Bir Zamanlar bir Gurbet Köyü Vardı! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
ManşetPoli

Bir Zamanlar bir Gurbet Köyü Vardı!

gurbet

Mete Hatay banner1968 yılının bir yaz akşamında Sillihtar’daki Cumhurbaşkanı Yardımcısının Sarayında hummalı bir çalışma yapılmaktaydı. Toplantı odası, olağan dışı bazı konukları ağırlamak için hazırlanıyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti Başkan Yardımcısı Doktor Küçük odasında hem volta atıyor, hem de hiç ağzından düşürmediği sigarasını ardı ardına ulayıp içiyordu. Odadaki sigara kokusu bütün mobilyalara sinmişti. “Ne oldu, geliyorlar mı?” “Evet efendim, şimdi köşeyi dönmek üzereler.” Biraz sonra tahta kasa bir otobüs sarayın kapısında belirecekti. Bahçeye park ettikten sonra içinden çok renkli gömlekler giyen, horoz tüylü şapkası ve altın dişleriyle biri inecekti. Ardından benzeri kıyafetler içinde 10 esmer tenli yaşlıca adam, sağa sola bakınarak Sarayın kapısına doğru yöneleceklerdi. Dönemin TMT komutanı da aynı otobüsten inmişti. Adamlar kapıda bazı personelle şakalaştıktan sonra içeri alınırlar. Toplantı odasında onlar için getirtilen sandalyelere oturtulurlar ve kahve faslı başlar. Beş dakika orada yalnız bırakıldıktan sonra ise içeri Doktor Küçük girer. “Hoş geldiniz efendiler, söyleyin bakalım bana hanginiz gitti o pis papazı görsün?” Doktor hiç vakit kaybetmeden konuya dalmıştı. Odada aniden bir sessizlik olur. Bir süre sonra gurubun en yaşlısı sayılabilecek olanı yavaşça ayağa kalkarak, titrek bir sesle “ben gittim Doktor efendi” der. Doktor ona yaklaşarak sigarasından derin bir nefes çektikten sonra, “Neden söylemedin bize yahu gitmeden?” der. Yaşlı adam buna cevap vermeyerek yavaşça başını öne eğer. “Eeee söyle bakalım ne istiyormuş sizden?”

 


Biraz kurgulayarak hikayelendirmeye çalıştığım buna benzer bir toplantının Doktor ve Kıbrıslı Romanlar yani adanın Gurbetlerinin reisleri arasında geçtiğini biliyoruz. 1968 yılında Başpiskopos ve Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Makarios’un farklı bir strateji izlemeye başladıktan sonra, Rum paramiliterlerin saldırılarından kaçan ve Kıbrıslı Türklerin kontrolündeki gettolara sığınan Gurbetleri kendi yanına çekmeye çalışmıştı. Olaylar başladıktan sonra ne yapacaklarını şaşırtmış bir vaziyette en yakın güvenli bölge olan ve 1960 Anayasasıyla birlikte onlara sorulmadan parçası yapıldıkları Kıbrıs Türk toplumuna sığınmışlardı. Gerek Lefkoşa, gerekse Mağusa ve Limasol’da yüzlerce gurbet gettolara girdikten sonra hemen mücahit yapılmış ve Rumlarla çarpışmak için mevzilere gönderilmişlerdi. Bu dönemde Gurbetlerin aralarında ölen ve yaralananlar da olmuştu. Lefkoşa gettosuna sığınanlar, şimdiki Önder süpermarketin bulunduğu boş araziye kurulan çadırlara yerleştirilmişlerdi.

 

O dönemde babalar mücahit, çocuklar ise okullara alınmıştı. Anneler ise şiş satarak ve fal okuyarak aile bütçesine katkıda bulunmaya çalışıyorlardı. Bu dönemde ilk defa görece bir Gurbet entegrasyonu yaşanmıştı. Daha doğrusu çoğu göçebe olarak yaşayan bu halkın ilk defa yerleşik duruma geçme hali vasıl olmuştu. Tabii ki bir yandan eğitim imkanlarına ve mücahit maaşı gibi daha devamlılığı olan bir gelirleri olmuştu, fakat o dönemde tanıştığım çocukların devamlı dolaşmayı ve kırları özlediklerine tanık oluyordum. Arada sırada silah bırakıp kaybolan gurbetler de yok değildi ama ilginç bir şekilde çoğu gettolardaki bu hayata bir şekilde adapte olmuşlardı.

 

Tabii onlar ve bölge insanları arasında hiç sorun çıkmıyordu diyemeyiz. Örneğin onların görece özgür hayatları muhafazakar birçok Kıbrıslı Türk’ü rahatsız ediyordu. Mahalledeki İngiliz devrinde yapılmış su haznesinde çocukların çıplak yıkanmaları, etrafa dehşet salan dövüş horozları, sinirli köpekleri ve geceleri geç vakitlere kadar müzik çalıp eğlenmeleri, bizim Kumsal ve Köşklüçiftlik’te yaşayan memur ailelerini iyice rahatsız etmişti.

 

1968’in Mart ayında Başpiskopos Makarios, gettolara uyguladığı ablukayı kaldırma kararı almıştı. O güne kadar, Kıbrıslı Türkler sığındıkları bu gettolarda adeta kamp hayatı yaşıyorlardı. İçeri giriş ve çıkış çok kısıtlanmıştı. Her türlü inşat malzemesinin Türk kontrolündeki bu bölgelere girmesi yasaklanmıştı. Çivi, pünez gibi birçok metal malzeme bile yasaklanmıştı. Benzin kaçak bir şekilde getirtiliyordu. Meyve ve sebze pazarlarına ve bahçelerine ulaşılamadığı için, herkes kendi sebzesini yetiştirmeye çalışıyordu. Bazı gurbetler ise Rum tarafından taze meyve kaçakçılığı yapmak için kullanılıyordu. Kızılhaç ve Kızılay’ın kuru baklagiller, pirinç, un ve bolibif gibi yardımları vardı fakat yeteri kadar taze meyve ve sebze yenmemesinden dolayı bazı çocukların vücut dirençleri düşmüştü.

 

İşte tam da bu dönemde Makarios gettolara sığınmış 103 köyden kaçmış 25,000 Kıbrıslı Türk göçmene geri köylerine dönebilecekleri çağırısında bulunacaktı. Bu arada Denktaş ile Beyrut’ta buluşarak BM denetimindeki Barış görüşmelerine başlamıştı. Tabii bu sözlere rağmen özellikle Küçük Kaymaklı gibi yerlere dönüş, oraların stratejik yer ilan edilmesiyle birlikte gerçekleşmeyecekti. Bazı köyler ise yakılıp yıkıldığı için dönülemiyordu. 1972 yılına geldiğimizde en fazla dönüşün Limasol’daki üzüm ve şarap köylerine olduğunu görürüz. Toplam geri dönüş yapanların sayısı ise 2,700 civarındaydı. İşte bu sempatik görünme çabası sırasında Makarios Gurbetlere, kendilerine ait bir köy teklif edecekti. Kıbrıs Türk liderliği ise Gettolara uygulanan abluka kalktığı için nüfusunu kontrol etmekte zorlanmaya başlamıştı. Her eli silah tutan adama ihtiyacı vardı. Bundan dolayı Makarios’un teklifini duyar duymaz Doktor, Kıbrıs’ın her tarafındaki gurbet önde gelenlerini çağırmış ve onlara biraz göz dağı vermek ve biraz da gönüllerini almaya çalışmıştı. Nihayetinde o da Makarios gibi onlara en kısa zamanda bir köy yapma sözü verecekti.

 

Tabii bu arada ablukanın kalkmasından yararlanarak liderlik her bölgede göçmen ev inşasına başlamıştı. 1967 ve 1972 yılları arasında yüzlerce göçmen evi yapılacaktı. Hatta bir iddiaya göre Doktor kendi arazilerini göçmen köyün inşası için karşılıksız bağışlamıştı. Bu arada Kumsal’daki yerleşimin etrafında yaşayan memur aileleri de Gurbetlerin artık oradan başka yere taşınmasını talep etmeye başlamışlardı. Özellikle Şehit Ertuğrul İlkokulun yanında inşa edilmiş Efruz’un evleri olarak bilinen lüks konutlara yenile taşınmış birçok yüksek kademe yöneticisi, komşu olarak gurbetleri istemiyordu.

 

Ben de bir Kumsal çocuğuyum. Hatta 1951 yılında Kumsal’a ilk evi dedem yapmıştı. Ben de annemler Harman apartmanına kiracı çıkana kadar dedemin bu evinde kalmıştım. İlk okula 1968 yılında o zamanki adıyla Kumsal ilkokulunda başlayacaktım. Gurbet kampının hemen yanında bulunan eski bir kibrit fabrikasından dönüştürülmüş bir okuldu Kumsal İlkokulu. Okulumuzda sözü edilen memur çocukları hariç gurbet çocukları da okuyordu. Fakat bir gün sanırım 1971 yılıydı. Bazı kamyonların onları taşımak için geldiklerini görecektik. Doktor Küçük sözünde durmuş ve onlara Göçmenköy’den biraz uzakta şimdiki Hapishanenin bulunduğu bölgede bir köy yapmıştı. Gurbet arkadaşlarım çok heyecanlanmışlardı. Çünkü birkaç defa Göçmenköy’e kadar gitmiş ve oradaki yeni yapılan evleri görmüştük ve onlar da artık benzeri standartta evler bekliyorlardı. Ve o gün gelmişti.

 

Taşındıkları yer uzak olduğu için sanırım Göçmenköy okuluna transfer edileceklerdi. Okullar açıldıktan ve onlar bizim okuldan ayrıldıktan iki hafta kadar sonra dayıma beni Gurbet arkadaşlarımı ziyaret etmek için Gurbet köye götürmesini isteyecektim. Onun bir eski motosikleti vardı. 15 dakika süren çok tozlu bir yoldan geçerek, Göçmenköy’e varacak ve biraz daha sürdükten sonra bir tepenin ardındaki Gurbet köyü görecektim. Korkunç bir manzar duruyordu önümde: Lamarinalardan aceleyle inşa edilmiş bir sefalet yuvasına bakıyordum. Üç beş hurma ağacı dışında ağaç olmayan bir yerde sefil bir köy inşa edilmişti. Dayıma her şeye rağmen arkadaşlarımı görmek istediğimi söyledim. Arkadaşlarımdan birinin babasını köyün tek gölge yeri olan bir dut ağacının altında ranzada yatarken buldum. Beni görünce ayağa kalktı. Kucağında tuttuğu bir dövüşçü horozla, “hoşgeldin ole” dedi. “Ali yok, okuldan aldım, hurdacılık öğrensin diye Limasol’daki akrabalarımın yanına gönderdim” dedi. Çok üzülmüştüm çünkü Ali derslerinde başarılı olan ve öğretmen olmak isteyen bir çocuktu.

 

Gurbet köyü 1975 yılına kadar devam etti. Geceler onların yaktığı ateşlerle aydınlanıyor ve darbuka, şarkı sesleri hiç susmuyordu bu köyde. Gurbetler her şeye rağmen mutlu olmaya çalışıyorlardı. Her Göçmenköy’e akrabaları ziyaret ettiğimde uzaktan onları seyreder ve bu barakadan yapılmış uyduruk yerde nasıl hissettiklerini düşünürdüm. 1975 yılında liderlik onları bunca yıllık sadık hizmetlerinden dolayı mükafatlandırmak istediğini söyleyerek Omorfo’daki boş Rum evlerine yerleştirecekti. Tabii diğer neden, Rumların terk etmek zorunda kaldıkları yerleri sadık bir nüfusla doldurmaktı. Bir süre sonra Gurbet köyün barakları gurbetler tarafından toplanıp başka amaçlar için kullanılacaklardı. Kısa bir süre sonra ise Lefkoşa sanayi bölgesi oraya doğru genişletilecek ve bugünkü Hapishane inşaatı gerçekleşecekti.

 

Geçenlerde orada bir tur atıp köyün kalıntılarını aradım ama 4 yıl Gurbetleri misafir etmiş bu lamarinadan yapılmış köyden geriye hiçbir şey kalmamıştı.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar