Zaman zaman yazmışımdır. Yetişmekte olan çocuklar ilkokul dönemlerinden geçip gençlikleriyle birlikte gördükleri eğitim öğrenim yıllarında ne kazanmışlarsa, bir ömür o kazanımlarıyla birlikte yaşarlar.. Bilgileri, becerileri, alışkanlıklarıyla.. İyilikleri kötülükleriyle..
Karakter oluşumunun yıllarıdır okul dönemleri.. Ki her insanın hatırasında her zaman çok özel bir yerdedir..
Tadına varılamayan anlatımlarda yaşanır.. İlk aşklar, ilk kaçamaklar, gizlice içilen ilk sigara..
Sevgiliye yazılan ilk mektuplar..
Bazen ömür boyu sürecek arkadaşlıklar, bazen koparken darmadağın olmuş ilişkiler..
İlk tartışmalar, ilk kavgalar!..
**********
YIL 1948 olmalı. Mağusa surlar içi yolları, yıkık antik kiliseleri, hanları, kahvehaneleri, meyhaneleri, kerhaneleriyle nabız gibi atan, limanından dolayı ayrıcalığı olan bir kasaba işte..
Bu kasabanın biri “özel,” diğer ikisi İngiliz Koloni Yönetiminin denetimde üç “okulu” vardı. Özel olanı Nahida hanım dediğimiz emekli bir bayan öğretmenin hemen şimdilerdeki Ayakserino kilisesinin yanındaki evinde açtığı paralı anaokuluydu..
Diğer ikisi 1924’lerde inşa edilen “Gazi ilkokulu” ile “Pertev Paşa küçükler ilkokuluydu.” Pertev Paşa ilkokulunda1.2.3 sınıflar eğitim görür, Gazi ilkokulunda 4.5.6. sınıflar okurdu..
Bugün anlatmak istediğim, bu okullarda, sonrası hayatlarımıza “olumlu ve faydalı” alışkanlar katan eğitim öğrenim sisteminin bir parçası olan “tarım dersidir..”
Tabi biliyorum: Artık “uzay çağı” ile ifade edilen dünyada, “teknoloji ile teknokrat” kavramlarına bağlı post modern ifadesiyle müthiş bir devinim ve değişim içindeyiz ama kabul edelim ki bu uğurda “Allah’ın dört mevsimini bile şaşırtarak, dünyayı sürekli artan doğal afetlerin küresi haline getirdik!”
**********
OYSA 1948’lerin çocukları olan bizler, yukarıda sözünü ettiğim Mağusa’daki okulların öğrencileri, bugün “felâketi” de beraberinde getiren ve bu nedenle sık sık büyük “doğal afetlerin” nedeni olan “post modern” eğitimlerle değil; aksine doğa ile barışık ve doğaya katkı ile yetiştiydik..
Mesela henüz radyomuz bile yoktu evlerimizde ki telefon olsundu! Hatta oynayacak topumuz da yoktu. “Rahle dediğimiz” sıralarda oturur matematik, Türkçe, coğrafya, tarih, yurttaşlık bilgisi, imlâ, kompozisyon, müzik, resim, din gibi dersler görür, beden eğitimi yapardık..
BİR dersimiz daha vardı ama: “Tarım Dersi.” Toprağı çapalar çiçek sebze ekerdik.. Toprağı çapalar ağaç dikerdik.. Toprağı gübreler, toprağa iyice karışsın diye yine çapalardık..
Her öğrenci evinden bir saksı getirir karanfil, dildamak, şabboy gibi çiçek tohumlarını yada fidelerini eker, yıl sonuna kadar bakımını yapardı.. Yıl sonunda tarım öğretmeni her öğrencinin saksısında yetiştirdiği çiçeğe bakar karne notu verirdi..
Kısaca tarım dersi uygulamalıydı… Bizim kuşaklar bu nedenle çiçek ağaç sevgileriyle büyüdü.
**********
1948’lere geri gidip bunları neden mi anlattım? Hemen hergün arabamla Mağusa surlar içine uğrarım. Mağusa kapısından girer sol taraftaki hisar yolundan “kuru çeşmeyi” geçip… İşte çocukluğumun o Pertev Paşa İlkokulunun hisar tarafına bakan arka avlusunun yanından aşağı yola saparak Namık Kemal Meydanına varırım..
Pertev Paşa ilkokulunun ön ve arka avluları olanca haşmetleriyle göklere uzanan yemyeşil okaliptüs ağaçlarıyla doludur. Onların bir kısmını 1948’ler yada 1950’lerde falan biz ilkokul öğrencileri diktikti. Ekmemiz için getirdiklerinde Küçücük fidanlardılar. ********* Çukurlarını çapalarla biz küçücük öğrenciler açtıktı. Her öğrenci kendi ektiği fidanının bakımından sorumluydu. Onları biz ektikti. ilk can sularını bizler verdikti. Her öğrenci kendine ait fidanı her sabah suvarırdı. (Yazık ki benim ektiğim fidan iki yıl kadar sonra kurutuverdiydi..) **********
…YA ŞİMDİ? Her yıl ektiğimiz ağaçlar kadarını yakıp kesip ziyan ediyoruz. Tarım sektörü gitgide geriliyor, ekilmeyen topraklar ekilenlerden çok daha fazla!
Çünkü artık toprağı sevmiyoruz. Çapalamayı, ekmeyi, yetiştirmeyi unuttuk!
Tarım sektörümüz gitgide geriliyor! Hatta diyorum, gün gelecek tarım alanlarımızda ekip biçecek, üretecek insanları dışarıdan getireceğiz.. Yazık..