Başka bir dünyadan anılar-41 Müzik bahçemdeki horoz lâleleri - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

Başka bir dünyadan anılar-41 Müzik bahçemdeki horoz lâleleri

Müzik güçlü bir hafıza tetikleyicisidir. Bir nağme, bir şarkı dizesi, size hayatınızın bir kesitini film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçirir. Eski bir İskoç halk şarkısı olan “Auld lang syne” bana İngiliz Okulu’nda geçirdiğim en mutlu anları anımsatır.

Her dönem sonunda – o zamanlar bir akademik yılda üç dönem vardı – bütün öğrenciler salonda veya okulun avlusunda toplanırdık. Kollarımızı çapraz tutarak sol elimizle yanımızdaki arkadaşın sağ elini, sağ elimizle öteki arkadaşın sol elini tutar ve bir zincir oluştururduk. Ondan sonra da hep bir ağızdan “Auld long syne” şarkısını söylerdik: “Should ald acquiantance be forgot and never brought to mind? / Should ald acquiantance be forgot and days of auld lang syne?”  (Eski dostluklar unutulabilir ve hiç akla getirilmez mi? Eski dostluklar ve [birlikte geçirilen] o günler unutulabilir mi?)
O günlerde sözlerin anlamını anladığımı iddia edemem ama müziği hoşuma giderdi; hala da gidiyor. Bu şarkı aynı zamanda çok özlediğimiz evimize ve köyümüze yakında kavuşacağmızın simgesiydi. Üç ay uzak kaldığımız ailelerimizi nihayet görebilecektik. O zamanlar üç ay bize uzun bir zaman dilimi gibi görünüyordu.
“Ak koyun meler gelir, dağları deler gelir” türküsünün bende buruk bir anısı var. İngiliz Okulu üçüncü sınıfından sonra liseye geçmiştim. Adapte olmakta güçlük çekiyordum. Lise’de olan biteni bir önceki okulla mukayese ediyordum. Bazı hocaları hiç beğenmiyordum. Müzik hocası da onlardan biriydi.
İngiliz Okulu’ndaki müzik hocamız Bedelyan bize müzik zevki aşılamaya çalışıyordu. Halbuki adını anımsamadığım Lise’deki hoca bize büyük bestecilerin hayat hikâyelerini yazdırıyor ve onları ezberlememizi istiyordu. Bu tarz bir eğitimin müzikle bir ilgisi yoktu.
İmtihan zamanı geldi. Sınıfın önünde toplandık ve birer birer imtihan edilmek üzere çağrılmaya başladık. Girip çıkanlar bize hocanın iki parça dinlettiğini söyledi. Biri tek sesli, biri de çok sesliymiş. Çok sesli olanı beğendiğimizi söylememiz gerekiyormuş.
Sıra bana geldi. İçeri girdim. Bana Beethoven’i sordu. Yazılan notları özetledim: “Viyana üçlüsü diye anılan bestecilerden biridir. Diğerleri Mozart ve Haydn’dır. 1770-1828 yılları arasında yaşamıştı. Genç yaşta kulakları ağırlaşmaya başlamış ve ömrünün son çeyreğini tamamen sağır olarak geçirmişti. En güçlü eserlerini bu dönemde bestelemişti. 9 senfoni, 5 piyano konçertosu, 1 keman konçertosu, 32 piyano sonatı, 10 keman sonatı, 5 çello sonatı, 1 opera 2 de missa besteledi.” Konçerto, sonat, missa gibi kelimelerin ne olduğunu bilmiyordum ama olsun. Hangi bestecinin kaçar tane bestelediğini biliyordum.
“Güzel” dedi hoca “şimdi, bunlardan hangisinin daha güzel olduğunu söyle”. “Ak koyun meler gelir” türküsünü sonra da çok sesli halini dinletti. “İkincisini beğendiğimi söylememi istediğinizi biliyorum” dedim “ama ben birincisini beğendim”. “Tamam” dedi hoca “çık”. Ve çıktım. O yıl müzikten 6 almıştım. Ben yüksek notlara alışkın olduğum için bu 6 hafızama kazındı.
Ne eğitim sistemi ama? Öğrencilerin, göz göre göre, ikiyüzlülük yapmalarını talep ediyor. Başarı ikiyüzlülükten geçiyormuş gibi. Bir de şu var: Beethoven hakkında bir sürü ıvır zıvır ezberletiyorsun. Belli ki bunlar bir süre sonra unutulacak. Ama Beethoven’den tek bir parça dinletmiyorsun. Örneğin, çocukların bile beğenebileceği “Für Elise” bagatelini dinletsen de üç-beş öğrenciye onu sevdirsen çok daha yararlı olmaz mı?
Yıllar sonra Moskova’da Kremlin Konser Salonu’nda Ayhan Baran’ı (1929-2014) dinlemeye gitmiştim. Rus dinleyici kitlesinin Baran’ı, Ankara’dan tanıdığım tikleriyle, nasıl karşılayacağını merak ediyordum. Rusya’da güçlü bariton ve üzellikle de bas sesleri bulunmaktadır. Kendisi bir bas olan Baran, Moskova’ya biraz da tereciye tere satmaya gelmişti. Kocaman salon tıklım tıklım doluydu.
Kuyruklu piyanoya yaslanan Ayhan Baran, önce klasiklerden aryalar okudu. Hafızam beni yanıltmıyorsa Boris Gadunof ve Prens İgor gibi Rusların pek aşina oldukları operalardan da aryalar okudu. En sonunda birkaç tane de Türkçe türkü okudu: Köroğlu, Mavilim, Evlerinin önü mersin ve evet, Ak koyun meler gelir. Alkışlardan anladığım kadarıyla Ruslar, Türkçe türküleri bayağı beğenmişlerdi. Ne de ol(ma)sa onlar için yeni ve alışılagelmiş müzikten farklı şeylerdi. Farklı olan şeylere çoğunlukla ilgi daha yoğun olur.
Konser salonundan çıkarken kendi kendime düşünüyordum. Lise’de müzik hocamın dinlettiği ve beğenmediğimi söylediğim türkü, acaba biraz önce dinlediğim türkü olabilir miydi? İnsan yıldan yıla nasıl da değişiyor. Şimdi sorsalar, elbette çok sesli halini tercih ettiğimi söylerdim. Renkler ve zevkler tartışılmazmış ama bunların zaman içinde değiştiğini de kimse inkâr edemez.


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar