BİTMEYEN TARTIŞMA: (NASIL ÇÖZÜM?) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe YazarlarıSürmanşet

BİTMEYEN TARTIŞMA: (NASIL ÇÖZÜM?)

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Erhürman’lı CTP öteden beridir sıkı bir “federasyon” savunucusudur.

Bu savunma iki etnik halkın adada asla değiştirmeleri mümkün olmayan bir yaşamsal ve varoluş  kaderiyle bağlantılıdır ki   yan yana iki komşu olmak da kaynağını teşkil etmektedir.


Nitekim uzun yıllar önce “iki ayrı devlete dayalı çözümü savunan siyasi partiler bile CTP’nin sloganlaştırdığı  çözüm formülü etrafında birleşmişlerdi ki hasbelkader benimseyen yurttaşlardan  biri bendim.

Hâlâ geçerliliğini koruyan bu  slogan neydi hatırlayalım: “İki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı, Türkiye’nin (dolayısıyla Yunanistan’ın da) garantisini içeren bir federal çözüm..”                                                                                     ***

ANCAK bu  çerçeve çözüm alternatifi  Türk tarafı ve BM’lerce de  kabul görmesine karşın, Rum tarafınca iki çözüm aşamasında da “hayır” denmesi nedeniyle  kadük duruma geldiydi!

İlki malum Annan planıydı! Plan tüm adayı Rum’un egemenlik alanı olarak ayaklarının altına halı gibi sermesine ve Türk tarafının buna rağmen “evet” demesine  karşın referandumda Rum tarafı  “hayır” dedi! Grans Montana’da ise masadan kaçtı!.

Aradan yıllar geçti. Türk tarafı Kuzey’de kemikleştikçe “geçmişin çözüm modelleri sadece eskiyip antikalaşmadı! Modası geçmişliğince gündemden sökülüp atılırlarken,  yerlerine  “iki devletli çözüm” girdi..

***

PEKİ NEDİR İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM? Sn. Erhürman diyor ki  Kıbrıs iki devletli çözümü kaldıramayacak kadar küçüktür.

Bu iddiasını dikkate alarak  iki üç defa Havadis gazetesindeki “Köşemden” dünyadaki KKTC’den küçük  BM’ler tarafından da kabul edilen 19 ülkenin  adlarıyla yüzölçümlerini yazdımdı. Tutun ki en büyüğünün yüz ölçümü 702 Km.kare olan Mikronezya idi! En küçüğü ise 0.44 km. karelik Vatikan..

Ya KKTC’nin yüzölçümü? 3 bin 342 km. kare.. Rum tarafının  ise 5 bin 509 kilometre kare.. (İngiliz üsleri ve ara bölge dışında..)

Kaldı ki asıl sorun “küçüklük-büyüklük”  değil, etnik yapıya dayalı siyasi kimliktir.

Ki KKTC “tanınmamış” da olsa tüm devlet  organları ve anayasal demokratik yapısıyla eğer bir devletse “siyasi eşitlik” hakkına da sahiptir.                                                            Rum tarafının kabul etmediği de budur çünkü kendini iki asrı aşkın süredir bu adanın tek sahibi olarak görmektedir..  Hatta büyük siyasi değişimlere karşın Kuzey’in de  de hâlâ mutlak sahibi olduğu iddiasındadır.. Tezi de şudur:

***

ANASTASİADİS’İN SAPLANTISI:     Diyor ki zat’ı muhterem, “azınlıkların çoğunluğu idare ettiği nerede görülmüştür!”                    Yani Anastasiadis   için çözüm “azınlıktaki Türk toplumunun çoğunluktaki Rum toplumu altında şu veya bu şekilde (fakat siyasi eşitliğe dayalı değil) yerini almasıdır..

Rum tarafı Annan planına bu nedenle hayır dediydi.. Kaldı ki 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini de bu nedenle yıktılardı çünkü Türk tarafının siyasi eşitlik çerçevesinde hem veto hakkı vardı hem de dönüşümlü cumhurbaşkanlığı hakkı..                    Hazmedemediler bir buçuk yılda maraza çıkartıp sonunda Barış Harekâtına” da neden olacak terör hareketleriyle Türk halkını katlederek göçe zorlamak yolunu seçtiler.. Yani adayı ikiye bölenler “taksim” diyen Türk tarafı değil, taksime karşı çıkan Rumlardır..                                 ***

ANCAK bir başka büyük gerçek daha vardır. BM’lerce de tescil edilmiş halkların kendi kaderlerini tayin hakkı. Yani self determinasyon hakkı.                                          Bu hakkımızı ilk kez türk tarafı olarak bizim  “evet” Rumun “hayır” dediği Annan planı referandumunda kullandık.. Başka:

Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerini “devletçiler ve  federasyoncular” rekabetine dönüştürdüğümüzde, tutun ki sandıktan çıkan  aday “iki ayrı devlet ve siyasi eşitliğe dayalı çözümü savunan Ersin Tatar” oldu.

Sonrasında ne yapılması gerekirdi? Seçmenin iradesi doğrultusunda KKTC’i yüceltirken siyasi kimliğini   öne çıkaracak çözüm arayışlarına başlamak..

Yani şu: Çözümü hangi siyasi kimlikle savunurken müzakere masasına oturacağız!

“Devlet” mi? Yoksa Rum tarafının karalamaları ve  asılsız iddialarıyla siyasi imajı çizilmiş   illegal ve  azınlıktaki bir toplum olarak mı?

Yani ne yapacaktık? Sırf Rum tarafını memnun ve mesut etmek için siyasi  devlet kimliğimizden soyunup “azınlıktaki toplum esamesine” düşmemiz mi gerekecekti?

KISACA bundan sonra da çözüm konusunda  KKTC olarak çok sağlıklı karar vermek zorundayız! Rahmetlik Denktaş’ın ifadesiyle bu adada var olma savaşımı verirken karar vermek  zorundayız. “Deve kuşu muyuz yoksa kuşcuk mu?”                                                                                                                                             ***

SİYASİ SORUNDAN BETER KORONAVİRÜS BELAMIZ: Belli oldu ki daha uzun süre koronavirüsten yakamızı kurtarAmacağız kaldı ki söz konusu olan canımız!

Son günlerde kiminle konuşsam  hele “özel sektör çalışanları” leblebi çiğneyip ateş püskürüyorlar.. Söyledikleri şunlardır:

GEÇEN  her gün zararlarına zararlar katıyorlar.. Devletin bin 500 liralık katkısı ne ki? Bir avuç kıymanın yüz lirayı orsa ettiği ülkede gitgide “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” tevekkülüne düşülüyor!

Devletin bu karmakarışıklıkla tüm sektörlerde baş gösteren “işsizliğe” parasal yardım ötesinde nasıl çare üretileceği ise meçhul!    Daha doğrusu diyorlar  Sn. Yöneticilerimiz de bilmiyorlar! Çünkü bugünlere hazır değillerdi! (Hoş! Hazır olduklarını sandıkları sorunların çözümünü bile beceremeyen yönetim takımlarından mucize yaratmalarını beklemek abese iştigal” olacak ya her neyse!

***

OYSA Kıbrıs Türk halkı böylesi “bunalımlı ve olağanüstü  günleri” yaşayarak geldi bugünlere..

Mesela parasal kazancını  eksiltirken,  ekmeğini küçültürken, aşını paylaşırken, gücünü birleştirir, güçsüzlere derman olurken…

Ancak komünist rejimlerde görülen “kollektif yaşama” evrilirken fakat “komünist” değil, “milliyetçiliğin” şahikasında savaşırken…

Bu toplum bir dilim ekmeğe, çocuğu için bir yudum süte, ısınmak için varsın lime lime olsun  yeter ki bir hırka olsun kaderciliğinde yıllar yılı “yokluğu” yaşadı..

Hem de Rum ablukasında!”  Öldürülmek korkularında!

Fakat o “karanlık” günleri yaşayan biri olarak yazıyorum: Bu virüs kadar düşmanını, canavarını, dinsiz imansızını, acımasızını hiç görmedim, tanımdım, yaşamadım!

Birlik beraberliğe bu nedenle ihtiyacımız vardır. Hâlâ bırakın bizim gibi kendi içimizde kenetlenip iş güç birliği yapmak zorunda olduğumuz bir konumunda bulunmamızı…

Komşumuzun düşmanlığından dolayı zaten zorundayız da böylesi olağanüstü tehditlere karşı da örgütlü ve donanımlı olmamız gerekmez mi?                                       Mesela şu anda “Sivil Savunma örgütleri” devrede olmalıydı..                                  Emekliye çıkmış olsalar da mesleki kariyerlerinden yararlanılacak yurttaşların katkılarından yararlanılabilinmeliydi.

Yardım örgütleri devrede olmalıydılar.                                        ***

OYSA NE OLDU: Kanser hastalarımıza bile yeterince uzanamadık. Neredeyse kaderlerine terk ettik.

Aşılama olayını sistematiğe sokamadık “rastgele” oluşa bağladık!..

Vesselam “zuhur edecek hadiselere hazır bir toplum yapımızın olmadığını  bir daha ispat ettik!”

NE desem ki? Geçen yıllar içinde kanlanıp canlanacağımız kan kaybediyoruz!

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar