Başka bir dünyadan anılar-1 Köyden kurtulmanın yolu - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

Başka bir dünyadan anılar-1 Köyden kurtulmanın yolu

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımız gerçekten “başka” bir dünyada geçmişti. Yaşam ilkel ve zordu, üstelik fakirdi, hem de çok fakir.
Uzunca bir süredir çocukluk anılarımı kaleme almayı tasarlıyorum. Kendimi, ailemi ve köyümü anlatmak için. Bir de gençlere “öteki” dünyayı anlatmak için. O zamanlardan aklımda kalanlar, bir film şeridinden çok birtakım fotoğraf kareleridir. Ancak o fotoğrafları yan yana dizer, belli bir süratte döndürürseniz bir film elde edersiniz.
Babamdan anımsadığım ilk tavsiye şuydu: “Neler çektiğimizi görüyorsun. Sen okuyup “adam” olasın ve rahat bir hayat yaşayasın. Köyde kalırsan ya çoban olacaksın ya da çiftçi. Her ikisi de yorucu ve zor. Getirileri de az.” Bu öğüt beynimin bir yerlerinde derin bir iz bırakacaktı.
Buna benzer bir öğüdü birkaç yıl sonra köy papazından da duyacaktım. Köy papazı, köylüler arasında saygın yeri olan biriydi. Öteki köylüler gibi ekmeğini taştan çıkarmaya çalışıyordu. Bir gün yaya olarak Dali köyünden dönüyordum. Yanılmıyorsam, babam elime bir şilin tutuşturup beni Dali’ye saçlarımı kestirmeye göndermişti. Ksiloğaara (Odun-eşek) mevkiinde ona rastladım. Eşeğin üzerinde tarladan dönüyordu. Büyük bir insanmışım gibi benimle konuşmaya başladı. Bir ara bana şöyle dedi: “Zeki bir çocuksun. Oku ve bu köyden kurtul. Köy hayatı, çekilir sancı değil.” Bir papazla ilk kez sohbet ediyordum ve bu denli düzgün Türkçe konuşmasına çok şaşırmıştım.
Köylüler için okumak, zor hayattan kurtulmanın tek ve en emin yoluydu. Peki, ben onun için mi okudum? Belki de. Ama güçlü bir nedeni daha var. Tabahana (Tabakhane) bölgesinde bulunan bahçemizde babamla birlikte zeytin ağacı dikmek için çukur çıkarıyorduk. Daha doğrusu o kazıyordu ben de kendisine yardım ediyor gibi yapıyordum. Her çocuk gibi merak ettiğim şeyleri soruyor, o da bana izah etmeye çalışıyordu. Bir ara “Baba, gökyüzü neden mavidir?” diye sordum. Kızgınca bir sesle “Sen de çok soru soruyorsun. Ne bileyim; ben kitap mıyım?” dedi. [Babamıza “buba” derdik.]
Sustum ve ondan sonra bir daha babama soru sormadım. Ama şunu öğrendim: Merak ettiğim şeyleri kitaplarda bulabilirdim. O gün bu gündür, merakımı gidermek için okuyorum. Okuyup öğrendikçe, ne çok bilmediğim şeyler olduğunu fark ediyorum. [Babamın davranışından çıkardığım ikinci ders de şu olmuştu: Çocuklarımın, ne denli saçma olursa olsun, hiçbir sorusunu yanıtsız bırakmamaya gayret ettim.] 
Tarlaya çalışmaya gittiği zaman annem beni babaanneme bırakırdı. Anımsadığım ilk fotoğraf karelerinden biri, nenemle ilgilidir. Nenem çamaşır yıkıyordu. Ben de avludaki kuyunun yanında bulunan değirmen taşının üzerinde oynuyordum. Bir ara kayıp düştüm ve ağlamaya başladım. Dizim incinmişti. Nenem koşarak geldi, beni kucağına aldı, dizimi öptü. Eline bir değnek aldı “Oğluma bunu nasıl yaparsın?” diyerek taşı dövmeye başladı. Hemen sustum, intikam alınmıştı.
Çocukluğumda en sevdiğim şeylerden biri, yaz aylarında dut ağacı altına kurulan kerevette Bekir dedemle birlikte uyumaktı. (Cüsseli biri olması nedeniyle olsa gerek, Rumlar dedeme “Bekiro” derdi.) Hele geceleri. Sabaha doğru, örtündüğümüz yorgan nemden hafifçe ıslanır ve insana bir serinlik verirdi. Biraz palazlanınca ben de karyolamı dışarıya çıkarıp avlumuzdaki harup ağacının altında uyumaya başladım.  
Dedemin avlusunda çeşitli ağaçlar vardı. Limon (ki biz ona “ekşi” derdik), portakal (portokal), mandarin (yusufcuk), erik, incir, nar, servi (selvi) ağaçları ve büyük bir asma anımsadıklarım arasındadır. Benim en çok dikkatimi çeken şey, kan portakalıydı. Kan kırmızısı o rengin nasıl oluştuğuna şaşar kalırdım.
Bir de bahçe kenarındaki akarın bir yakasında çokum çokum nergisler (mergiz) vardı. Kış sonu, ilk bahar girişi döneminde avlu tür tür nergis kokardı. Bugüne kadar her nergis kokladığımda o bahçeyi ve çocukluk günlerimi anımsarım. [Buna karşılık gül kokusu bana köy ilkokulunu anımsatır. Şadan adlı bir kız arkadaşımız, dedesinin avlusundan kestiği gülleri okula getirirdi.]
Köyde “Gare” olarak bilinen Fatma nenemin dört oğlu vardı. Babam tek evli oğluydu ve ben ailenin ilk torunuydum. Nedense Ahmet amcamı evde anımsamıyorum. Belki de o nişanlıydı ve nişanlısında kalıyordu. (Ahmet amcamın düğününü net olarak anımsıyorum.)
Sonuç olarak evde Kemal ve İbrahim amcalarım vardı. (Aslında nenemin bir oğlu daha varmış ama o genç yaşta ölmüş.) Amcalarım eve geldikleri zaman “azgındır bu, azgın” diyerek beni havaya atarlardı. Ben de kahkahadan kırılırdım. Daha sonraları ilkokul hocam bana “Afacan” adını takmıştı. Ola ki “Azgın” demeye çekiniyordu. Çocukluğumdaki afacanlıklar bana soyadı olarak miras kaldı.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar