğun durumu iyi değil. Detaylı raporumu verdim zaten. İnceleyebilirsiniz. Korkarım ki konuyla ilgili konuşmasına müsaade veremem. Konuşacaksa önce zamana ihtiyacı var, o da eğer hatırlarsa tabii ki.

En doğrusu da bu diye düşündüm. Zaten çok korkmuştu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bacaklarımın ağırlaşmasıyla oturmaya karar verdim. Sena da yanıma yerleşti. Ne kadar yorgun olduğumu düşünürken kendimi bencil hissediyordum. Zavallı çocuk daha sekiz yaşındaydı. Çok daha iyisini hak ediyor diye düşündüm.

-Belki de en iyisi budur.

-O iğrenç adamın ölümle kurtulması mı?

Sesinden söylediklerime çok sinirlendiğini anlamıştım.

-Çocuk için konuşuyorum.

-Bilmiyorum. Belki de haklısındır.

Doktor bey geri döner dönmez Ali’yi görmek istediğimi söyledim. İzin verdiler. Yavaşça kapıyı açtım. Benden korkmasını istemiyordum. Koca koltukta oturmuş elinde meyve suyuyla boşluğu izliyordu. İçeri girdiğimi fark edince bana döndü. Yüzünden kafasının ne kadar karışık olduğu belliydi. Yavaşça ilerleyip yanına oturdum. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama birlikte öylece oturduk. Ne söylemem ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Birdenbire bana dönüp yavaşça sarıldı. Çok şaşırmıştım. Ben daha sözcük seçmeye çalışırken sessizce bir şeyler mırıldandı. Ne söylediğini anlamamıştım. Biraz aşağı eğilip sakin ve yumuşak bir ses tonuyla;

-Efendim? Anlayamadım. Tekrar söyler misin?  Dedim.

-Bitti mi?  Diye tekrarladı.

Yavaşça başını okşayıp ‘’Bitti.’’ diye fısıldadım.

AĞZI KAPATILAN ÇOCUKLAR İÇİN

 BAĞIRIYORUM!

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar