Türkiye'de başarılı bir Kıbrıs'lı Türk - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
Türkiye

Türkiye’de başarılı bir Kıbrıs’lı Türk

“FDA’DA ÇALIŞMALAR YAPTIM”… “ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde çalıştım. Biyomedikal alandaki araştırmanın en üst düzeyde yapıldığı merkezlerden biri. 19 bin kişinin çalıştığı 32 milyar dolar bütçesinin olduğu bir yer. Gıda İlaç Kurumu FDA’da idim”
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİYLE İLGİLİ ÇALIŞMA… “Temelde bizim yaptığımız araştırma konusu, bağışıklık sistemi üzerine, onun etkinliğini artıracak DNA’ları tanımlıyoruz. Ki bunlar biyolojik nükleer asitler, hücrenin merkezinde çekirdeğinde tüm genlerle ilgili bilginin bulunduğu şeyler”
“KIBRIS’A DÖNEBİLİRİM”… “Eğer ki kafamdaki araştırma ortamı sağlanırsa gelirim Kıbrıs’a. Gözümü karartır gelirim. Ama olanağın sürekli olacağı ve araştırma ortamının olacağını bilmem lazım”

Lefkeli İhsan Gürsel bugünkü konuğumuz. O da profesyonel mesleğini sürdürmek için ülke imkanlarının elverişsizliği nedeniyle yurtdışında yaşam süren ancak “bir gün dönerim” hayali kuran yüzlerce Kıbrıslı Türk’ten biri. Ailesi şu anda Doğancı’da yaşayan Gürsel, araştırmalarını yapacak ortam yaratılması halinde ülkesine dönüş yapabileceğinin sinyalini verdi. Biyoloji konusunda Ankara’da eğitim alan, daha sonraları da İngiltere ve ABD’de eğitimini ilerletip, çalışma hayatında önemli araştırmalara imza atan İhsan Gürsel, bugün geldiği noktadan baktığında tıp okumadığından dolayı pişmanlık duyduğunu söyledi. Röportajımız sırasında bizlere araştırmaları konusunda geniş açıklamalarda bulunan Gürsel, KKTC’nin bugün okuryazarlığı yüksek olsa da, bilgiyi kullanmayı öğretme ve kalıcı bir eğitim politikasına geçişin şart olduğunu vurguladı. Açıklamasında, Türkiye-KKTC ilişkilerine de değinen İhsan Gürsel, iki toplumun bir birini daha iyi anlama ve ilişkileri geliştirmeye ihtiyacı olduğunu söyledi.
HAVADİS: Öncelikle bizlere öz geçmişinizden bahseder misiniz?
GÜRSEL:
Ben Lefkeliyim. Anne tarafı Lefkeli, baba tarafı Doğancılı. Liseyi TMK’da okudum. 1974 yılında babamın işi dolayısıyla Güzelyurt’ta gidince oraya yerleştik. 1982’de liseyi bitirdikten sonra ODTÜ Biyoloji Bölümü’nü kazandım. Aynı fakültede yüksek lisans ve doktora için kaldım. Bu dönemde eşimle tanışıp evlendik,1989 yılında. 16 yaşında bir oğlum var.
HAVADİS: Kariyer yapmaya nasıl karar verdiniz?
GÜRSEL
: Bugün kariyerlerimizin şu anki durumuyla bile Kıbrıs’ta istediğimiz işleri yapmamız zor. Örneğin ben, doktoramı yaptıktan sonra, akademik kariyerim açısından araştırmalarım için üniversite olması lazım. Evlendikten sonra eşimin doktorası için İngiltere’ye gittik. Döndükten sonra dereceyi 1995 yılında ODTÜ’den aldım. Londra Eczacılık Fakültesi’ndeki çalışmalarımla birlikte yürüttüğüm tezimi, ODTÜ’den aldıktan sonra da, bölümde kaldım, fakülte öğretim üyesi olarak.
HAVADİS: Bildiğim kadarıyla bir dönem ABD’ye gittiniz?
GÜRSEL
: Evet. Akademik araştırmalarıma o zaman tek başıma devam etmeye başladım. Ancak, ODTÜ’deki ortam iyi olmasına rağmen beklediğimiz düzeyde değildi. Hocalarımızla olan ilişkilerimiz bile bizi üzmeye başlamıştı. O zamanlar olanaklar da çok sıkıntılı idi. 1998 yılı sonunda, eşimle birlikte ABD’ye gitmeye karar verdik. İstifa ettik ve ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde çalışmaya başladık., Biyomedikal alandaki araştırmanın en üst düzeyde yapıldığı merkezlerden bir tanesidir. 19 bin kişinin çalıştığı 32 milyar dolar bütçesinin olduğu bir yer. Orada Gıda İlaç Kurumu var FDA diye, orda işe başladık. O dönemlerde DNA aşıları, yeni yeni moda olmuştu. Onların regülasyonunu, yani denetimini yapıyorduk. Amerikan firmalarının başvurmuş olduğu aşı, klinik çalışmaları yani, insanda denemelerinin uygunluğunu ve uygunsuzluğunu denetliyorduk. Uygun olanları da faz 1, faz 2 diye, klinik çalışmalarının onayını veriyorduk. Bu işimizde araştırma da yapıyorduk. Yani kendi araştırma konularımızı da sürdürüyorduk. Çünkü FDA’deki mantalite en üst düzeyde araştırma yapabileceksin ki, gelen baş vuruları en iyi şekilde değerlendirebilesin. Yani sadece, literatürdeki bilgilerle yetinmemen, onların da önünde olmak lazım. O dönemde yaptığımız çalışmaların birçoğu da patentle sonuçlandı. Yani FDA’deki işler şöyle sonuçlanıyor: Adam kendisi denetliyor, ama araştırma olanakları var, o geliştirilen bilgi birikimini patente dönüştürüyor. Şirketleri lisanslıyor. Sonra o şirketleri klinik çalışmalar için tekrar FDA’ya “gel bunu yapacağım” beni denetle diyor. Yani böyle bir enteresan daire var. İşte bizim yaptığımız şu anki işler de çok modaydı. DNA’nın bağışıklık sistemi üzerine etkilerini araştırıyorduk. Ve bunlardan çıkan bilgiler patentlenerek başka firmalar bunları, başka işler için kullanıyordu.
HAVADİS: ABD’de ne kadar kaldınız?
GÜRSEL:
2005’in sonuna kadar orada kaldık. Oğlumuz on yaşına geldi. 2001’deki ikiz kuleler olayından sonra orada durumlar değişti. Statüko değişti. Potansiyel terörist gibi görülmeye başlandı herkes. Bir taraftan tam zamanlı çalışıyoruz, bütün bu firmaların denetimiyle ilgili en gizli bilgiler bize geliyor, diğer taraftan da, ikide birde bizi arıyorlar, “Sizin geçmişiniz kontrol edildi mi?” diye. “Sen hangi ülkedendin. Türkiye’den mi idin. Güvenlikten temiz belgesi aldın mı” gibi abuk subuk sorulara maruz kalıyorduk. Bir-iki, “artık yeter” dedik ve sosyal bir kararla geri döndük açıkçası. Yoksa bizim dönmek gibi bir düşüncemiz yoktu. Yaptığımız işte çok iyi idik. Çok da güzel araştırmaların içindeydik. Tatmin edici bir ortam vardı. Ama bu kısmı gerçekten çok can sıkıcı olmaya başlamıştı. Yani resmen yabancı potansiyel terörist muamelesi görüyorduk. Sonuçta, Bilkent Üniversitesi ile iletişime geçtik, davet etti bizi ve ben Bilkent’e, eşim de ODTÜ’ye geri döndü. 2005 sonunda tamamen Türkiye’ye geri döndük. 2006’dan bu yana da Bilkent Üniversitesi’ndeyim. Nükleer biyolojideyim.
HAVADİS: Şimdi orada neler yapıyorsunuz? Ne gibi araştırmalarınız var?
GÜRSEL:
Temelde bizim yaptığımız araştırma konusu, bağışıklık sistemi üzerine, onun etkinliğini artıracak DNA’ları tanımlıyoruz. Ki bunlar biyolojik nükleer asitler, hücrenin merkezinde çekirdeğinde tüm genlerle ilgili bilginin bulunduğu şeyler. Ama bakteri ve mikromiyal dünyadaki yapısı ve motifleri farklı olduğu için, bizim bağışıklık sistemimiz bunu yabancı diye algılıyor ve onu patojeni vermek yerine, DNA’sını vererek sanki patojenik enfeksiyon varmış gibi algılattırıyor sisteme ve sistem ayaklanıyor. O zaman birtakım hastalıklara karşı alert hale geçtiğinden dolayı, mesela, anti kanser terapide kullanıyorsunuz, aşılarda, alerjik sentomları geriletmede kullanabiliyorsunuz. Böyle inanılmaz bir uygulaması var. Hatta aşısı olmayan ajanlara karşı koruyucu etkisi bile var. Belli bir süre koruyor sizi, ama ondan sonra, o etki geçtikten sonra yeniden kullanmanız lazım. Bunların araştırmasını yapıyoruz şimdi burada. Yani bu konuyla ilgili, onun üzerinde uluslararası patent var yaptığımız. Bunlar, bir iki firma tarafından baz 1, baz 2 çalışmalara sokuldu. Bir tanesi anti-kanser terapide kullanılıyor. Bir başka araştırma alanı bu bağışıklık sistemin ayaklanmasına ve etkinleşmesine yönelik idi. Diğeri de tam ters bir mantalite ile yine DNA bazlı moleküller. Bu kez bakteri DNA’sının bağışıklık sistemini etkinleştirici özelliğini bulduktan sonra, memeli DNA’sının belli bölgelerinde bağışıklık sistemini baskıladığını bulduk.
HAVADİS: Neden bu mesleği seçtiniz?


GÜRSEL: Açıkçası, şimdi geriye dönüp bakıyorum da, yaptığım işlerle ilgili biyoloji okumak iyi ama sanki şu anki durumda, neden bu mesleği seçtiğimden öte, tıp okumuş da bu işi yapsaydım, hem daha iyi, hem daha faydalı olurdum diye düşünüyorum. En azından klinik tablosunu daha iyi bilirdim, her ne kadar iş birliği yapmış olduğumuz arkadaşlar olsa da…

HAVADİS: Tıp okumadığınız için pişmansınız yani?

GÜRSEL: Açıkçası pişmanım. Ama bunu şimdi idrak ediyorum. O zamanlar ne tıbbı düşünüyordum, ne de tıp yazdım ama şu anki durumumu gördüğümde okumuş olsaydım bu işin mihenk taşı olan insanların birçoğu, bilim doktorası olan insanlar. Öyle bir formasyonu almayı çok isterdim bugünkü durumda geriye dönüp baktığımda. Ama biyoloji bölümünü lisedeki biyoloji hocamızdan dolayı seçtim. Lütfi Hoca. Biyolojiyi ondan dolayı sevdim. Bir de kimya düşünürdüm ama onu seçmedim. Ama tabii biyolojiyi okuduğum zaman da “araştırmacı olacağım” diye de bir düşüncem yoktu. Dördüncü sınıfta seçmeli bir ders aldım. Master hocam da o dersi veren hocam oldu daha sonra. Orda dedim ki, “tamam ben bu işi yapmak isterim”. O dersi alana kadar, “ben okulu bitirip Kıbrıs’a döneceğim, laboratuvar açacağım” diyordum. Bu dersten sonra akademi yapmak istediğime karar verdim.

HAVADİS: Kıbrıs’a dönme sevdanız var mı?

GÜRSEL: Vallahi benim bir ara oldu. YDÜ’den, “Bir gel, bak” dediler. Dekanla çıkıp geldik. Ama aslında benim için araştırma ortamı önemli. Eğer ki kafamdaki araştırma ortamı sağlanırsa gelirim Kıbrıs’a. Gözümü karartır gelirim. Ama olanağın sürekli olacağı ve araştırma ortamının olacağını bilmem lazım. Sonra bir aralar yine eski Cumhurbaşkanı döneminde bir genetik enstitüsü kurulması düşünülmüştü. Onlar da davet etti, beyin fırtınası falan yapılmıştı. O dönemde yine bir gelmiştik. Yani Kıbrıs’ta çok organik ailem dışında her ne kadar sınırlı olsa da, eğitimin, bilimin ilerlemesini çok isteyen biriyim. Kıbrıslılığımız her zaman her yerde ağır basar.

HAVADİS: Evinizde Kıbrıs kültürünü yaşatıyor musunuz?

GÜRSEL: Yaşatmaya çalışıyorum. Oğluma da o kültürü bir miktar aktarmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Elyeliliğimizi seviyor oğlum, kendisi 16 yaşında. Eski hikayeleri dinlemeyi seviyor amcasından. Evde elimizden geldiğince bulduğumuzca yemeklerimizi yapıyoruz. Biri geldiğinde dönemi varsa ayrelli, hostes getirir, molehiya gelir.

HAVADİS: Ne kadar sıklıkla Kıbrıs’a geliyorsunuz?

GÜRSEL: Yılda 1-2 kez gidiyorum. Daha çok aileyle geçiriyorum zamanımı. Bundan sonra daha da sık gitmek istiyorum. Çünkü hakikaten insan arıyor memleketini, havasını.

HAVADİS: Dışarıdan baktığın zaman yurt dışında yaşayan birisi olarak, ülkeyi nasıl görüyorsunuz?

GÜRSEL: Siyasi ve ekonomik olarak bakarsak, açıkçası her ne kadar da Türkiye’de yaşasam, sonuçta Türkiye’nin organik bir parçası gibi görüyorum orayı. Buradaki siyasi kararlardan bağımsız, orada bir siyasi kararın alınmasını çok mümkün görmüyorum. Sonuçta beğensek de, beğenmesek de, organik bir birliktelik var. Oradaki Türkiye’nin çıkarları, politikası nasıl yönlendiriliyorsa dünya konjonktürü ile Kıbrıs’a da yansıyor. Halk arasında bir laf vardır. “Burada hapşurulunca, Kıbrıs’ta hasta olunuyor” diye. Boşuna söylenmedi. Türkiye’nin hem siyasal, hem ekonomik olarak bayağı etkisindeyiz. Tabii daha farklı olmasını isterdim. Mesela bazı olayların bizleri rencide ettiğini biliyorum. Bazı olayların da Kıbrıs’ta yapılıp, Türkiye’deki çevreleri rencide ettiğini biliyorum ama sonuçta daha KKTC’nin refahının öne çıktığı, ekonomisinin güçlendiği bir ortamın gelişmesini çok istiyorum. Yakın gelecekte bunun olacağının sinyalini görmüyorum. Kıbrıs Rum tarafı ile olan ilişkilerin ise, bir iyileşme sürecine oturmayacağı belli. “Annan Planı” dendi, umut doğru ama onun da gerçekleşmeyeceği ortaya çıktı. AB desen, şimdi farklı bir problemle ilgili. Türk-Rum taraflarının anlaşması için baskı yapacak bir konumu yok. Mevcut durumda da, Kıbrıs Türkü’nün çok mutlu olmadığını düşünüyorum. Bir belirsizlik, bir güven eksikliği ve gelecek korkusu olan birçok vatandaş var, diye düşünüyorum. Bunun nasıl önüne geçileceği de sonuçta Türkiye’ye bağlıdır. Türkiye’nin geliştireceği çözümleri, eğer Kıbrıs Türkü’nü faydasına adapte eder uygularsa ne ala. Ama şu anda AKP Hükümeti’nin bunu, diğer eski hükümetlerden çok farklı bir yerde konumlandırdığını da görmüyorum. Sıkıntıları olan bir toplumuz ve kolay kolay da aşılamayacak gibi bu durum.

HAVADİS: Son olarak ülkedeki yöneticilere ne gibi bir mesajınız olur?

GÜRSEL: Bence Kıbrıs Türkü’nün eğitim kalitesinin düzeyi inanılmaz erozyona uğramakta. Bu ilkokuldan, liseye ve şu anda gelişen üniversitelere kadar. Çok ayakları yere basan bir eğitim politikasının geliştirilmesi gerekiyor. Bence bunun için kalifiye insanlar çok var Kıbrıs’ta. Partizanlığı bir tarafa bırakıp, partiler değişse de, eğitim politikasının değişmediği bir sistem oturtulmalı. Bunlar biliniyor zaten. Biz ilkokuldan itibaren öğrenmeyi, bilgiyi bilmeyi, öne çıkaracak metotları öğretmemiz gerekiyor çocuklara. Bunun kalıcı metotlar olması gerekir. Üniversitelerin de çekim gücünün artırılması şarttır.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar