Desek ki: “BM’ler ve AB’deki genel sekreterler, başkanlar, üye ülkelerin görevlendirdiği komiserler memurlar falan…” “Genellikle kendi ülkelerinde artık işe yaramayacak kadar yıpranmış, politikada dikiş tutturamamış, seçimlerde oy kazancı değil kaybını yaşatmaya başlamış fakat kariyeri ile adı hâlâ yerli yerinde olan “görevlilerdir!” “Doğrusu bir çoğu da politikanın ıskartası olduklarından, ‘git BM’lerde AB’de görev yap’ denilerek gözden uzaklaştırılanlardır…”
BU savımı BM’lerin yahut AB’nin dünya için önemsiz “teşkilatlar” olduğu iddiasına bağlamıyorum. Aksine” iyi ki vardırlar” diyorum ama “siyasi sorunları çözme kabiliyetleriyle” değil!
“KIBRIS siyasi sorunu” ispatıdır. Yarım asırdır çözeceğiz diye uğraştılar ama sorunu gitgide daha beter hale soktular! Üstelik bu yarım asırlık süre içinde adadaki Türk halkı Rumlar tarafından yaşam hakkından mahrum bırakıldı.. Hakkı hukuku yendi.. Göçe zorlandı.. Kadınları çocuklarıyla kurşunlanıp toplu mezarlara gömüldü… Fakat bu kıyımı ne AB sekreteryası ile Güvelik Konseyi görüp müdahale etti ne de AB kıpırdadı yerinden! Aksine Güney’i örgütlerine üye yazarlarken, Kuzey’i de ambargoların altına itip Türkiye tarafından işgal edilmiş bölge ilan ettiler!.
İnsan taş olsa çatlar! Ki başaramadıkları çözüm nedeniyle sadece çatlamadık, Kuzey’in de esiri haline getirildik! Bunları niçin yazdım? Cevabı aşağıdadır:
GUTERRES’in Grans Montana sonrası “yayımlanacak” denilen raporu yayımlandı! Yayımlanmadan önce rapor hakkında çıkan haberlerden sandım ki Guterres bomba patlatacak! Tabi “neden o makamlarda bulunduklarını unutmuş, bugüne kadar Türk halkına reva gördükleri zulmü, “hadi geçmişi bir kefene sarıp gömelim, yerine barış ve çözüm umutlarını koyalım” düşüncesinde kafamızdan silmiştik!
Ama Guterres onca başarısızlığına, Crans Montana fiyaskosuna karşın yayımladığı raporla bizi bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı! Ve anladık ki gelip giden bu BM’ler genel sekreterlerinin yoktur birbirlerinden farkları!
RAPORU ile ne Rum’u ne de Türk’ü memnun etmeyen, aslında pek çok konulara açıklama getirmesi gerekirken bundan sarfınazar eden Guterres’in yarattığı imaj şu oldu: “Crans Montana kaldığı yerden devam eder! Hele Rum tarafındaki seçimler bitsin yeniden başlarız!”
Yani “meraklıları” ve sayesinde nemalananları için yazıyorum. Hadi gözünüz aydın, beklediğiniz o masa 2018’in ilk çeyreğinde yeniden kurulur…
SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN BAZI SİYASİ PARTİLERİMİZ
1974’den hemen sonra belki Güney’den gelen yurttaşlarımız için “bahar ve özgürlük havası” yoktu ama çoklukta felâketlerle acılar paylaşılırken anladıydık ki Kıbrıs Türk halkı tasada ve kıvançta bütünleşmesini de bilir!
Şimdi bu duygular hâlâ yaşar mı bilmem. Öğrenmek için büyük “tasalarımızın” yanında “kıvançlarımız” da olmalıydı ki isbat’ı vücut eylesindi. Oysa şimdilerde nasıl bir toplum olduğumuzu bile tespit edemiyoruz! Çünkü halkı “belirleyici ve hedef gösterici” ulusal ideallerle yönetmiyorlar! “Alavere dalavere, yalancılık dolandırıcılık, ayrılık gayrılık, rant arazi spekülasyonlarından oluşturup memleketin asli pisliği içinde yoğurduktan sonra patenti kendilerine ait sistemle yönetiyorlar!
Bu nedenle artık seçimlerin de yaklaşmasıyla birlikte siyasi partilerimize daha dikkatle bakıyoruz. “Kıbrıs Türk halkını yönetmeye en çok hangisi layıktır” diye düşünüyoruz.
Mesela UBP mi? Devri iktidarında her zaman Ankara ile Atatürk’ü arkasına aldı, “ben yaparım” olur dedi, yarattığı “sistemle” memleketin topraklarını, arazilerini, tesis ve kuruluşlarını haraç mezat şuna buna peşkeş çekerek her kademede yüzlerce “mütegallibe” türetti! Elan yoluna öyle devam ediyor!
CTP’ye gelince: “Sol’un temsilcisiyim” derken, Denktaş’la UBP’E kök söktüren muhalifi haline geldi. Dolayısıyle Ankara ve adadaki askeri karşısına aldığında iktidar yüzü görebilmek için çok çile çekti! İktidarda kalıcı başarı yakalayamadığında da “en büyük CTP muhalefetteki CTP’dir” dedirtti!”
DP rahmetlik Denktaş adına sığınılarak çok iyi başladığı siyasi hayatında hep iktidarın kilit partisi oldu ama çok kan kaybetti! DP ise Rahmetlik Denktaş’a sığınarak kaptığı oyları koruyamadı. Bu seçimde ne yapar bilinmez!
Yukarıda siyasi partilerimize ait küçük hatırlatmaları “Halkın Partisi”ne gelmek için yaptık! Çünkü çok uzun süredir “ortadaki” seçmen bir “yeni parti” gözlüyordu. Çünkü mevcutların iktidara gelmeyeni kalmadı ama yarattıkları imaj ve icraatları “aslında yok birbirimizden farkımız” oldu! Hemen hepsi de iktidarda kalmanın tek çaresinin “halk dalkavukluğu” yani “popülizm” olduğunu anladı, değiştirmek, silkip atmak yerine de en “güzelini nasıl yapabiliriz” yarışına girdi! İcraatlarını” da hep bu politika yönlendirdi!..
…Halkın partisi propagandasına çok erken başladı. Köy köy kent kent ziyaretler yapıldı, hiçbir partinin cesaret edemeyeceği aslında “popülizmin” panzehiri olan “sistem” ve uygulamalardan söz etti! Aylarca açıklamaları gündemden düşmedi ve ansızın sustu! Susmakla kalmadı çok erken olmasına karşın partiden istifa haberleriyle de tanıştı!
Oysa anketlerde CTP’i bile sallayacak oranda oy potansiyeli ile giriyordu tahminlere. Kudret Özersay erken mi yoruldu yoksa soluklanıyor mu bilmiyoruz ama sahaya dönerse iyi olur çünkü seçmen böyle bir parti olduğunu da unutuyor!
KISACA TAKILDIĞIM: (SAYGI İSTENİRKEN YAPILAN SAYGISIZLIK!)
Çok kısa yazacağım: AB ulaştırma komiseri, (hani şu yukarıda yazdıklarımdan) bayan Bulc Türkiye’ye buyurdu ki “Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgelerine saygı duymalıdır!”
Bir kere Türkiye garantörümüz. O hidro karbon yataklarında bizim de hakkımız varsa o hakkımızı Türkiye arar. Ha bu karışmacılığa çok canı sıkılıyorsa ambargolar kaldırılır, KKTC devlet olarak tanınır ve AB’ye üye yazılır. O zaman anlaşırız. Yoksa yapılan uyarı politika değil, saygısızlıkla insafsızlığın dik alâsıdır…