Batum: KKTC Modeli’nden Laz Vegas’a - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Poli

Batum: KKTC Modeli’nden Laz Vegas’a

batum
Mete-Hatay
Mete-Hatay

Sanırım bu yılın Mart ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Rize’de yaptığı bir konuşmada “mevcut fiziki sınırlar kalbimizdeki sınırlardan farklıdır” demesiyle ve “ Rize’yi Batum’dan ayrı tutmak mümkün mü” diyerek Batum’u “kalbindeki sınıra” örnek göstermesi üzerine Gürcistan’da büyük bir paniğe neden olmuştu. Bu konuşmadan sonra tüm Gürcü basını “ne oluyoruz?” diye hep bir ağızdan Erdoğan’ın sözlerine farklı farklı anlamlar yüklemeye başlayacaklardı. Gürcistan Türkiye Büyükelçisi Levent Gümrükçü hemen bir açıklama yaparak “Rize Türkiye’dir, Batum Gürcistan’dır ve bu hep böyle kalacaktır” demek zorunda kalmıştı. Esasında Gürcistan’daki Türkofobia uzunca bir süredir devam etmekteydi. Böyle bir söylemin medyada hemen karşılığını bulması pek de şaşırtıcı değildi. Gürcistan’ın en büyük korkusu, Türkiye’nin Batum ile ilgili bazı kötü emelleri olması düşüncesinden kaynaklanmaktaydı. Özellikle 2011 yılında kimlikle giriş serbest bırakıldıktan sonra, Gürcistan’ın bu sayfiye bölgesinin Türkler tarafından adeta “işgal” edilmesi, bir yandan büyük bir ekonomik getiri sağlamış ama aynı zamanda kolayca kontrol edilemeyen bir süreci başlatmıştı. Artık halk arasında başlamış olan bu sosyal paniği önlemeleri mümkün değildi.

Herşey  Gürcistan Acara Özerk Bölgesi’nde yaşayan on binlerce Müslümanın 1992 yılından itibaren din değiştirmesiyle başlayacaktı. 1990’da nüfusun %75’i Müslüman olan Acara’nın, 2012’ye gelindiğinde nüfusunun sadece %25’i Müslümandı. Uzun yıllar Sovyet döneminde çok seküler bir yaşam biçimine sahip olma şansını tattıktan sonra birçok seküler Acar, ana dilleri Gürcüce olduğu için ve Gürcü milliyetçisi elitleri tarafından hem Müslüman hem de Gürcü olamayacaklarına inandırıldıkları için böyle bir yola girmişlerdi. Acarlar, Gürcü komşularının hor bakışları karşısında adeta Müslüman olmaktan utanıyorlardı. Müslümanlığın “geri kalmış” bir din olduğuna da inandırılmışlardı. 1990’larda Sovyetler çöktüğünde ve kapılar açıldığında karşılaştıkları Türkiye de pek hoşlarına gitmemişti. Sınır kapıları açılır açılmaz Batum’a doluşmuş binlerce azgın Türk erkeğinin “Nataşa” arayışları bu mutaasıp ahaliyi Türklerden iyice soğutmuştu. Hristiyanlaşma onlar için adeta modernleşme anlamına gelecekti. Özellikle saygı duydukları bazı liderlerin Hristiyanlığa geçmesi yüzlercesinin onları takip etmesine neden olacaktı. Gürcü milliyetçilerinin iddia ettikleri gibi onlar artık 3,000 yıllık Kolhis’in çocuklarıydı, 17. Yüzyılda oraları fetheden Osmanlı’nın değil.


caristan veya Acara bölgesindeki Müslüman Gürcüler, uzun yıllar Gürcü dili ve kültürlerine sahip oldukları hâlde genellikle Hıristiyan Gürcüler tarafından “barbar Türk yanlısı” ve “hain” olarak tanımlanmışlardır. Hatta Hıristiyan Gürcüler, Acara halkı için Tatar ismini kullanmaktaydılar. Tabii Sovyetler çöktükten sonra Eduard Şevardnadze döneminde Türkiye-Gürcistan ilişkilerinde bir nebze gelişme yaşanmıştı ama bu daha çok sadece devlet seviyesinde kalacaktı. Türkiye ise ilginç bir şekilde burunlarının önünde on binlerce kişinin din değiştirmesini ya  görmemiş ya da Gürcistan’la olan ilişkilerine zarar vermemek için ses çıkartmamıştı. Fakat orada gittikçe azalan Müslüman nüfusun ayakta kalan bazı liderleri can havliyle Türkiye’nin kapısını çalmaya başlamışlardı. Tabii ki Türkiye buna göz yumamazdı. 2003’te Gül Devriminden sonra Mikheil Saakaşvilli iktidara geldikten sonra Gürcistan ve Türkiye ilişkileri yeni bir döneme girecekti. Bazı gözlemcilere göre Acara’daki Müslüman olarak kalan Gürcülerin Türkiye’ye karşı olan yakınlaşmasını gören Saakaşvilli onları tekrar kendi tarafına çekmek için Türkiye’yle ilişkileri güçlendirmeye ihtiyaç duymuştu. Bence Şaakaşvilli daha çok Türkiye’den gelebilecek ekonomik getirinin kokusunu almıştı. Ve bunun yakınlaşmadan geçeceğine inanıyordu. Böylece onun döneminde Gürcistan hükümeti Türkiye’deki Gürcü toplumuyla irtibatları yoğunlaştırmaya başladı. Bu yakınlaşma daha sonra çok sıkı bir ekonomik işbirliğine dönüşecekti.

Şaakaşvilli kısa sürede büyüyen Türk sermayesine Gürcistan’ın kapılarını ardına kadar açacaktı. Özellikle ilk etapta Batum ve civarı Türk müteahhitlerin akınına uğrayacaktı. 19. Yüzyıldan kalmış çok şirin planlı bir mimariye sahip bu kıyı kenti hızla dönüşmeye başlayacaktı. Karadeniz’in tüm müteahhitlik firmalarının yanında küçük esnafı da oralara akmaya başlamıştı. Bu arada Şaakaşvilli bir açıklama yaparak Acara’ya “KKTC modelinin” uygulayacaklarını açıklayacaktı. Yani KKTC’deki gibi Türkiye’den kimlikle giriş serbest olacak, kumarhane turizmine teşvik verilecek, üniversiteler ve sağlık turizmi de desteklenecekti. Şaakaşvilli bununla kalmayacak ve Kasım 2011 yılında, “Yurt Dışında Yaşayan Soydaşlar ve Diaspora Örgütleri Hakkında Kanun”u geçirtecek ve Türkiye’deki Gürcülere Gürcistan pasaportu dağıtmaya başlayacaktı.

Kısa sürede Şaakaşvilli’nin bu teşvikleriyle, Batum özellikle otel, inşaat, enerji, tekstil ve turizm sektörlerinde yatırım yapmak isteyen Türk iş adamlarının tercih ettiği cazibe merkezi haline gelecekti. Sanayi odasından öğrendiğimize göre 500’e yakın Türk firmasının yatırımları var şu anda Batum’da. Batum Türk İşadamları Derneği başkanı Tuzcuoğlu 11.1. 2016 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan mülakatında şunları söyledi: “Gürcistan’ın Acara Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Batum, son yıllarda özellikle otel, inşaat, enerji ve turizm sektörlerinde yatırım yapmak isteyen Türk iş adamlarının tercih ettiği cazibe merkezi haline geldi. Burada 500’e yakın firmanın yatırımları var. Bizim önceliğimiz kaliteli iş yapmak. Bunun için kalifiye elemana ihtiyaç var. Bir yandan Türk çalıştırırken bir yandan da Gürcü vatandaşlara, belli konularda eğitim vererek iş öğretiyoruz……Batum önümüzdeki 5 yıl içerisinde mevcut konumunu bir misli daha artıracak potansiyele sahip olacak. Buraya ağırlıklı olarak Türkiye’den mal geliyor. Türkiye’den gelen çeşitli sektörlerdeki firmalarımız yaklaşık 10 bin Gürcü vatandaşını istihdam etti. Özellikle tekstil alanında faaliyet gösteren Türk firmalarımız burada çok başarılı oldular. Batum adeta Türk iş adamlarımızın yatırım alanında tercih ettiği cazibe merkezi haline geldi.”

 Kısa sürede Türkiye ile yapılan ticaret 3 milyar Euro seviyesine gelecekti. Batum’daki 16 Casino’nun sekizini Türkler işletiyor ve beşi beş yıldızlı olmak üzere onlarca otelin sahipliğini de Türk iş adamları yapıyordu. Yabancı bir kaynak Batum’daki yatırımların %80’inin Türklere ait olduğunu iddia etmektedir. Batum havaalanını yine Türk bir şirket inşa etmiş, işletmesini de yine başka bir Türk şirketi yapmaktadır. İlginç bir şekilde Hopa’ya açılan kapısı olan bu havaalanı, hem Türkiye’nin yurt içi sayılmakta hem de yurt dışı havaalanı destinasyonu olarak görülmektedir..

 Görüldüğü gibi Türk işadamlarının Acara ve Batum ilgisi devam edeceğe benziyor. Fakat bu ilginin getirdiği yan etkiler de tabii ki yok değil. Özellikle bu ilgiyi artırmak için KKTC’yi örnek  alarak aldıkları kimlikle geçiş kararının olumsuz yansımaları büyük olacaktı. Kısa sürede Karadeniz’in tüm esnafı, işçisi, zengini, fakiri kendini Batum’un lüks kumarhanelerinde bulacaktı.

Acaralılar Las Vegas kurmayı beklerken gelen Karadenizli günü birlik kişilerin şehri doldurmasıyla Las Vegas değil de dönemin Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın deyimiyle Laz-Vegas’a dönüşmüşlerdi. KKTC modeliyle kısa sürede Laz Vegas’a dönüşen Batum’da Karadenizli müteahhitler tarafından inşa edilen Hotel ve Casinolar, sağlık turizmi adı altında açılan Tube bebek klinikleri, iki Özel üniversite, tekstil fabrikaları, lokantalar, sanayi ve enerji yatırımları bölgeye büyük bir artı değer kazandırmıştı ama bu tip turizmin yan ürünü olan gece kulüpleri ve masaj salonları maskesi altında yapılan fuhuş turizmi de kendini özellikle 2011 yılından sonra kimlikle girişin serbest bırakılmasıyla tekrardan hissettirmeye başlamıştı. Sınırın diğer tarafı da bu işten pek memnun değildi. Örneğin Rize Ticaret ve Sanayi Odası (RTSO) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Ofluoğlu, yerel bir gazeteye verdiği demecinde Gürcistan’a pasaportsuz geçişlerin başlamasının ardından Batum’a geçişlerin dört katına çıktığını, her ay bölgenin 7 milyon dolarının Batum’da kumarda kaybedildiğini iddia edecekti: “Bölge ekonomisinin bu işten büyük zarar göreceğini düşünüyoruz. 2011 yılının Ocak ayında 20 bin vatandaşımız çıkış yapmış. 2012 yılının Ocak ayında ise 80 bin kişi. Tam 4 katı artmış. Bizim ille de bu insanların tümü kumar oynamaya gidiyor diye bir iddiamız yok. Kumarın o kadar müşterisi olduğunu da zannetmiyorum. Batum’un gelişmesine de karşı değiliz. Ama Batum Avrupa’nın kumar merkezi olsa çok iyi olur. O zaman bize faydası da olabilir. Bizim bölgemiz için kumar merkezi olması ise çok sakıncalıdır. Belli bir zaman daha gözlenebilir ama neticede bu trend böyle devam ederse mutlaka bir adım atılması gerekir” Kimliksiz geçişlerin çapkınların işini de kolaylaştırdığını ima eden Ofluoğlu, insanların çocuklarının rızkını Batum’a akıtmaması gerektiğini vurgulayarak şunları söyledi:

“İnsanlar çapkınlık yapacaksa her yerde yapabilir. Kimsenin özel hayatına da karışacak değilim. Herkesin özel hayatı kendine. Bu kumar gerçekten çok büyük bir illet. Aileleri yıkan bir illet. İnsanların çoluk çocuğunun rızkını gidip kumar makinelerine vermemeleri lazım. Eskiden orada casinolar vardı. Ama bu kadar ilgi yoktu. Birden bire bir patlama oldu. Yeni yeni eğlence yerleri de açılıyor. Biz Gürcistan’ın içişlerine karışamayız. Buna hakkımız yok. İnsanlar orayı bir turizm, bir kumarhane merkezi olarak planlamışlar. Onlara saygı duyuyoruz. Ancak kendi insanlarımızı da uyarmak zorundayız. İmkanlarını gidip onlara akıtmasınlar.”Ofluoğu ayrıca kimlikle geçişler için şunları söyledi: “Nüfus kağıdı ile geçişler kontrolü kaldırdı. Eskiden aileler bu tür zafiyetleri olanları biliyordu. Gürcistan’a gittiği zaman pasaportunda işlem olduğu için görülebiliyordu. Anne, baba, eş, ‘Sen Gürcistan’a neden gittin, ne işin var?’ diye sorabiliyordu. Artık ‘Trabzon’a gidiyorum’ diyen Batum’a gidiyor. Batum’a gitmek ile Trabzon’a gitmek arasında fark kalmamış. Bunu ailenin görmesi mümkün değil. Nüfus kağıdı ile geçişle birlikte otokontrol ortadan kalktı.”

Evet demek ki KKTC modeli Batum’da fire vermeye başlamıştı. Kimlik kartıyla geçiş başladıktan sonra ineğini satan kumar oynamaya veya fuhuş yapmaya geliyordu. Projenin bu yöne gitmesi sınırın iki tarafının siyasetçilerini de rahatsız edecekti. Batum’daki konsolosluk parasını kaybetmiş Karadenizlilerin yakarışlarıyla dolup taşmaya başlamıştı. Bu arada bu kumarcı akımının yan sektörü olan fuhuş sektörü de canlanmış durumdaydı. Binlerce yağız Karadeniz erkeği Karadeniz’in Las; pardon, Laz Vegas’ına akın ediyordu. Batumlular ve Acaralılar çok rahatsız olmaya başlamıştı. İşte bu dönemde Acarayı Türkiye’ye açan Şaakaşvilli’nin başı da derde girecekti. Muhalefet Gürcistan Rüyası Partisi, onu Acara’yı Türklere satmakla suçlayacaktı. Batum’daki Türk “işgali” artık herkesin ağzındaydı.

Tabii ki bunun tarihsel bir arka planı vardı. Batum’dan 1878 yılında ayrılan Türkler, 1921 Kars anlaşmasında Acara’daki Müslümanları göstererek orasının özerk bir Cumhuriyet olursa Gürcistan kontrolüne terk edilmesini  istemişler ve başarmışlardı. Türkiye ve Rusya artık Acaristan’ın Garantörleri idi. Şaakaşvilli’nin pragmatik siyaseti Gürcü milliyetçileri için çok maceracı gelmişti. 2012 yılında seçimlerde  de Şaakaşvilli’yi devirerek bunu göstereceklerdi.

Türk korkusunu besleyen diğer bir unsur ise Türkiye’nin Acara’da cami yapma isteğinden kaynaklanıyordu. Bu tip talepler adeta onların korkularını teyit ediyordu. 1990’larda Hristiyanlaşmış Acaralar bu tip Müslümanlaşma hareketlerine en fazla karşı çıkanları oluşturuyordu. Bunun yanında mekânsal anlamda Türklerin görünürlüğü artmıştı. Batum’u dolduran Türk lokantaları olur olmaz yerlerde asılan Türk bayrakları, sabahlara kadar açık çorbacılar, gece kulüplerinin önünde duran ve gelene geçene “buyurun” çeken kabadayılar, muhafazakar Acarları çileden çıkartıyordu. KKTC modeliyle başlayan bu macera Laz Vegas’la son bulmuştu. Bugünlerde tansiyon biraz düşmüş olmasına ve ilk dönemdeki akın aile ve yerel siyasetçilerin müdahalesiyle durulmasına rağmen, Batum’da konuştuğum bazı iş adamlarından Gürcülerin korkularının halen devam ettiğini öğrendim. Birçok Gürcü inşaat yapılması için artık ellerinde tuttukları malları Türklere satmak istemiyorlarmış. Buna rağmen sadece bu sene 1,200 Gürcü’nün Türkçe öğrenmek için dil okullarına başvurduğunu biliyoruz. Yerli gazeteler ise her geçen gün yükselen Binalara ve Türkleşen esnafa ve çevreye bakarak “ahh eski Batum, kordon boyunda sakince yürürken” gibi nostaljik yazılar yazmaya devam etmekte ve hasetle çevreye bakmakta ve buna neden olan siyasetçileri cezalandırmak için en sağda duran Gürcü milliyetçi partilerini iktidara getirmeye hazırlanmaktadırlar..

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar