“Nalbantoğlu az kalsın ölüyordu” - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 20, 2024
Röportaj

“Nalbantoğlu az kalsın ölüyordu”

“Burhan Bey elinde silahla terasa çıkınca, kliniğimin damına ciddi bir yaylım ateşi başladı.

Hemen ne oldu diye bağırdık. Panik yaptık… “Kımıldama Burhan” diye bağırdım. Gözle görünür mesafede çünkü. Bekledik, akşam karanlık olunca, yukarıya çıkarak, sürükleyerek kendisini alıp aşağıya indirdik. Şükür yaralanmamıştı”


En Kritik 100 saat, 21 Aralık dönemini anlatan Şemsi Kazım Erkman’ın ağzından devam ediyor.
Öyle ya… 20 Aralık’ı 21 Aralık’a bağlayan gece  öldürülen iki Kıbrıslı Türk ve sonrasında yaşananlar.
21 Aralık 1963 gecesi, Lefkoşa’nın Tahtakale semtinde otomobillere açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali öldürülmüştü.
Peki sonra? Kıbrıslı Türkler açısından neler yaşanmıştı: 30 köye yapılan saldırı… Toplamda ise 103 Türk ve karma köyde yaşananlar… Lefkoşa‘nın Küçük Kaymaklı semtinin kuşatılması… Kanlıdere bölgesinde Türklere karşı düzenlenen saldırılar. Larnaka ve Tuzla’da Türk evlerine ateş açılmış ve dokuz kişi öldürülmüştü. Bölgedeki 13 Türk köyünün sakinleri de 23 Aralık gününden itibaren daha büyük Türk köylerinde göç başladı. Birçok Türk ikinci kez göçmen oldu. 21 Aralık 1963 gecesi başlayan olayların faturası Kıbrıslı Türkler arasında 270 kişinin ölümü ile sonuçlandı.
Dr. Şemsi Kazım 21 Aralık gününün ilk saatlerinde başlayan ve devam 100 saatlik kritik süreçte alınan tedbirlerle, büyük kıyımların, katliamların önlendiğini söylüyor.
Zira, o dönem “kod adı Sefir”di, ve yaşananların en yakın tanığıydı. Aldığı bir ihbar üzerine, Kıbrıs Türk liderliği, TMT ve Türkiye’yi ayağa kaldırmıştı.
Yatağından kalkıp, yola çıkmasaydı, “Yarın olsun da bakarız” deseydi, çok daha fazla Türk, kayıp olarak, şehit olarak belki de bugün tarihte yer alacaktı.
“Kritik 100 saat”i sanki yeniden yaşar gibi anlatmaya devam ediyor Dr. Şemsi Kazım Erkman…

Herkes ayakta…
Dr. Fazıl Küçük… Osman Örek… Şemsi Kazım… Rauf Raif Denktaş… Burhan Nalbantoğlu ve diğerleri…
Herkes istim üzerinde…
Kulaklar Türkiye’de, gözler semada… Umutsuzluk ve umut bir arada… İmkansızlıklar içerisinde tedbirler alınmaya çalışılıyor. Bilinen bir şey var, Kıbrıslı Türklerin üzerine kurşun yağıyor. Yeni şehit haberleri var ve yaralılar peşi sıra geliyor? Peki ne yapılacak?
Şemsi Kazım, kritik 100 saat içerisindeki yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor:
“22 Aralık’ta çarpışmalar başladı. Ben kliniğimi kapatmadım. Denktaş bey avukatlık yapmaya devam ediyordu. Ben de kliniğimi çalıştırıyordum. Yaralılar geliyordu. Burhan Nalbantoğlu kısa süre sonra kliniğime  geldi.
‘Yahu Şemsi bu iş durmayacak, devam edecek. Benim görüşüme göre her şeye hazır olmalıyız. Sen ve Adiloğlu’nun kliniğini yaralılara karşı hazırlamamız gerek’
Bu ne demekti?
“Her şeye hazırlıklı olalım” cümlesi, çok ciddi mesajlar içeriyordu. İmkansızlıklar içerisinde, klinikler hastane görevi görecekti. Çatışmalar devam ediyordu…
Yaralılar peşi sıra geliyordu.
“Güzel fikir” diyerek hazırlığa başladım.”

Nalbantoğlu az kalsın öldürülüyordu
Şemsi Kazım bir taraftan “siyasi işlerle” ilgilenirken, diğer taraftan da doktorluk mesleği gereğini yerine getiriyordu. Klinikleri, artık hastane görevi görüyordu.
TMT’nin önemli isimleri de yaralı olarak Şemsi Kazım’ın kliniğine geliyordu. Tam da bu kritik süreçte, gözü kara Burhan Nalbantoğlu ölümle burun buruna gelir. Nasıl mı? Şemsi Kazım anlatmaya devam ediyor:
“Klinikte de teşkilatın önemli bir ismi yatıyordu, başka hastalar da vardı. Benim kliniğim Ledra Caddesi’ni gören yerdeydi. Mücahitler zaten daha önceden orada nöbet tutuyordu.
Burhan Nalbantoğlu, terasa çıktı. Karşısında da Hacigriyagu’nun binaları vardı. Burhan bey elinde silahla terasa çıkınca, kliniğimin damına ciddi bir yaylım ateşi başladı.
Hemen ne oldu diye bağırdık. Panik yaptık… “Kımıldama Burhan” diye bağırdım. Gözle görünür mesafede çünkü. Bekledik, akşam karanlık olunca, yukarıya çıkarak, sürükleyerek kendisini alıp aşağıya indirdik. Şükür yaralanmamıştı.”

“Dum Dum kurşunu yağıyordu”
Şemsi Kazım bu kez, “sıcak savaşın” içindeydi. Kliniğinin üzerinden yağmur gibi kurşunlar geçiyordu, kliniğine savaşta kullanılması yasak Dum Dum kurşunu isabet ediyordu.
Hedefte Şemsi Kazım’ın hastaneye dönen kliniği ve Kıbrıslı Türklerin “kalbinin attığı” Türk Cemaat Meclisi binası vardı.
Şemsi Kazım’ı dinlemeye devam ediyoruz:
“O kadar şiddetle kurşun yağıyordu ki… Harpta kullanılması yasak Dum Dum kurşunu dahi kullandılar. Tüm bu atışlar Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi binası ve benim kliniğime yapıldı.
Yaralıların bir kısmını Adiloğlu kliniğine kaldırdık. Çarpışmalar devam ediyor…”

“Sefir” görevde
“Doktor” Şemsi, bir taraftan yaralılara yaşam vermek, onları hayatta tutmakla görevliydi, diğer yandan da Kıbrıslı Türklerle Türkiye arasındaki irtibatı sağlıyordu.
Bunu, “Cemaat Meclisi kapalı olduğundan 23 Aralık’ta Dr. Fazıl Küçük’e gittik. Ben anında tüm bilgileri Bayraktar’a aktarmaktaydım. Bilgi alışverişindeydik sürekli biz. Kod ismim Sefir’di” cümlesi ile açıklıyor.
Ateşten gömlek giymişti. Kliniğine sürekli olarak, daha az önce irtibatta olduğu, dün kahve içtiği, çocuğunu iyi ettiği mücahitler, bu kez yaralı olarak gelmekteydi.
Erkman anlatmaya devam ediyor:
“Fazıl bey Cumhurbaşkanı muavinlik binasındaydı. Ben bilgileri Bayraktar’a iletiyordum. Bayraktar da bizden ne istiyorsa onları yazıyordu. O şekilde bir temas içindeydik. Bilgi bu şekilde Türkiye’ye de ulaşmaktaydı.
Bayraktar Kenan Coygun gizliliğe çok önem verirdi. Tanınmak istemiyordu. Bana şikayetler gelirdi toplum da küçük… Kazalarda serdarlar vardı. Daha sonra sancaktarları gönderdik. Benim rahmetlik abim Halit Kazım Baf serdarıydı. Büyük hizmetleri vardı Baf’a. Temsilciler Meclisi’nde de milletvekiliydi.
O bile şikayet ediyordu bana Bayraktar’ı tanımadığı için. O kadar gizli çalışıyordu. Bunun da çok faydasını gördük. Biz Rumlardan daha fazla teşkilatlanmıştık köylerde. Bizim daha fazla silah ve mücahidimiz vardı.
Bu arada devamlı Türkiye’ye elçilik vasıtasıyla rapor gönderiyoruz ve hep diyoruz ki Rumların ciddi olduğunu, Kıbrıs Türkünü yok etmeye çalıştığını anlatıyoruz. Dayanamayacağımızı anlatıyoruz. Müdahale talep ediyorduk…”

“Lefkoşa düşerse, mücadele de biterdi”
Kıbrıslı Türklerin o günlerde tek bir umudu vardı, o da Türkiye’nin müdahalesi. Silah ve asker gücüne bakıldığında, Rumlarla başa çıkmak mümkün değildi. “İman gücü” de yetersiz kalıyordu artık.
Garantörlük anlaşması vardı ya… 1960 Cumhuriyeti kurulurken, Türkiye vardı. Garantördü…
Bozulan anayasal düzeni tesis etme görevi bu uluslar arası anlaşmadan kaynaklanıyordu.
İşte Kıbrıslı Türkler de “bunu kullanmanın tam zamanı” demekteydi. Korkulan, Lefkoşa’nın direnme gücünü kaybetmesiydi. Herkes gibi, Şemsi Kazım da biliyordu ki, eğer Lefkoşa’da Türkler direnmeyi bırakır, yenilir, gücünü kaybederse, ada genelinde Türkler kaybedecekti.
O anki duyguları şöyle özetledi Erkman:
“Zaten teşkilat da, garantörlük de bu günler için ayarlanmıştı. Çünkü artık Lefkoşa düştüğü zaman, Kıbrıs bitecekti. Her şey Lefkoşa’daydı.
16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulup, BM’ye üye oldu. 950 kişilik Kıbrıs Rum Alayı ve 650 kişilik Kıbrıs Türk alayı Kıbrıs’a geldi ve Rum tarafında, iki alay yaptılar. Yan yana yerleştirdiler. İlk gelen alay komutanı da Turgut Sunalp’tı. Diplomat gibi, iyi yetişmiş, bilgili birisi idi. Son Kanada’ya büyükelçi gitmişti.”

Tahdagala ve Kaymaklı’dan kaçan Kıbrıslı Türkler, Hamitköy’de kurulan çadırlarda yaşamak zorunda kalmıştı. Fotoğraflar, ona rağmen mutlu çocukları ve çaresiz anneleri gösteriyor

Gözler Alay’da…
Rumların Kıbrıslı Türklerle savaşı göze aldığı aşikardı. Ama Türkiye ile savaşa girmeyeceklerini kestirmek güç değildi.
Bu nedenle Kıbrıslı Türklerin ilk talebi, garantörlük anlaşması nedeniyle  adada bulunan 650 kişilik Türk Alayı’nın harekete geçmesiydi.
“Yürüse yeterdi” Kıbrıs Türkü için ama… Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalıyordu. Bir dakika bile önemliyken, 23 Aralık’a gelinmişti.
TMT’nin mühimmatı da alaydaydı.
Kritik nokta Türk Alayı’ydı.
Peki ne yaşandı? Şemsi Kazım’dan dinliyoruz yine:
“Teşkilatın mühimmatı alayda muhafaza ediliyordu. 21 Aralık’ta hadiseler başladı. 22’sinde Rumlar devam etti.
23 Aralık oldu, Alaydan ses yok.”

22 ve 23 Aralık 1963’te yayımlanan Halkın Sesi ve Bozkurt Gazeteleri, peşi sıra gelen ölüm haberlerini aktarıyordu

Yarın: Ve Alay yürüdü… Sadece yürümesi yetti

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar