Şimdilerde söylenmez ama eskilerin beylik laflarındandı. “Adam olacak çocuk kakasından” bellidir” derlerdi!
Lafı siyasi soruna yönelik müzakereler sürecine getireceğiz çünkü gitgide sarpa sarıyor! Olanları gördükten sonra söylemiyoruz bunu! Başından beridir söylediğimiz için tekrarlıyoruz. Çünkü çocuk doğduğundan beridir prematüre! Ta 1960’dan beridir kuvezde yaşıyor!
Uzatmadan bugüne dönelim. Çözüm arayışına girerken öncekilerde olduğu gibi “tu kakadan” saydığımız yığınla “kelimeleri” sorunun içine öylesine kattık ki her biri ayrı bir sorun oldu!
Mesela: “Birleşik Kıbrıs”la başladık, “Kurucu Devletlerle” devam ettik! Ya “birleşik” olacaktık ya “Kurucu” devlet!
Mesela: “Tek devlet, tek yurttaşlık, tek uluslar arası temsiliyet” dedilerdi. Sonra “iki Kurucu devletten oluşacak Federal Cumhuriyete” geldik! Mesela: “Yeni federal devlet Kıbrıs Cumhuriyetinin evrimleşmesi olacak” dedilerdi! Baktık KC’nin üzerine Kuzey’e dönecek yüzlerce Rum ahali ile kendilerine iade edilecek yöreler oturtulmuş! Artı, kulpu da AB müktesebatının 4 özgürlüğü olarak takılmış!
Mesela: KC’de Kamu hizmetlerinde Türk Rum temsiliyet oranımız 3 Ruma karşı bir Türktü. Şimdi 4’e bir oldu!
Mesela: Siyasi eşitliğimiz olacaktı! Olmayacağını Başkanlık sisteminde görüyoruz.
Mesela: Garantiler devam edecekti. Müzakereleri dağıtacak kadar büyük sorun oldu!
ÖTE YANDAN: Araya olmadık gevezelikler de soktuk: “Duvarları yıkalım” dedik! “Halklar kardeşse Türk-Rum kardeşliğini yeniden diriltelim” dedik! “Zaten bu iki halk asırlardır birlikte yaşadılardı” dedik! “Aslında Türkiye müdahale etmeseydi yine birlikte yaşamaya devam edecektik” dedik! “Rumun malı ne zamandan beridir bizim oldu” dedik! Dedik oğlu dedik!
Şimdi bir daha bakıyoruz, Kuzey’de Rum arsızlığı nedeniyle fıcırığı çıkarılmamış tek “varlığımız” kalmadı! Dolayısıyle “ne iki kurucu devlete dayalı kendi içimizde özerk olacağımız” bir siyasi çözüm gerçeği var ne de çözüm olsa bile sonrasında hayal ettiğimiz barışla istikrar var! Kısaca şunu görüyoruz: Rum tarafı Sn. Akıncı’nın üzerinde ısararla durduğu “takvimlendirmeyi” bile kabul etmedi çünkü müzakerelerin devamında mahzur görmüyor! Son darbeyi indirdiğinde o “takvimi” kendisi teklif edecek! Rum için henüz sorun kıvama gelmediğinden, müzakereler kesilse de “bittiği yerden yine başlar!”
**********
EĞİTİM, OKULLAR, SENDİKALAR…
Beğeniriz beğenmeyiz. “Sendikasız demokrasi olmaz.” Muhalefetsiz iktidar olamadığı gibi! Dilimize pelesenk devletin devinimi “zıt güçler” dengesi üzerinde oluşur. Ne var ki “zıt güçleri” zıtlık anlamında muzırlık haline getirirseniz önce iç barışı ardından (KKTC’de yoktur ama) istikrarı bozarsınız!
Yeni ders yılı başlayalı beridir sürüşmeler devam ediyor! Daha önce de yazdıktı: “Bu kez sendikalar haklıdır” dedikti çünkü okullar açılmadan sorunları bircik bircik açıklayarak Eğitim Bakanlığını uyardılardı. Öğretmen eksikliğinden okulların alt yapısına kadar. (Zaten eğitimde başka ne sorun olabilir denecektir de “hem de ne sorunlar” diyeceğiz ama bugün konumuz değil!)
SENDİKALARIN TUTUMU: Eğer“olanı geri çekemez” bütçesel açmazlardan kaynaklı “eğitim öğrenim eksikliklerinin hemen giderilmesini başaramayacaklarsa sürtüşmeyi uzatmanın mantığı olmaz! Ha, uzatıyorlarsa çoktandır muhalefet partilerinin hükümet üzerindeki muhalefet görevini artık “sendikaların” da yüklenerek, olayları siyasallaştırmalarıdır!
OLAYLAR: Hiç köy ve okul adları önemli değildir. Eğitimde “öğretmenlerin güçlü sendikalarıyla” kazandıkları hakları bal kaymaktır! Bir öğretmeni bir okuldan alıp bir başka okula atayamazsınız. Öğretmenlere haftalık ders saatlerinin dışında tek bir dakikalık fazla ders yükleyemezsiniz! Özellikle ilkokullarda “sınıf öğretmenliği” kaldırılalı beridir neredeyse her dersin bir öğretmeni modeline geçilecek! Dolayısıyla “öğrenci ile öğretmeni arasında iletişim sevgi ve anlayışa” dayanacak yakınlaşma olayı yaratılamıyor..
Hemen ve gitgide okullarda görevli öğretmenler, “dersimi verir çeker giderim anlayışını “haklarının hakkı” olarak görüyorlar…
BİRLEŞTİRİLMİŞ OKULLAR: İlk kez Eğitim Bakanlığı döneminde bu sistemi Talat getirdiydi. Çok da iyi yaptıydı çünkü nüfusu düşen köylerdeki okullarda on, on beş öğrenciye tek bir öğretmen, tek bir odada beş sınıfın ayrı ayrı programlarıyla ders vermek zorunda kalıyordu! Önce “taşımacılık” sorunları şimdilerde “ben okulumu öğretmenimi isterim” direnişleri ile bu sistem de zorlanmaya başladı..
Ha ne diyecektik? Sendikalar elbet olacak, eylem de yapacak! Fakat “değiştirilemeyecek gerçekleri” mevcut iktidarı yıpratmak dayatmasında değil! Hükümete gelince: “Müzakere” lafına çok aşinayız! Eğitim Bakanı ilgili sendikalarla bu “müzakere” kelimesini pek ala da gündeme getirebilir…
**********
KISACA TAKILDIĞIM: “MAĞUSA LİMANINDA BARİKAT!)
Bir zamanlar İngiliz sömürge idaresi militaristleri, ardından Rum Eokacılar Türk halkını kendi gettoları içine hapsederek soluk almalarına bile fırsat vermediği dönemlerde köylerin kentlerin girişlerini çıkışlarını barikatlarla kapatırlardı! Çoğu yerlerde o barikatlardan geçen insanlar yoklanır, aşağı yukarı inip kalkan düzenekten ancak öyle geçebilirlerdi..
Mağusa limanının “balıkçı ve marina” kısmını yıllar önce “Mağusalıyı denizle buluşturduk” diyerek halka açanlara nazire, giriş kapısında lafını ettiğim o “barikattan” vardır. Ancak bu “çağdaş” olanıdır çünkü özel satılan kartla açılır kapanır! Tabi varilsiz barikat olmaz, hemen yanına bir de varil diktiler ki her gün girip çıkan arabalardan bir kaçı çarpsın da boyunun ölçüsünü alsın!
Bu “marina barikatından” hangi Bakanlık sorumludur bilmiyorum. İngiliz’in, Rum’un Türk halkına layık gördüğü barikat mezalimini kaldırtsın yeter çünkü çok ayıp ve çok zararlı oluyor!