TAHRAN’IN MİMARİ HARİKALARI - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Mart 19, 2024
Köşe YazarlarıSeyahat

TAHRAN’IN MİMARİ HARİKALARI

AZADİ MEYDANI VE KULESİ (ŞAHYAD)

Çemberinde araç trafiğinin bir nehir gibi aktığı devasa büyüklükteki meydanın bir başında elinde cep telefonu ile selfi yapan insan heykeli karşıladı bizi. Arkasında uzanan yürüyüş yolunun öte ucunda, tüm ihtişamıyla 48 metre yüksekliğinde Farsça adı Bor-e AzadiAzadi Kulesi yükseliyordu. Meydanın bir başından diğer ucuna iki yanımızda su havuzları ve rengarenk çiçek tavlaları, doğruca Azadi Kulesine kadar yürüdük.

İranlı Türkmen rehberimiz kuledeki Tiyatro binasında son 10 yıldır gösterim yapılmadığını söyledi.


1969 yılında Şah Rıza Pehlevi’nin şaşaalı döneminde adına inşa ettirdiği Şahyad Meydanı’nın (anlamı Şah’a adanmış meydan) kendisine karşı en büyük gösterilerin yapılacağı meydan olacağını nereden bilecekti ki?

Rıza Pehlevi’nin şahlığını ölümsüzleştirmek için inşa ettiği meydan, mollaların iktidara gelişiyle “Şah’tan kurtuluşu” anımsatacak şekilde Azadi (Özgürlük) Meydanı olarak değiştirilmiş.

Tahran’ın 50 bin metre kareyle en büyük meydanı olan “Azadi”, İsfahan’daki Nakş-ı Cihan Meydanı’ndan sonra İran’ın en büyük ikinci meydanı.

Azadi kulesinde yer alan müze ziyarete açıkmış. Ama biz vardığımızda nedense kapalıydı.

İRAN’DA TRAFİK

Her gelişmiş şehirde olduğu gibi başkent Tahran’da da araç trafiği günün hemen her saatinde yoğundu. Fransızların Peugeot ve Citroen marka arabaları sanki daha çoktu. Bunun nedeni Şah döneminde Fransız firmalarla yapılan ticari anlaşmaymış. Otomobillerden Güney Kore’nin Kia ve Hyundai’si, otobüslerden Çin’in King Long, Deg Feng’i ve kamyonlardan İsveç’in Volvo ile Scania’sı gerek şehir içi, gerekse şehirlerarası trafikte en çok gördüklerimdi. İlk defa karşılaştığımı ‘Saia’ marka araba ise bizzat İran’ın kendi üretimiymiş. Otomobil ve kamyonların motor ve kabinleri ithal ediliyor, kasaları İran’da üretilip monte ediliyormuş. Yollarda Mercedes ve BMW yok denecek kadar azdı. Nedeni % 300’lük vergiden dolayı maliyetinin, dolayısıyla fiyatlarının yüksek oluşuydu.

TABİAT KÖPRÜSÜ

Gece işlek ve geniş bir otobanın üzerinde, rengarenk ışıklarla aydınlatılan Tabiat Köprüsü masalımsı güzellikteydi. Kanımca bu köprü batının yüksek teknolojili inşaatlarının hegemonyasını yıkan bir mühendislik ve mimarlık harikası sayılabilirdi.

İki katlı ve çelikten Tabiat Köprüsü’nün üzerinden aşağıdaki otobanda bir ışık seli olarak hızla akıp geçen otomobilleri seyretmekse bir başka heyecandı. Köprü’nün sonunda rengarenk ışıklara bezeli bir restoranın kapısından içeriye girdik. Devamında cafe vardı. Birkaç genç çift cam kenarındaki masalarda oturmuş, önündeki içecekler bahane, koyu bir sohbetlere dalmışlardı.

Köprünün nihayetinde ormana açılan cafe’deki menü batılılarınkinden hiç de farklı değildi. Cappucino, late, flatwhite, espresso, mocha, filter coffee… Batılı kafelerde ne varsa burada da vardı!  Kendime bir flatwhite, Figen’e de bir Frenchpress kahve sipariş verdim. Buz gibi soğuk havaya, sıcak kahvelerimizle meydan okuduk.

Köprüden dönüşte ana yola yakın parkta, hem İncil’de ve hem de Kuran’da, oğlunu kurban etmek üzereyken, yerine Tanrı tarafından gönderildiği yazılı olan koç ile Hazreti İbrahim’in (İncilde Abraham Story diye geçiyor) metalden ışıklı heykeliyle selamlaştık.

Parkın bu noktasından bakınca tam karşımızda “Taleghani” ile “Abo Atash” Parklarının yer aldığı iki tepeyi birbirine bağlayan ve az önce üzerinden aşağıdaki otobanı seyrettiğimiz 270 metre uzunluğunda ve renkli bir gerdanlık gibi asılı duran Tabiat Köprüsü, “binbir gece masallarından” fırlamış o büyüleyici güzelliğiyle bize el salladı.

Tahran’a gidip de, ‘Tabiat Köprusü’nü gezmeden sakın dönmeyin’! Hele de geceleri renkli görsel bir şölene dönüşen bu köprüyü ‘mutlaka ama mutlaka bir de gece gözüyle görün’ derim. Köprünün tasarımcısının İranlı kadın mimar Leila Araghian olduğunu da bu arada yazmış olayım.

MİLAT KULESİ (MİLAT TOWER)

Tahran şehrinin en görünür noktalarını, dini liderlerden rahmetli Humeyni ile Ali Hamaney’in sarıklı-sakallı büyük boy portreleri süslüyordu. Hepsi de daha önce gezip gördüğüm Mısır’da Hüsnü Mübarek, Tunus’ta Ben Ali, Suriye’de baba oğul Hafız ve Beşer Esad, Lübnan’da Şii Lider Nasrallah, Bolivya’da Morales’in caddelerde yer alan dev posterlerini hatırlattı bana.

İşte yine Humeyni ile Hamaney’in dev portrelerinin asılı olduğu bir tünelin karşısında durduk. Ancak yanı başındaki modern bir binanın terasından, İran edebiyatının ünlü Fars şairi ve Şehname’nin yazarı Firdevsi, beyaz bir heykele dönüşüp selamladı bizi. Binanın döner merdivenlerden yukarıdaki platforma çıktık. Dar, uzun ve ortasında fıskiyeleri bulunan havuz boyunca ilerledik. Milat Kulesi tam karşımızdaydı. Girişinde renkli ışıkların boyadığı ve minik fıskiyelerin dalgalandırdığı suları bizi İran’ın bu en yüksek binasına buyur ettiler. Salonun bir köşesinde ziyaretçiler için sıralanmış sandalyelere oturup, Milat Kulesi hakkında verilen bilgileri dinledik:

435 metre yüksekliğindeki bu dev kulenin, az sonra 345 metrelik seyir terasından Tahran manzarasını izleyeceğimizi öğrendik. 2008 yılında dünyanın en yüksek 4’üncü gökdeleniyken aradan geçen 13 yıl içerisinde 2 daha yüksek kulenin inşa edilmesiyle 6’ıncılığa inen Milat Kulesine, saniyede 7 metre yükselen cam asansörüyle çıktık. Biz çıkarken altımızda koca Tahran şehri, arabaları ve binalarıyla küçüldükçe küçüldü.

Tahran manzarasını belleğime yerleştirmek için 360 derecelik seyir terasını iki kez dönerek dolaştım. Tam 345 metre aşağımda, beyaz bir beton karmaşası içerisinde Tahran şehri, kibrit kutusunu andıran binaları ve de hareketli karıncaları andıran trafiğiyle çıktı karşıma. Tepesinden baktığım 15 milyonluk başkentin hem bol-bol fotoğrafını çektim, hem de videosunu. Hava çok soğuktu. Bu nedenle önce bir tur atıp içerideki cam bölmede donan ellerimi ovalayıp ısıtmaya çalıştım. Sonra ikinci kez balkona çıkıp bir kez daha şehri uçaktaymışım gibi hem seyrettim ve hem de görüntüledim. Müthiş bir deneyimdi.

Seyir katının her tarafı cam olan salonu, tuvalet tamir eden işçileri, bir de karşısına geçeni, geniş, kısa, ince ve uzun gösteren aynaları ile kalmış aklımda. Salonun diğer köşesindeyse dünyanın en yüksek 10 kulesinin maketi sıralanmıştı. 634 metre yüksekliğindeki Tokyo’daki ‘Sky Tree Kulesi’, birinci sırada yer alıyordu. Konu açılmışken dünyanın en yüksek binasının (kulesi değil) 160 katı kullanımda olan 165’nci katı 828 metreyi bulan Dubai’deki ‘Burç Halife’ olduğunu not düşmüş olayım.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar