Kıbrıs’ı görücüye çıkarmış gibi tarafların sırtını sıvazlarlarken, “bu fırsatı kaçırmayın” diye başlayan çığırtkanların çağrıları doğrusu şu ki sorunu çözmeye yardımcı olmak yerine sulandırmaktan başka bir fayda sağlamıyor!
BM’ler mal mal bulmuş mağrubi gibi! Çünkü önünde 42 yıldır barış içinde yaşarken birbirlerine fiske bile kondurmamış iki toplum var. Birbirlerinin bölgelerine gidip geliyor, birbirleriyle alışveriş ediyor hatta ikili etkinlikler düzenleyerek öpüşüp koklaşıyorlar!
Eh, her iki halkın nüfusunun bir milyonu bile bulmayan, kaldı ki nüfuslarını dıştan gelen insanları vatandaş yaparak şişiren böyle bir küçük adanın siyasi sorununu da çözemezse “yuh olsun BM’lerin ervahına.
YETKİSİZ BM’LER: Zaman zaman biz “Köşeciler” alırız önümüze notlarımızı yahut gireriz internete ve 1958’den beridir dünya tarihine kronikleşmiş çözümsüzlüğü ile mal olmuş Kıbrıs siyasal sorunun, kaç BM’ler genel sekrteteri yediğinin çetelesini çıkartırız! Tutun ki Ajda Pekkan’nın “kimler geldi kimler geçti” şarkısına nazire kimleri harcamadı bu sorun!
NEDEN? Çünkü kaç BM’ler sekreteri çözüm için devreye girmişse Türk halkını “cemaat,” Rum halkını da Kıbrıs’ın asli sahibi olarak niteledi! öyle de olunca tüm çözüm arayışlarına Türk cemaatını Rum halkının emrine sokacak formüller uyduruldu! Azınlık çoğunluk üzerine kurulacak federal sistem arayışları efkârından kurtulanamadı! Artı Türkiye’yi adadan uzaklaştırmak için de garantörlük hakkını ileride sıfırlayıp tamamen kaldıracak basit ve işlevsiz anlaşmalara bağlamak istedi. (Bak Annan planındaki TC garantörlüğüne!)
DAHASI: BM’ler hiçbir devrede Kıbrıs sorununu çözebilme kabiliyetine sahip olamadı çünkü her zaman “Amerika, Rusya” gibi büyük ülkelerin baskısıyla karşılaştı! Onların bölgedeki stratejik anlaşma ve ilişkileriyle çıkarlarını Kıbrıs siyasi sorununun çözümüyle bağdaştıracak uygun politikalar icat edemediğinden de çözümsüzlük sürdü gitti çünkü desteklerini alamadı!
BUGÜN siyasi durum düne göre çok daha çetrefildir çünkü Kıbrıs, öteden beri zaten önemliydi ama şimdilerde Doğu Akdenizde stratejik ve ekonomik yönden çok daha önem kazanan bir siyasi konumdadır! Bu nedenle Türkiye garantörlük hakkından feragat ederek adadan ayrılmak istemiyor, kaldı ki Türkiyesiz bir Kıbrıs’ta Rum tarafının Türk halkına yönelik nasıl haltlar karıştıracağı da bilinmekte!
BUNLARA karşın Cenevre’nin “son fırsat” olduğunu bağıra çağıra duyururken etrafı velveleye vermek de gereksiz çünkü eğer Rum aklını başına alır ve fırsat kapısını açık tutarsa, bu adada yanyana yaşarken daha çok fırsatlar yakalanır çözüm için! ********** ALLAH BETERDEN SAKLASIN: (DEVLETİ NE DURUMLARA DÜŞÜRDÜK!)
Kendimi 1963 ve sonrasını yaşamamış sayarım! 1974’ü ise sonrası üç dört yılı da katarak önüne koarak hayatımın en güzel yılları olarak selamlarım… Ve o büyük olaya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilan edildiği 1983 yılını katarım. Tek kelimeyle sevinçlerimle umutlarımda bütünleşmiş bu iki büyük olayı adadaki Türk halkına bahşedilmiş özgürlük ve egemenliğinin tarihi dönüm noktaları olarak kutlarım. “Dünya’da ilk kez Türkiye dışında egemen bir devlet doğuyor” duygularında!
ŞİMDİLERDE ise büyük şüphe içindeyim! Çünkü müzakerelere bakıyorum, aranan çözüm şekli içinde ne özgürlüğüm var ne egemenliğim! Rum Kuzey’i delerken hatta siyasi eşitliğim bile tehlikede kaldı, Türkiye’nin garantisi de şüpheli!
Sosyoekonomik yapımızla kurumlarımıza bakıyorum, “yoksa biz devlet olmaya layık değil miyiz diyorum! Ve geliyorum bu şikâyetlerimin açılımına:
ŞU ERCAN OLAYI! İrsen Küçük, Yorgancıoğlu, Kalyoncu hükümetlerinden geçerek Hüseyin Özgürgün koalisyon hükümetinin kucağına düşen en az Kıbrıs sorunu kadar şaibe ve töhmet yönünden kronik bir sorun! O kadar ki sonunda Ercan’nın işletme hakkının büyük ortağı Taşyapı sahibi Emrullah Turanlı, hükümetin dışişleri bakanını kendisinden para istemekle suçladı!
DÜŞTÜK mü beyler dillere! Kaldı ki 1974 sonrasının yağmasını, elan devam eden arazi spekülasyonlarıyla ekonominin bile ranta dünüşmesini, bu nedenle sahillerin, 5 bin dönümlük arazilerin alavuna alatire şuna buna peşkeş çekilmesinin soru sualini katmıyoruz buna!
İDDİA yalan da olabilir! “Çal karayı tutmazsa izi kalır” da denebilir! Olay bunu da aşıyor ama! Çünkü Turanlı’dan önce soruna “neşter” vurma amacında Meclis’te açıklamalarda bulunan Tahsin Ertuğruloğlu Turanlı için “o adam” derken şunu da söylüyordu “Ercan sağlıklı denetime tabi değildir! ‘Burada KKTC’de siyaseti bürokrasiyi cebimde taşıyorum’ diyen bir adamdan söz ediyoruz!..”
OLDU MU? 1974’ün 1983’ün o büyük ruhuna, mefûresine ne oldu? Hani dünyada ilk kez TC dışında bir Türk devleti kurduktu! Şimdi bırakın müzakere masasında bu devletin Ruma nasıl parçalatılacağına; ondan önce biz parçalıyoruz hem de seçimle hükümet yapıp devleti yönetsin diye seçtiklerimizle!
Bir ihaleyi bile beceremiyor, bir şirket başkanının KKTC devletini şaibe ve zan altında bırakmasına fırsatlar yaratıyoruz!
KALDI Kİ: Bakın memleketi ne hale getirdik. Hergün gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlanan kriminal olaylara, trafik faciasına, devlet kurumlarının fecatına, yolsuzluklara…
Yoksa kendimizi Güney’e mi teslim edelim bizi adam etmesi için! **********
KISACA TAKILDIĞIM: (HEP BANA DEĞİL BİRAZ DA KKTC’YE HİZMET EDİN!) Bizim Politikacılardan biri villasını yapmış, gelene gidene her bir yanını gösterip “bak ne görkemli” dercesine lafazanlık ederken bir din adamı gelmiş ziyaretine. Villasını ona da göstermiş överek ve sormuş: “Nasıl buldunuz?” Din adamı bakınmış etrafa “güzel ama keşke demiş şu delik olmasaydı!” Hangi delik demiş politikacı? “Azrailin gireceği delik” demiş din adamı!” Yani diyoruz dünya malı dünyada kalır da nedir bu doymak bilmez iştahınızla ihtirasınız?