Başka bir dünyadan anılar - 26 Bir toklu nasıl yenir - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

Başka bir dünyadan anılar – 26 Bir toklu nasıl yenir

Bir insan, özel nedenler olmadığı sürece, yakın akrabalarını sever. Ne var ki bazı akrabalarını ötekilerden daha çok sever. Benim için de Mehmet (Aza) dayım bunlardan biriydi. Onu kendime yakın hissediyordum. Hem de hiçbir mantıkî gerekçesi olmadan.
Esas adı Mehmet idi ama herkes onu Aza olarak bilirdi. Aza demeden hangi Mehmet olduğu anlaşılmazdı. Onunla ilgili olarak hafızamda canlı kalan ilk anım 60-65 yıl öncesine dayanır. İlkokula ya yeni başlamıştım veya başlamak üzereydim. Bizim köyün berberi Zeki, adadan göç etmiş ve berbersiz kalmıştık.
Bir sabah babam bana bir şilin vererek “Aza dayına git, seni berbere götürsün da saçlarını kestir” dedi. Parayı cebime koydum ve Dali’nin yolunu tuttum. Daha önce de dayımlara gitmiş olmalıydım ki yolu biliyordum. Sokak kapısından girince dayımın karısını karşımda buldum. Avluyu süpürüyordu. Derdimi anlattım. O da “Nerdeyse gelir. Sen otur, dinlen” dedi ve majalı sokak süpürgesini sallamaya devam etti.
Yaşadıkları ev kemerli büyük bir odaydı ki ona “dhihori” denirdi. Onun sağındaki uzun oda da mutfak olarak kullanılırdı. Bu iki kapının önünde de bir asma çardağı vardı. Ben çardağın altında bir alçak iskemleye oturdum ve beklemeye koyuldum.
Bir süre sonra eşeğin üstünde yan oturmuş olarak dayım sokak kapısından girdi. Bodamyalı olan ve baba tarafından akrabamız da olan karısı, durumu kendisine anlattı. “O iş kolay” dedi, “Ama benim “anipşi” (yeğen) açtır. Karnımızı doyuralım da gideriz.” (Dayım da benim yaşlarda olan oğlu İbrahim de bana “anipşi” derlerdi.)
Aza dayım, siyah şalvar giyerdi. Şalvarı en çok yakıştırdığım insanlardan biriydi. Şalvar kendisini heybetli gösteriyordu. Yıllar sonra, onu ya Lurucina’da (Akıncılar) ya da Lisi’de (Akdoğan) pantolonlu görünce üzülmüştüm. Heybeti gitmiş sıradan bir insan olmuştu.
Çardağın altına bir çilingir sofrası kuruldu. Dayım eline aldığı yarım köy ekmeğini, her zaman belinde taşıdığı kara saplı çakısı ile dilimledi. Karısı bu arada bol yağlı bir çarta dolusu taze börülce (böğrülce) getirip önümüze koydu. Çarta dediğim nesne, içi sırlı olan kocaman madeni, çukur bir tabaktı. İlk tepkim şu oldu: “Bunu kim yeycek?” Dayım gülerek “Sen ve ben” dedi. Ben bizim evde böyle bir manzara hiç görmemiştim.
Dayım hem yiyor hem de bana “Ha, ekmeği yağa da batır be anipşi” diyordu. Börülce yarılanınca karısına döndü ve “Be karı, bize hellimli birkaç yumurta da kavır. Anipşim aç kaldı” dedi. Benim yiyecek dermanım kalmamıştı ama itiraz edemedim. Vaziyeti kavramaya başlamıştım.
Karısı bir sepetçik alıp evin arkasına geçti. Kümesten topladığı yumurtaları sepetçiğe doldurdu ve döndü. Büyük bir hellimi doğrayıp çukur bir sacın içinde yumurtalarla kızarttı. Göz göz yumurtalar önümüze serildi. “Ha, ekmek de batır anipşi” diyen dayım yemeğe koyuldu. Hellim ve yumurtalar da tükenince “Nerdeyse doyduk” dedi.
Eline bir sepetçik aldı, bir sandalyeye basıp asmadan topladığı verigo üzümleri içine doldurdu. Avludaki çeşmeye gidip onları yıkadı ve getirip masanın üzerine koydu. “Hade be anipşi, ye da karnımız doysun” dedi. Ben bu halleri rüyamda görsem inanmazdım.
Üzüm de bitince berberin yolunu tuttuk. Berber Rum’du. Ona “Bu, benim anipşimdir” dedi,  “Ta Bodamya’dan geldi. Saçlarını kesecen. Ama öyle sıfır numarayla, dibelik kel olmasını istemem. İki numarayla kes ki yakışıklı olsun.” 
Akşamleyin yemek faslını babama anlattım. Babam güldü. “O da bir şey mi?” dedi, “Aza dayın bir toklu yemiş adamdır”. Kulaklarıma inanamadım.
Aza dayımın mandrası (ağılı) köyün dışında “Gattukya” denen bir yerdeydi. Çoğunlukla mandrada geceliyordu. Her zaman yaptığı gibi, bir gece, yatmadan önce hayvanları kontrol etmeye gitmiş. Farketmiş ki bir toklu rahatsızlandı. (Bizim taraflarda, bir yaşına girmiş ama ürülmemiş dişi kuzulara “toklu” denirdi. Bunlar, çoğunlukla, kasaba satılırdı.)
Hemen yatırıp hayvanı boğazlamış, sonra da yüzmüş. O zamanlar buz dolabı falan yoktu. Eti korumanın en iyi yolu onu pişirmekti. Kuzuyu parçalayıp bir kazana atmış ve kaynatmaya başlamış. Kaynatırken de çakısıyla keserek denemeye başlamış. Oldu olacak, yanına bir şişe de zivaniya almış.
O piştiydi bu pişmediydi derken kazanda et kalmamış. Sabahleyin gelen komşusu, Rum çoban, hal hatır sorunca Aza dayım şöyle demiş: “Akşam galiba yemeği kaçırdım. Konuşacak halim yok.”
Aza dayım Dali’den, önce Aysozomeno’ya (Arpalık), sonra Lurucina’ya, en sonunda da Lisi’ye göç etti. Lisi’de kendisini ziyarete gittiğim bir gün, yıllarca kendisine sormak istediğim ama bir türlü sormaya cesaret edemediğim soruyu sordum: “Dayı, şu toklu hikâyesi doğru mu?” Dayımın yanıtı kısaydı:
– Eh, oldu bir kere, anipşi. İnkâr (mı) edelim?

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar