Kavrayamadığımız şey, suyun adaya geldiği ve kullanıma hazır olduğu.
Baraja bu güne kadar 2 milyon metreküp su akmış.
Ama tek damlasından kimse faydalanamadı.
Yetmedi…
“Deneme- yanılma” adı altında.
8 bin metreküp su, her saat denize akıyor…
2 saatte 16 bin metreküp…
20 saatte 160 bin metreküp…
Günde 184 bin metreküp…
Yazıktır, günahtır.
Hepimiz de biliyoruz ki, “ideolojiler” üzerinden bir duruş sergiliyor ülkeyi yönetenler.
Nedir bu ideoloji?
“Biz yöneteceğiz…”
Aynı zamanda da bir “slogan” oldu.
Sloganlarla ülke yönetilemez.
Doğru olan “slogan atmak” değil, yapmaktır.
Hükümet kendi arasında dahi su yönetimi konusunda uzlaşamadı.
CTP- UBP uzlaşsa…
Yasasını 39 vekil desteği ile geçirse…
Hatta…
“Su konusunu” memleket meselesi haline getirse…
DP ve TDP desteği ile birlikte meclisten bir yasa ile elini güçlendirse…
Türkiye “yasanız dışında iş yapın” der mi?
Diyebilir mi?
Mümkün değil.
Ancak, Kıbrıs Türkü kendi içerisinde dahi uzlaşamadı…
Kamplaşma var ki, ikisi de tehlikeli…
Bir taraf “irademizi kullanacağız, biz yöneteceğiz” diyor, diğer taraf “Türkiye ne isterse o olsun…”
İkisi de yanlış…
Nedir bilir misiniz doğru olan?
Elbette suyu, KKTC devleti yasaları ile yöneteceksiniz…
Ama yasa yaptınız mı?
Yok…
Ama slogan atmaya devam ediliyor…
Ercan örneği
Bakınız…
Ercan ihalesi öncesinde ne konuşuluyordu?
– Türkiye anlaştı, ihaleyi Nihat Özdemir alacak…
– Yok yok, TAV gelecek…
– İhale Türkiye’de açılacak, UBP hükümetin haberi bile olmayacak…
Ersin Tatar, o sürede yaşananları anlatsın…
Örneğin, Türkiye Devlet Hava Meydan İşletmeleri yetkilileri, “Ön ödeme peşin para koymayın, kimse teklif vermez” dedi…
Ersin Tatar ve dönemin Merkezi İhale Komisyonu dinlemedi…
“100 milyon Euro” ön ödeme koydu…
Cari açık artmış, devletin kamu bankalarına dünya borcu vardı, ki gene ayni durum devam ediyor.
100 milyon Euro ön ödeme şartnamede yer aldı.
DHMİ yetkilileri “buna kimse başvuru yapmaz, şartname almaz” dedi…
10 civarında firma şartnameyi aldı…
“Kimse teklif yapmaz” dendi…
3 firma teklif yaptı…
Türkiye’deki tecrübelerden yola çıkan uzmanlar, “Kimse yüzde 15- 20’den fazla kar paylaşımı teklif etmez” dedi…
Teklif Yüzde 48.5 çıktı…
Hoş, o kaynak ile kamu borçları ödenmedi, UBP hükümeti 13’üncü maaşa yatırdı…
Üstüne bir de 16 milyon Euro’luk KDV krizi mahkemelik oldu ama…
Tarz şuydu…:
“Ben şartnamemi kendim hazırlarım, uzman desteği alırım ama prensipleri ben belirlerim, ihaleyi de Lefkoşa’da açarım…”
Sorun, Ersin Tatar size anlatsın…
Katılımın fazla olduğu, şeffaf bir ihale ile Ercan süreci tamamlandı… (Başımıza bela kaldı ama, süreç de şeffaf bir şekilde tamamlandı…”
Gelelim su konusuna
Tekrar su konusuna dönecek olursak…
Sen yasa yapmadın…
Tüzük yapmadın…
Hükümet ortakları ile uzlaşı sağlamadın…
Özerk Su Kurumu dedin, yasasını meclise dahi getiremedin…
BESKİ ile “belediyeler suyu yönetecek” dedin, belediye başkanları bir bir ayrışıyor…
Birlik olmadın, dirlik olamadın…
Oysa, tekrar ediyorum…
Sen önce kendin uzlaş…
Yasa ve tüzüklerini çıkar…
Tavrını belirle…
Şartnameni kendin yaz…
Sonra da de ki, “Biz su yönetimi ile ilgili tüm hazırlıklarımızı tamamladık…”
Bak bakalım, biri sana bir şey dayatabiliyor mu?
İhalenin yeri Lefkoşa
Suyun nasıl, hangi kriterlerle yönetileceğini devlet belirleyecek…
Tüzüğünü devlet belirleyecek…
Belediyelerin konumu ne olacak?
Yetişmiş belediye elemanları ne olacak, devlet belirleyecek…
BESKİ’de mi uzlaşıldı?
BESKİ nasıl konumlandırılacak?
Devletin yatırıma gücü yetmeyen alanlarda ne yapılacak?
E ama yeter, karar verin artık.
Bir karar verin…
Bu “devletin” ortak kararı olsun…
Kapalı meclis oturumu mu yaparsınız?
Özel komite mi kurarsınız?
Ne yaparsanız yapın ama bir karar verin…
Yazayım baştan?
Saatte 8 bin metreküp su denize akar…
Susuzluktan grak grak eden, veyahut yıkanırken iğrenen, kirlenen Kıbrıs Türkü de halen karar vermenizi bekliyor.
Şu ana kadar, ihalenin “Ankara’da açılacağı” ile ilgili tek bir veri yoktur.
Üstelik, ihaleye ne kadar çok firma katılırsa, belediyelerin daha karlı, vatandaşın da daha ucuza su alacağı kesindir.
Siz hele bir karar verin, ülkeyi yönetenler…
Gerisi çok daha kolay…
***
Glavya Hasan’ını kaybetti…
Çocukluğumuzda derin izleri olan bir çınar daha yaşama veda etti.
Babam anjiyo ameliyatına girdiği anda, yanımızda hastanedeydi.
Babamla birlikte, o da gece hastanede kalmış, sabah da köye gitmek için kardeşi Dr. Turgut Küçük'ü bekliyordu.
Yanına gittik, babamla arasında geçen diyalogu anlattı: “Be Ekmekçi ne işin var ameliyatta. Boşver olan. Ye iç ha bir eksik yaşadın, ha fazla… Gel götüreyim seni yarın köye…”
Babam o "basit" ameliyattan sağ çıkmadı. Hasan abi ise, tüm doktor uyarılarına rağmen, bildiği gibi yaşadı. Yağlı da yedi, gavruntu da… Her fırsatta da bana, “Baban da girmese o ameliyata da ne zaman isterse o zaman ölse, severdi yeme- içmeyi” derdi.
Hasan Küçük, nam-ı diğer Pekri Hasan… Kelleciği de götürdü, fericiği de… Ve dün öğle saatlerinde, yağ çıkarmak için zeytinleri arabasına yükledi, ön koltuğa oturdu ve tam da o anda kaskatı kesildi, ambulansın gelmesini dahi beklemedi. Tam da istediği gibi öldü Hasan Pekri… Yedi, içti, gezdi…
Çocukluğumuzda da derin bir izi var…
“Go bakayım…” ve “Pezevek popaz adam ettin hepsini…” laflarını tekrarlar dururdu…
Bir de, herkesin CTP’li olduğunu söylemeye korktuğu dönemlerde, bir elin parmağını geçmeyen partililerden biriydi köyde… İşçi sınıfının bir temsilcisiydi. Her eyleme, arabası ile az sayıdaki CTP’lileri gururla taşırdı.
En büyük hayaliydi çözüm. “Çözüm olsa, bir gün dahi beklemeyecek, Glavya’daki evine, doğup büyüdüğü topraklara” gidecekti. Kapılar açıldıktan sonra da sık sık Glavya’ya giderdi.
Kim, “hade” dese, hemen arabada bulunurdu.
Acı- tatlı günlerimiz oldu. Aynı ovada koyun bekledik, aynı meydanda slogan attık, aynı ağacın altında azığımızı paylaştık.
Kardeşim gibi sevdiğim Ahmet, Ali ve Mustafa'nın başı sağolsun. Babam öldüğü günden itibaren bir gün bile annemi yalnız bırakmayan ve anneme yarenlik eden, yoldaşlık eden Ayşe ablamızın acısını paylaşıyorum…
Hasan Pekri, ruhun şad olsun… Hoşcakal…