BİR CÜMLE ÇIKTI KININDAN - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

BİR CÜMLE ÇIKTI KININDAN

Yaklaştıkça uzaklaşan bir densiz koku
Nisanın ciğerlerine gizlenmiş bir emprime kumaş
Yalnızlıktan beslenen bir iç yarası
Bir çekirdeğin sertliğinin dişe dokunması
Yalnız bir köpeğin siyah uluması
Bir kalemin ihanete bakan yüzünün çatırdaması
Hayat, bahar, koku ve kokuşmuşluk…
İç içe
Diz dize
Sırt sırta
Koyun koyuna…
Yatmakta…


Ne çok cümle söyleyecektim sana. Unuttum. Üstelik neden unuttuğumu da unuttum. Şu nar enflasyonunun bahçelerinde gezinirken tattığım bir nar ekşisiydi suyun. Yağmursuz ve bulutsuz bir retuştun. Gözleri salkım salkım açan bir çocuğa meğerse yokuştun.  Öznesiz bir şiirin en tuzsuz, en tatsız yeriydin. Makamı eksik bir şarkının hecesiz sesiydin.

En çok sarı yüzlü bir hazirana tutsaktım. Anımsayamadığım nice düşü sakladım koynunda yazın. Zemheri bir ayaza sürdüm, evlekledim kokunu. Duvar yazılarından indirdim isminin yazılı olduğu logoyu. Boyadım, badanaladım duvarlarımı. Dökülen sıvalarımı, atan boyalarımı, su çeken perdelerimi sıvadım. İçinden samimiyetsiz nice sözcüğü cilaladım. Kimini zamanın en onarıcı işçisine sattım. Kimini sessizliğin gürültülü uçurumuna attım.

Salıncaklarda sallandık, kaydıraklardan kaydık. Biz öznesi eksik o yazıyı tek bir harf koyamadık. Resmi ilanlarla seslendik de adımızı duyuramadık. Tuşlu imzalarla anlattık derdimizi de konuşamadık. Nice yazıya ders olsun bu “uzak yakınlık.” Nice şiir aklını başına toplasın. Nice yazı ayağını denk alsın. Kendi gölgesini yorgan yapsın yolcular. Kuşlar uçsun, ağaçlar şıkırdım olsun, yollar uzasın, tıkansın.. Ve senin gibi çıkmaz bir sokak olsun isterse. Ya da ışıklar hep kırmızıda kalsın dilerse. “Dur!” desin trafik polisleri ya da. Ne çıkar? Bir cümle çıktı kınından. Bir şiir çekti bıçağını belinden. Bir anlam fay hattı olup yarıldı içimde. Bir kasırga vurdu ismini yere…

Ne çok şey söyleyecektim sana. Gene unuttum. Kaç kez unuttuğumu da unuttum. Üstelik unuturken seni sahi nerde unuttum? Bu unutuş cümlelerin tersten okunuşuydu. Bu yazı, içime gizlenen sinsi telsizin iç sesleri duyuruşuydu. Kendi tarihimin kronolojik sırasıydı cebimden çıkan. Sana birkaç bozukluk ayarlamıştım. Unuttum. Üstelik de hepsini kumbaramda bunca zaman senin için tuttum. Ay tutuldu, ben tutuldum, vakit geldi yola koyuldum. Bozdurulmayacak şiirlerimi yükledim dağarcığıma ve hatırladım: sahi sen neden “yok”tun?

KAPILAR

En çok kendi kapımı çalarım, en çok kendi kapım kapanır yüzüme. En çok kendim tıkarım girişleri, en çok kendi açılımlarımı kapı yaparım içime. İnsanlar “devlet” kesilirken birbirine, güç yarışçıları kalemlerini ok niyetine kullanırken her kapı bir turnusol kağıdı gibi olurken sorarım:
Sevda ne yana bakar, hangi kapıyı açar?
Yaşam ne yöne akar, söz ne zaman yıkar?
Ne zaman kapılar duvar olur geleceğe?
Ne zaman sıvanır sesler iletişimin gelişmiş yetersizliğinde?
Hangi kapıdır maskesiz yüzlerin kontrolsüzlüğünü sergileyen?
Hangi yalancı beklentidir sevda emicilerini besleyen?
Ayna denilen o paslı yüzleşmenin uzağında öfke artıklarıyla beslenen kontrolsüz ve dönüşsüz kilitler var etrafımda. Bu dönüşlerden düşmemek ve pes etmemek adına sürgülerim kendimi kendime. Apaçık belli ki artık insanlığın ekvator çizgisi olmuştur kapılar. Açılmayan nice düşün girişinde bir turnusol kağıdına dönerken şifreli aşklar, bir suskunluk peydahlanır içime… Hiçliğin arifesinde kâh bir erguvan zamanı, kâh bir zerdali akşamı, kâh bir cemile pembesi girerken lafa ve bir elbise gibi giydirilip çıkartılırken anlamlar insanlara, görürüm ki yokluktur açılan kapılarda. Hep sorarım kapıların önünde gerçek giriş açısı nerde diye? Hep bakarım kaç yönlü duruşu vardır olayların, insanların, mekânların süslü ve cilalı girişler karşısında. Bazen giriş kapılarının anahtarsızlıklar karşısında taviz ya da çıkar çeşitlemeleri aracılığıyla çilingirlerin eline düştüğüne şahit olurum. Düşsel ya da düşünsel anlamda girilen her kapının yeni odaya, her odanın yeni kapıya açıldığına/kapandığına tanık olurum… Her sevda kapı olurken en derin yalnızlaşmaya, her veda ulaşılmazlığın, imkânsızlığın muştusunu verir insana. Ve bilirim ki her kapı bir uçurumu gebe bırakır zamana. Ve sözler zincirler girişleri, öfkeler kilitler ilişkileri. İlişkiler düzeneğinin ortasında dar ve karanlık koridorların irkilmesinin resmine dönerken yaşam, kapılarım nereye, ne yöne, ne yana açıktır diye durduğum yere bakarım…
“Öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel”
diye davet gönderirken Atilla İlhan açılmazlığın tanıdıklığıyla kapıların ardında kalan tek gerçeğin kendim olduğunu hatırlarım. Hiçbir kapının hiçbir tokmağına, hiçbir girişin hiçbir kilidine kalemimi, ruhumu, etimi anahtar yapmamak adına her iki taraftan bakıyorum yeniden kapılara. Yaralanan anlamların bölünmüşlüğüyle duyuyorum ki tıklatılıyor kapılar. Değişip dönüşen, dönüşüp dövüşen değişkenlikleri sorgularken mağlup bir düzende galip gelme ihtimalsizliğiyle kendime açılmayan her kapıyı altın kaplamalı olsa da ardımda bırakmaya hazır yüzümle duruyorum hep kendi içimde…
Kendime açılmayan her kapıdan vazgeçilebilirlik bilinciyle…

SIZI
O çamlıktan her geçtiğimde
Dost çam ağaçları anımsatır
İğne yapraklı bir şiirin
İçime batıp kırıldığını

—–
KIRIK
Kırılınca derinden kırılmaz zannettiğin o yer
Şiirle, sözle, tamir olmuyor kolayca
Kemik değil ki alçıya alasın
Yara değil ki pansuman yapasın

Bir sızıdır ince ince hissettiğin
Sadece içinde değil ki, her yerindedir
Bilirsin
Bazı kırıklar tamir edilmeyecek kadar derindedir
B.B.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar