Bugün ne kadar boş yazı yazmak. İnançlı cümleler kurup, aşktan, inançtan bahsetmek, ne kadar boş. Şiir okumak, etkinlik gerçekleştirmek, koşturmak, ödül almak, başarılı olmak ne kadar yavan.
Ne kadar zor, doğru bildiğim herşeyi savunmak bugün… Bir insanın ayazda kalmış hissini kuşanarak kendi cümlelerini bir bıçak gibi doğraması nasıl birşey? Nasıl birşey yazdığı yani yaşadığı şeylerin arkasında duramadığını hissetmek. Bunca kırılmış, parçalanmış anlam arasında anlamlara tutunup insanlara ulaşabilmeyi denemek nasıl bir şey? Arabada giderken radyodan düştü haberi. Sonra her yerde konuşulur oldu. İnternet siteleri, profiler bu haberle, yorumlarla doldu. Üzerinden yorum yapılsın mı, yapılmasın mı? Konuşulsun mu, susulsun mu? Cehennemin dünyada olduğunun kanıtıydı bu yaşanılan.
Anne olmak, yazar olmak, yetişkin olmak… neydi? Nasıl birşeydi? Aile dramlarının, devlet poletikalarının, nüfus yapısının, bin yığın şeyin hesabının sorulamadığı upuzun zaman dilimlerinin ardından oturup hayıflanıyorduk bu güzelim çocuğun ölümüne. Oysa sonuç belliydi ve mutlaka bu halde bir Kıbrıs başka olaylara da gebeydi. İşin en acı yanı da buydu.
Etrafıma bakındım. Yaz gelmişti artık. Doğa bile şaşırmıştı. Mevsimler birbirine karışmıştı. İnsanlığın kötülüğüne dayanamaz bir haldeydi. İnsanlık için yine soğuk bir mevsimdi. Ben bir insandım. Güzeller güzeli çocuk sanki dikiz aynasından bana bakıyordu. Bu olay için nasıl cümleler kurulurdu? İçimde tüm şiirlerimin yenilgilerini taşırken nasıl güzel cümleler kurabilecektim? Aşktan, barıştan, insandan kurulan tüm cümlelerin çok uzağında bir yerde tünemişken hangi şiiri çocuklara yazabilecektim?
Bugün kendi karanlığımın içinde hiç de iyi olmayan bir ruh halinde yazıyorum bu satırları. Kıbrıs’ta yaşayan herhangi bir insan gibi. Utanan bir annenin gözyaşı ile. Doğru bildiği herşeyi yeniden anımsamaya çalışan bir mağlup gibi. Savunduğu tüm kalelerini kaybeden bir sevgi savaşcı gibi. Yaşadığı ve inandığı herşeyi yazdığı aptal yazılara yükleyen bir acemi gibi. Yaşamı “gibi gibi” gören bir insan nasıl yazabilirse işte o kadar yazıyorum. Bir gün kelimelerimi yeniden güneşe tutup, baharın yolunu tutup, akşamüstlerinin o hüzünlü anımsatmasından kurtulup belki çıkarım kendimin karşısına. Bugün inandığı tüm şiirlerinin içini boşaltan bir insanın şaşkınlığı ve kırgınlığıyla yazıyorum. Aslında yazamıyorum.
***
Boğazım yanıyor anne
Hele başım
Nasıl zonkluyor bilsen
Bir nane çayı yapıp
İçine bir de limon kessen
Gırtlağımda bir ağrı anne
Gene terli terli sözler
Yüklendim
Yutmayıp n’apacaktım anne
Tamam, dinlemedim!
Gene ince giyindim
Koştum anne
Sokaklar çağırıyordu
Güvercinler ve uçurtmalar
Şiirler ve şarkılar….
Bilsen,
Ah ne kadar yorgunum
Bak,yüzüme bak anne
Nasıl da solgunum
Boğazım yanıyor anne!
Zehir gibi sözleri
Aç karnına aldım
Sade bu da değil
Böğrümde bir yarayla
Sanki ortada kaldım
Anne, midemde bir ağrı ki
Sorma!
İltihaplı bir sezgiden
Geliyor akıntım
O kadar da expektoran nasihat aldım
Tamam anne, tamam sustum
Korkma, birsey olmaz bana
Bir iki sancı, birkaç sarsıntı, akıntı, …
Korkma, çabuk atlatırım
Hade anne!
Hile ile pirililerimi kaptırıp
ağladığımda
Anlattıgın o masalı
Hatırla
Ve ne olur masalına
‘Bir varmış, hep varmış’ diyerek başla…
BEDİA BALSES
***
Geleceğin Yıldızlarından:
Ali Muharremoğulları
Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuyor. Onu daha ilkokul çağlarında grupların arkasında konserlerde tanıdım. Belki de sahnede gördüğüm en küçük davulcuydu o. Babası Hüseyin Muharremoğulları’nın yolunda gidiyor. Boynuz kulağı geçeceğe benziyor. Çeşitli ödüllerle taçlanmış Ali daha bu genç yaşında. Adını bir yere yazın…
Onu büyük sahnelerde alkışlayacağız. Demedi demeyin.