Çal bir aydın havası! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

Çal bir aydın havası!

Teknoloji, bin bir türlü kolaylığı, bilgiyi evimize, odamıza, ofisimize, parmak uçlarımıza kadar getiriyor. Bilgisayar denilen icat, yaşamlarımızın artık bir parçası. İstenilen ve ulaşılmak istenen her “ŞEY” artık anında önümüze serilmekte. Çeşitli sitelerde insanlar birbirleriyle “iletişim”lerini güçlendirirken, yollar kısalmakta, mesafeler kapanmaktadır. İnsanların zevkine hitap eden güzellikler, şiirler, şarkılar, ressamların, heykeltıraşların, farklı alanda eser veren nice sanatçıların eserleri de bir “tık” kadar uzağımızdadır artık. “Facebook” denilen ve insanları birbirine yakınlaştıran sitede her gün çeşitli sanat eserlerine rastlamak mümkündür.

Her türlü videonun bulunduğu “Youtube” (Broadcast Yourself) sitesine girip, birkaç dakikalık bir “search!” sonucunda istediğiniz sanatçının en güzel eserlerini karşınızda görebilirsiniz. Bu bahsettiğim site “Facebook”a baktığınız zaman içiniz açılır. Çünkü etraf sanatseverden geçilmemektedir. Attila İlhan, Edip Cansever, Yannis Ritsos’dan şiirler mi istersiniz, Monet, Chagall, Magritte’den resimler mi, yoksa edebi nitelikteki nice kitabın senaryolaştırılmış, sinemaya dökülen kesitini mi ararsanız, her şey bu Facebook aracılığı ile paylaşılmakta.


Dedim ya, içiniz açılır. Bu kadar şiir okuyan, resimle, müzikle iç içe yaşayan insanların olduğu bir ülkede yaşadığınız için kendinizi mutlu hissedersiniz. Bunları gördükçe siz ne düşünürsünüz bilmem ama benim içimden “bir Aydın havası çal” demek geçer. İçim kabarır. Bu aydın havasıyla oynayan kalabalık karşısında kendimi kara cahil hissederim. Bir kaç Rodin heykeliyle süslenen, bir-iki felsefik sözle pekiştirilen güçlü bir aydın duruşu sergilemek, teknolojinin renkli camlarında mümkündür artık. Önemli olan da şekil değil midir? Ama bu görüntüleri sergileyen o büyük kesimin hayatında şiir, renk, desen var mıdır? BİLİNMEZ… Bu aydın oyuncular, yaşamlarında büyüyen çocuklarının mayasına neler katar, yaşama hangi pencereden bakar, bu görünen profillerden anlaşılmaz? Bu kadar ay-dın-la-tı-cı varken neden bu kadar boş-boş bakan suratlarla doludur etrafımız, ‘neden etraf bu kadar karanlık’, sorulmaz. Bunca sanatsever arasında, bilmediklerimin eksikliğiyle yaşamın içindeki gerçek yüzümün, eksiklerimin, cahilliklerimin izini sürerim. Bilgiyi “Google”ın arama çubuğu ile yapsam da, yaşamdaki boşluklarımın bedellerini öderim. Bir insanın profiline yüklediğinden öteye, gözlerinin derinliğinde gizlenen bir dünyayı nasıl algıladığına bakarım. Bir çocuğa nasıl baktığına bakarım. Bir şiiri yaşamına ekebilme gücü olan insanların aydınlığını ararım. Sanatı bir silah, bir alet, bir araç gibi kullananların o spastik bilgilerinden, bilgi hamallıklarından korkarım.

Peki ama “aydın” nedir? Neye benzer? Nerde yaşar? Ne yer, ne içer. Aydın kimdir? Aydınlatan mıdır?
– AYDIN KİMDİR? –
Aydın, her şeyden önce sorgulayan mıdır?
Kendini… Duruşunu… Eylemini, bunlara kaynaklık eden düşüncelerini…
Aydın, özeleştirisini de sürekli yapan, kesin inançlı olmayan, kuşku duyan mıdır?.
Aydın, kendinden ve insanlıktan vazgeçmeyen midir? Çıkarlarının zedeleneceğini bildiği durumda dahi adil olan mıdır.
Aydın özgürlükten yana mıdır.
Muhalif tavırlı mıdır?
Aydın kendi tininin huzurunu, toplumun iyiliğine feda eden midir?
Yöntemi şiddet ve kıyıcılık olmayan, gerektiğinde iktidar gücünden vazgeçen midir?
Sahi aydın kimdir? Kimlerdir? Birkaç Rodin heykeli, bir iki Nazım ezberi, birkaç kitap ismi ile kendini süsleyen midir? Aydın, bu düzende en çok “AD”ını ya da “ÖD’ünü önemseyen midir? Adım adım çürümeyi gözleyen midir? Aydın, hangi karanlığın aydınlığıdır? Neyi aydınlatır?

MY BABY JUST CARES FOR ME

GECENİN UZUN ETEKLERİNDE…

Gece ilerliyordu. Nereye varacağı belli olmayan bir limanın yolcusu gibi hissediyordu kendini. İnsanlar gelip geçiyor, arabalar akıyor, yıldızlar çoğalıyor, ay -inadına- tüm haşmetiyle gülümsüyordu. Gençliği, umutları, üzerine çöken bir karabasan gibi ağırlaştırıyordu düşlerini. Çalan kornaların, geçen ambulansların sesleri, eğlence yerlerinin müzikleri birbirine karışıyordu. Gece akıyordu. Yaşam akıyordu. Çiçekler açıyor, kuruyor, tırtıllar kelebek oluyor, tohumlar yeşeriyor, yüzünde çizgiler artıyordu… Uzun zamandır mevsiminin kokusunu tanıyordu. Üzerine sarı bir Hazan yapraklarını döküyor, yapraklarının arasında parçalarını görüyordu… Yalnızlığı, kocaman kalabalıklar arasında büyüyor, onu yutacak bir dev halini alıyordu.

Geceye dikerek bakışlarını, sürdü arabasını. Korkusu geçinceye kadar direksiyonu hiç bırakmadan bilinmezliğe doğru yol almak istiyordu. Sıcacık ve küçük elleri olan o hayal sevgilinin ellerini düşleyerek sarıldı direksiyondaki sentetikliğe… Ellerinin içi terlerken yüreğinin derinliklerindeki o ateş çoktan eksi derecelere ulaşmıştı bile. Sevda, çok uzaklara göçen bir kuş olup uçmuştu, çoktan. Dağlarda yangın ormanları vardı biliyordu. Gözbebeklerinin içine tükenmişliğin o densiz uğultusu yerleşmişti… Kollarına sönen bir ateşten arda kalan küller tünemişti. Bacaklarında kilometrelerce yürüdüğü yolların çıkmaz sokakları yuvalamıştı.

Gece bir ses olup dikildi karşısına… Ses bir kılıç gibi yardı orta yerinden derin sessizliği. Bir ilahi güç gibi sarstı, bir tokat gibi çarptı yüzüne. “My baby just cares for me” diyen bir kadın sesi milyonlarca ses olup zonkladı beyninde. Bir volkan patlamasını andıran bu ses karşısında “mola” dedi kendi kendine. Arabanın sentetik kumaşı yetmeyecekti buz tutmuş acılarını dindirmeye. Arabayı durdurdu. Gece, duyduğu o ilahi sesin bitiş çizgisine sürükledi ruhunu. Gecenin içine çekildiğini hissediyordu. Kendi içinde bu sesin varoluş sorgulayıcısını arıyordu. Bu ses onun içindeki mahkemeye çıkartıyordu. Şahitler ve tanıklar, sanıklar ve yargıçlar, avukatlar ve mübaşirler hep aynı addan oluşuyordu. İç mahkemesindeki tüm sandalyelerde kendi ismi yazıyordu.

Gece Nina Simone damgalı o lirizmle içine çekti gülümsemesini. Öfkesi hortuma döndürdü geçmişini. Hortum, yerde topladığı acıları, hayal kırıklıklarını, bitmişlikleri, tükenmişlikleri büyük bir öfke ile gökyüzüne çıkarıyor, sonra yeniden yere çakıyordu. O ses elinde alınyazısı denilen kalemi alıp, kırdı. Ne çok kırıklar vardı içınde kalemle birlikte. Damarlarında gezinen hastalıklı günleri yenik ordular gibi geri çekilmeye başlamıştı içinde. Elini kaldırdı. Ateş-kes yaptı kendi kendiyle. Arkasına dönüp baktı. Gecenin karanlığında, flu bir biçimde elinde kitaplarıyla, gözleri arsızca bakan buram buram yaşam kokan, utangaç bir cocuk uzandı, kıvrıldı yattı gecenin uzun eteklerine… “My baby just cares for me” diyerek okşadı saçlarını yüzünde anne sevgisi taşıyan bir el. Yılların, yolların, kırılmışlıkların nasır tuttuğu o güçlü elleriyle sarmaladı küçük çocuğun yalnızlığını. Öptü, kokladı, sarıldı, ağlattı, yüzleştirdi… Bir ağacın kökünden sallanması, bir dalın tutsaklığından kurtulması gibi açığa çıkardı sarsıntısını… Geceye doğru dikti gözlerini. Ruhunun direksiyonuna sarıldı…

MAKİ SEVDA
Kıraçtır bu coğrafya
Eteklerinde tutunamaz şarkılar
Çiçeğe muhtaç, sürgüne hayal yaşar burada
Bodur anlamlar
Rüzgarlar hoyrat davranır
Boyu kısa, maki sevdasına

Yorgundur ve kirlidir
Ya bahistir ya hapis
Ya da gırtlağına kadar borçtur
En çok suya muhtaçtır
Bu ada,
En çok aşka
Aşkla yıkanıp, arınmaya…

B.B.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar