Başka bir dünyadan anılar-20 Ufak tefek şeyler - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Köşe Yazarları

Başka bir dünyadan anılar-20 Ufak tefek şeyler

Çocukluk yıllarımı düşündükçe aklıma ufak tefek şeyler geliyor. Bunlar başkaları için önemli olmayabilir ama belli ki, benim yaşamımda derin izler bırakmışlardır. Meselâ adını bile anımsamadığım ve belki de hiçbir zaman öğrenemediğim bohçacı kadın.

“Bohçacı geldi” diye yüksek sesle seslenir ve avludan içeri girerdi. Allah bilir ya, yağmur olmayan mevsimlerde gelirdi. Kendisini hep harnıp (harup) ağacının altında oturuyor olarak anımsıyorum. Kahveler içilirken bohça açılır ve rengârenk bezler sergilenirdi. Arada bir “Bu sana çok yakışır, Hüsniye hanım” demeyi de ihmal etmezdi.
Bezler arşınla satılırdı. Bezin kenarından tutar, kolunu açar ve öteki ucunu boynuna kadar çekerdi. Boynuna kadar kaç defa çekerse o kadar arşın olurdu. Ölçme biçme bitince dört parmak da ekstra ekler ve “Bu da benden” derdi.
Annemde nakit para pek bulunmazdı. Evde fazladan ne varsa borcunu onunla öderdi. Arpa, buğday, patates, hellim, zeytin, piliç gibi ürünlerden bohçacı hangisini tercih ederse onu alırdı. “Gezen bir tilki” olarak her şeyin fiyatını bilirdi ve fiyatları kendi saptardı. Annem onun verdiği fiyata hiç itiraz etmezdi.
Yatağın altında bulunan terazi çıkarılır ve üzerinde anlaşılan mal tartılırdı. Terazinin kefeleri hasırdan imal edilmişti. Bir gözünde büyük bir karataş, ötekinde de daha küçük bir taş vardı. Büyüğü okkalık, küçüğü de yarım okkalıktı. (Bir okka, 4 önge veya 400 dirhem idi.) Bohçacı kadın, bu uyduruk tartı birimlerinden kuşkulanmazdı. Belli ki bunları denemiş ve gereğinden daha ağır olduklarını saptamıştı. (Şimdi geriye bakıyorum da bohçacının satarken de satın alırken de kâr ettiğinden kuşku duymuyorum. Ancak dışarıdan gelen bu kadının satın aldığı malları nasıl taşıdığını kestiremiyorum.)
Hemen hemen her eve girip çıkan bohçacı, herkesi tanıyordu. Bu nedenle çöpçatanlık da yapıyordu. Bazan falancanın kızını filancanın oğluna yakıştırıyordu. “Filancanın oğlu” dediği kişi, çoğu zaman civar köylerden birinden olurdu. Bizler “çocuk” olduğumuz için çekinmeden önümüzde konuşurlardı. Bu gibi konuları anlamadığımız farz edilirdi, ama aksi gibi, her şeyi anlıyorduk. “Bu işe sen ne den Hüsniye Hanım?” diye sorar ve geyik muhabbeti başlardı.         
                                                                         XXXXX
Pek sık olmasa da arada bir ve sadece yaz aylarında köyümüze dondurmacı gelirdi. Mahalleleri teker teker gezer ve “Bağodo” (dondurma) diye bağırırdı. Aslında bağırmasına gerek yoktu çünkü, nasıl olurdu bilmiyorum, ama çocuklar dakikalar içinde olaydan haberdar olurlardı.
Dondurmacımız bir velesbit (bisiklet) üzerinde Dali köyünden gelirdi. Velesbidin arkasında uzunca yuvarlak bir teneke asılıydı. Tenekinin kapağını açar ve tenekenin içindeki daha dar bir tenekeden dondurmayı alır külaha doldururdu. İki tenekinin arası buzla doluydu. Buzlar erimesin diye olsa gerek dondurmayı düz bir kaşığa alır almaz kapağı kapatırdı.
Dondurmaya “dondurma” demek için bin şahit isterdi. İçine gülsuyu dökülmüş dondurulmuş sudan başka bir şey değildi. Herhalde tatlılansın diye içine bir miktar da şeker atardı. Ne var ki sıcak yaz günlerinde gül kokulu dondurmayı yalayarak ferahlamak biz çocukları nasıl da mutlu ederdi, anlatamam. Daha iyisini tatmadığımız için bu dondurmalar bize dünyanın en lezzetli dondurmaları gibi gelirdi.
Dondurmalar ya bir kuruşluktu ya da yarım kuruşluk. Eeh, o kadar para, bu kadar boya. Anneler o parayı ne yapıp edip bulmak zorundaydılar. Dondurma deyince akan sular dururdu. Bazan kendileri de bir dondurma isterlerdi. Bu gibi durumlarda dondurmayı alınca son süratle eve koşmak zorundaydık. Aksi halde dondurma erir, akar giderdi.
Benim “yarım kuruş” dediğime bakmayın. Biz ona “yirmilik” derdik. Ben yetişmedim ama babalarımızın zamanında bir kuruş “kırk para” idi. Onun yarısı da bir “yirmilik” idi. Hatta o zamanlar 10 para eden “onluk”lar da varmış. Bizim zamanımızda “para” birim olarak kalkmıştı ama adı yadigâr kalmıştı halk arasında.
İnsanların ve özellikle de cahil köylülerin kafalarını karıştırmak istiyorsanız para birimlerinin değerini değiştirin. Belli bir zaman, bir şilin 9 kuruş ederdi. Bir gün ansızın şilinin değeri 12 kuruş oldu. Biz çocukların cebi, şilin pek görmezdi. Belki bayramdan bayrama. Ama büyükler için bu olay, büyük bir sorun olmuştu. Alış verişten dönen yaşlılar bizlere sorardı: “Şunu şu kadara aldım. Şu kadar para verdim. Üstü de, işte burada. Hesap doğru mu?”
İngilizler, daha sonra işleri daha da karıştırdılar. Bir Kıbrıs Lirası, 1000 Mils eder dendi. 12’lerle 20’lerle başa çıkamayan zavallı insanlar 500’lerle 1000’lerle cebelleşmeye başladılar. Hangi akla hizmet etmek için böyle bir para birimi ortaya kondu bilmiyorum. Ama pek zekice olmadığı kesin.
Ben Kıbrıs’tan ayrılana kadar halk bildiğini okudu. Köyde birinin “250 Mils” veya “500 Mils” dediğini duymadım. Onlar için biri “5 Şilin” öteki de “10 Şilin” idi. Okka her yerde 400 dirhem ama söz konusu para olunca okkanın altına gitmek de var.


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar