Adam Kotsko (2015) hepimizin bir ucubeyle yüzleşme korkusu yaşadığımızı söyler. Kotsko’ya göre ucubelerle ilgili korkumuzun temelinde kendimizin de bir ucubeye dönüşme riski yatar. Zizek(2016) ise her komşunun nihayetinde tekinsiz bir ucube olduğunu savunur. Hem Kotsko’ya hem de Zizek’e göre bir kişiyi bizim için ucube yapan şey onun bizden ne istediğinden asla emin olamayışımızdır.
Sinema filmleri de ucubelerle doludur. Ucube, Avusturyalı yönetmen Haneke’nin “Ölümcül Oyunlar, (Funny Games) ve “Saklı”,(Hidden) filmlerinde bir aileye korku salan bir yabancıdır. Aranofsky’nin “Anne”, (Mother) filminde de tekinsiz duruma sebebiyet veren evli bir çifti ziyaret eden beklenmedik bir yabancıdır. Yabancının davranışları ziyadesiyle gariptir ve çiften ne istediği tam bir muammadır.
Polonyalı yönetmen Polanski’nin “Rosmarry’nin Bebeği”, (Rosmarry’s Baby) filminde çocuk yapma arifesindeki çifte musallat olan ucube ise bizzat çiftin komşularıdır. Sam Mendes’in “Amerikan Güzeli”, (Amerikan Beauty) ve Hitchock’un “Arka Pencere”, (Rear Window) filmlerinde de tekinsiz kişi, nereden geldiği belli olmayan bir yabancı değil komşunun bizzat kendisidir. İronik bir şekilde “Arka Pencere”nin finaline doğru katil komşusuyla yüzleşen Jeff’e “benden ne istiyorsun?” sorusunu yönelten, katilin bizzat kendisidir.
Kubric’in “Cinnet, (The Shining) filminde ucubenin bize daha da yakınlaştığını görebiliriz. Bu kez tekinsiz kişi, ne bir yabancıdır ne de yakın bir komşu; bizzat ailenin bir ferdidir. Filmde hem karısı hem de çocuğu için yavaş yavaş bir ucubeye dönüşen bir adam vardır.
David Fincher’in “Dövüş Klübü”,(Fight Club) filminde ve Kafka’nın “Dönüşüm” isimli novellasında ise tekinsiz ucube ne sonradan gelen bir yabancıdır, ne komşudur, ne de aileden biri; kişi bizzat ”kendi içindeki ucube”yi keşfeder. “Fight Club” filminde anlatıcı Tyler Durden’e, Gregor Samsa ise bir böceğe dönüşür. Kişi kendisini tanıdığını düşündüğü bir anda içinde tekinsiz bir yabancı da barındırdığının farkına varır. Radiohead’in “Creep”,(Ucube) isimli şarkısı, sözlerindeki kişinin kendisine başkalarının gözünden bakıp kendini ucube olarak görmesinin de ötesinde, kişinin kendisine kendi gözüyle bakıp yabancı birini görmesiyle ilgilidir.
Bize toplum tarafından çeşitli roller biçilip, muhtelif kimlikler verilmiştir. Topluma göre hepimiz birer baba, anne, komşu, avukat, sanatçı, profesör, işçi, kadın, erkek veya öğretmeniz. İçimizdeki yabancı keşfedildiği andan itibaren ise toplumun bize olduğumuzu söylediği kişi olduğumuzdan şüphe duymaya başlarız…
İnsanların maskeler taktıkları söylenir. Kişilerden menfi anlamlar yüklenen maskeleri çıkarmaları ve arkasındaki gerçek kişiyi sergilemeleri istenir. Oysa maskenin ardında ne olduğunu kimse bilmez. “Maskenin altında gerçekten de bir şey var mıdır?” sorusu dahi yanıtsızdır. Gerçek olan şeyin sadece maske olması ihtimali ise kabul edilmesi zor bir ihtimaldir. Alman filozof Heidegger insanın diğer varlıklardan farkını açıklarken insanı, kendi varoluşunu kendine mesele edinen yegane varlık olarak tanımlar. Bu bağlamda kim olduğumuz konusuna kafa yormamız ve hayata bir anlam arama çabasına girmemiz kaçınılmazdır. O kadim soruya geri dönecek olursak: Eğer toplumun bize kim olduğumuzu söylediği kişi değilsek o zaman biz kimiz? Sadece birer ucube miyiz?
Kaynakça
Heidegger, Martin, 2010, Being and Time, State University of New York Press, New York.
Kotsko, Adam, 2015, Creepiness, John Hunt Publishing, Alresford.
Zizek, Slavoj, 2015, Against the Double Blackmail, Penguin, New York.