Böyle kış mevsimlerinde - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
Köşe Yazarları

Böyle kış mevsimlerinde

Ahmet OkanAhmet Okan

Bir zamanlar çocukluğunu geçirdiği evinin önünde durarak şunları düşündüğü anlatılıyor bir romanda:

“Kimi zaman haftalarca çalışıldığı olurdu, ama ardından bir bayram havası kaplardı bütün evi! Gündüz çalışılır, yorulunurdu ama akşam olunca da bütün ev halkı bir lambanın etrafına sıralanır, yüksek sesle Tegner’in, Runeberg’in, Mme, Lenngreng’in ve Frederica Bremer’in eserleri okunurdu. Buğday kadar, güller, yaseminler de ekilirdi bahçeye. Keten ipliği bükülürdü ama çıkrığın sesine halk şarkıları da katılırdı. Dil bilgisi ve tarihle kafa yorulurdu ama öte yandan tiyatro oynanır, şiir söylenirdi. Kızgın ocağın karşısında yemek pişirirken insan kan ter içinde kalırdı ama, öte yandan klavsen, gitar, flüt, keman ve piyano çalması da öğrenilirdi. Evin arkasındaki sebze bahçesinde lahana, şalgam, bezelye ve fasulye yetiştirildi ama öte yandan başka bir bahçe elmalar, armutlar ve her türlü yemişle dolup taşardı. Dış dünyayla falan bir alışverişleri olmadı ama masallarla efsaneler de asıl bu yüzden akıllarda yer ederdi. Herkesin üstü başı evde dokunur, evde dikilirdi ama tasası ve başına buyruk bir hayat sürülürdü…”


Eski yıllara, gelip geçen yaşanmışlıklara özlem her dönem için geçerli olmuştur.

Yukarıdaki satırlar 19’uncu yüzyıl roman yazarlarında İsveçli Selva Lagörlef’in (1858-1940) “Nils Holgersson’un Serüvenleri” adlı romanından alıntıdır…

Bu hep böyle olacak.

İnsanoğlu hayattan gelip geçerken kendi yaşayıp da tükettiği eski hayatları özlemle anacak…

Dağa taşa dokunur, doğayı hunharca savurur, toprağın dokusunu değiştirir, dere yataklarını tarumar ederseniz, an gelir her şey paramparça olur hatta nice canlar heba olur.

Ne bulut, ne yağmur, ne dağlar, ne derler insana düşmandır.

İnsan insana düşmandır ve ne yaparsa kendinedir.

Yoksa bu dağlar, bu köyler ve kasabalar,

Yoksa bu şehirler bulut mu görmedi, seller mi görmedi, su taşkınları mı görmedi!

En güzel kış mevsimi, aha kalıbımı basarım, kar yağmasa da Kıbrıs’ta yaşanır.

Altmışlı yıllarda kış yaman gelirdi neredeyse her yıl.

Hafta boyunca yağmurların yağdığı olur, herkes tekmil evlere kapanırdı.

Kahvehaneler, pastaneler kapılarını kapatır, yağmura teslim olurdu her yer; Arasta’dan çıt çıkmazdı.

Kara bulutlar aç aslanlar gibi gürlerdi yer yer.

Yağmurun sesi toprak kiremitlerde matlaşır, metal damlarda çığlık atardı.

Surlariçi Lefkoşa’nın dar sokaklarında yağmur suları yolunu bulur dağılır giderdi.

Kanlı Dere deseniz, taşar yakında bulunan Kumsal evlerine kadar uzanırdı. Sonra ne olursa olur, birdenbire dinerdi ortalık.

Paramparça olmuş bulutların arasında bir güler yüz görünürdü ki kış güneşinden başkası değildi o.

Önce yel değirmenleri karşılardı güneşin gelişini.

O anlarda efkalipto yapraklarında altın damlalar oynaşırken herkes hummalı bir yağmursonrası çalışmaya başlardı.

Evlerin önleri temizlenir, yerinden oynayan kiremitler varsa acil müdahale edilir, avlulardaki öteberi ve çiçekler gözden geçirilirdi.

Nihayetinde mevsim kıştı.

Tarihte meydana gelen bazı büyük kış felaketlerinden başka ölümlü olaylar olmaz, evler, yollar, caddeler harabeye dönmezdi…

Diyeceğim,

Romanda anlatıldığı gibi herkes evine çekilir, büyükler küçüklere masallar anlatır, çeşit türlü meyve ve yemişler yenir, kimisi şiirle uğraşırken, kimi çocuklar tahta bir flütle okulda öğrendiği şarkıları çalar, televizyon seyredilir, uyarsa dans bile edilir ve geçmek bilmeyen zamanı tüketmenin yolları aranırdı böyle kış mevsimlerinde…

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar