Labirent Gibi Sokaklarda Yumuşak Tabiatlı İnsanlar - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Poli

Labirent Gibi Sokaklarda Yumuşak Tabiatlı İnsanlar

lüzinyan
Ahmet Okan
Ahmet Okan

“Damları genellikle toprak kaplı olduğu için eski Lüzignan ve Venedik soylularına ait konaklar, saraylar zamanla üst katları çökmek suretiyle kısmen yıkılmış ve Türkler bunların sağlam kalmış zemin katları üzerine kerpiç ya da dolma duvarlar yapıp köşkler (cumbalar) ilave ederek bu binalara kendi mimari zevklerini katmışlardı.

Böylece bugün bile ayakta duran, altı katı yontma taştan, Gotik tarzında, üst katıysa Türk stili yapılar ortaya çıkmıştır.


Türklerin kerpiç ya da dolma duvar yapmaları kolaylık ve ucuzluğun yanı sıra bu tür yapıların yer sarsıntılarına dayanıklı olduğu düşüncesindendir. Nitekim yüzlerce yıl önce yapıldığı halde sapasağlam duran kerpiç evler vardır.

Hafif ve esnek olduğu için dolma duvar ve özellikle kökler de yer sarsıntılarına dayanıklı çıkmışlardır.

Bazı durumlarda Türkler yıkılan bir Latin konağının ve manastırının arsası üzerine kendi zevk ve mimari stillerine uygun evler yapmışlardı.

Bu evler eski yapıdan geriye kalmış Gotik veya Venedik tarzı, gösterişli bir kapı kemerinden girilen bir bahçenin ya da avlunun ortasındaydı.

Tüm bu yapısal değişiklikler uzun bir zaman süreci içinde, eski ve yeninin gözleri tırmalamayacak bir uyum içinde kaynaşmasıyla gerçekleştiğinden, Lefkoşa hoş görünümlü bir kent niteliğini koruyabilmiştir.

Bunda kuşkusuz eski bahçelerin korunması veya sürekli yenilenmesi; kente ayrı bir hava veren Türk yapısı ve stili han, hamam, cami, mescit, tekke, türbe, çeşme vs. yapısal unsurların eklenmesinin de rolü olmuştur.

Böylece, özellikle 1878’den sonra gelen İngiliz yazar ve gezginlerinin çok beğendikleri, “pitoresk” diye tanımladıkları bir kent olup çıkacaktı Lefkoşa.”

Haşmet Gürkan’ın Lefkoşa sevgisi ve bu kente dair düşüncelerinin bir bölümünü aktardık…

Hangi sokağa dalsanız durum budur.

Yapısal özellikler birbiri içine girerken, diğer sosyal ve kültürel özelliklerin bundan etkilenmemesi, iç içe girmemesi, birbiri ile alış veriş etmemesi hatta bütünleşmemesi düşünülemez.

Adanın iki ayrı toplumsal unsur halinde bölünmesi ve giderek coğrafyanın parçalanmak istenmesi milliyetçiliğin körüklenmesinin bir sonucu.

Kerpiç bir evde otururken avlunun ortasında Venedik döneminden kalma taş havuzdan su alırdı insanlar.

O taş havuzun yanına bir de Türk hamamı yapılırdı.

O köşklü evlerin avlusunda taştan Venedik kemerlerinin arasında çocuklar oynardı.

Osmanlı öncesi inşa edilmiş yapılara eklenen Türk stili yapıların kente ayrı bir “şark” güzelliği kattığı bazı yabancı yazarlar tarafından da kaydedilmektedir.

Bizim kuşağın çocukluk ve ilk gençlik yılları da o sokakların birbiri ile bütünleşmiş yapısal güzellikleri arasında geçti.

Kıvrım kıvrım birbirine bağlanan sokaklardan geçerken o Lüzinyan, Venedik ve Türk bütünleşmesinin örnekleri ile doluydu sokaklar, ki her birinin ayrı hikayesi vardır.

Kışla yolu:

Bizim bulunduğumuz Reşadiye Sokağı’ndan bir zamanların Lise olarak yapılan daha sonraları askeri kışla olarak da kullanılan bölgeye giderken bunların bir kısmını görmek mümkündü.

Ama hiç kimse o dönemler içine girip çıktığı sokaklarda ne var ne yok, o evler, o taş binalar, o köşkler, o kilise ve camiler, çeşmeler, yatırlar nereden gelip nereye gidiyorlardı sorgulamazdı.

Bir sokak çeşmesinden su alırken, o sokak çeşmesinin tarihini çoğunlukla hiç kimse bilmezdi.

Üç dönemin mimarisini taşıyan yapıların ne olduğuna dair çoğunlukla kimsenin fikri yoktu.

Zaten hayat oralarda geçerdi, bir caminin avlusunda, bir kilisenin çevresinde,  bir köşklü evin içinde…

Reşadiye’den Turan Sokağına dönüldüğünde bu yol Toros sokağına uzanır.

Kışla’ya gitmek için Alsancak Sokağı’ndan Fuzuli Sokağı’na sapmak ve oradan Yeni Cami ve Kirlizade Sokağı’na geçmek mümkündür.

Kışla Haydarpaşa Sokağı’na bağlanan yerde bulunuyor.

Yol üstünde Yeni Cami’yi, Katherina Kilisesini (Haydarpaşa Camii), bazı yatırları,Yeni Cami mezarlığından arda kalan bazı taş mezarları görmek mümkün olduğu gibi, sözünü ettiğimiz o bütünleşmiş kültürün en iyi örneklerinden biri olan Lüzinyan Evi de bu yol üstünde bulunur.

Ki o yapı,  çeşitli dönemlerin hikayesini taş duvarlarında, ahşap köşklerinde, avlu ve kemerlerinde saklıyordu yüzyıllarca fakat kim bunun farkındaydı?

Biz farkında değildik belki ama adaya 1872 yılında gelen Avusturyalı Louis Salvator farkındaydı!

Lefkoşa’yı gezerken bu Lüzinyan-Türk evine de girmiş ve her detayını incelemiş, daha sonra bu evi yayınladığı kitaba da almıştı.

Ev hakkında şunları yazmış Salvator:

“Lefkoşa’da görmeye değer çok az ev var. Bununla beraber, Yeni Cami Sokağı’nda “Kaloiro al Efendi Konağı” diye bilinen taş ev sözünü etmeye değer.

Burada şimdi iki Türk ailesi oturmaktadır. Binanın gotik kemerli bir kapısı vardır. Kapı kornişinin üstünde kabartma bir süs ve armalı bir şilt bulunur.

Bundan başka, başlığın her iki tarafında da armalar görülür.

Kapı kornişinin köşelerinde bazı Bizans pencereleriyle taş oluk izleri hala görülebilir.

Evin Türk sakinleri binanın cephesine ahşap bir köşk eklemişler. Bu büyük yapının içi vaktiyle oryantal tarzda zengince süslenmişti. Ne var ki şimdi, üzülerek söyleyeyim, binanın tümü ihmal edilmiş olup yarı harabe durumundadır. (O durum yüzyılı aşkın daha sürecekti. A.O).”

Salvator daha sonra evin içinden bilgiler verir:

“Evin içine girildiğinde ilkin büyük bir oturma odası buluruz: Duvalar boyunca uzanan yumuşak, kişiyi oturmaya davet eden minderleri, zarif tavanı, kafesli pencerelerinde emek ürünü panjurları ve kapısının yanında zarif bir gömme dolabı olan bir odadır bu.

Duvarlarda ayrıca üstleri haremin bin bir çeşit eşyasının zarafetle sıralandığı küçük raflar vardır.

Bu odadan daha küçük bir odaya geçeriz: Ahşap tavan küçük karelere bölünmüş şekilde süslenmiştir. Kafesli pencerelerin önündeyse alçak bir parmaklık görülür. Odanın içinde, birkaç basamakla çıkılan bir platformda, diğerlerinden parmaklıkla ayrılmış minderler bulunur. Her tarafta zarif raflar görülür. Kapılar kısmen Türk tarzında kare kabartmalı, kısmen de Rönesans tarzı oymalı veya kemerlidir.

Tavanları kemerlere dayanan odalar olduğu gibi, tavanı doğrudan mertek üzerine konan tahtalardan oluşan odalar da vardır.”

Kıbrıs’la ilgili çeşitli gözlemleri bulunan ünlü gezgin ev hakkındaki izlenimlerini şöyle tamamlar:

“İkince katta ziyadesiyle güzel bir oda vardır ki bunun tavanı Türk tarzı ahşap işinden oluşmaktadır. Odanın bir bölümünden yüksekçe bir yerde parmaklıklarla ayrılmış minderler bulunur.

Süslü raflar odaya bir canlılık verir. Anlaşıldığına göre bu oda eski zamanlarda aile ziyafetleri ve dansları için kullanılırdı.”

Lefkoşa sokakları birçok yazarın belirttiği gibi “labirent” misalidir ve öyle anlaşılıyor ki bu özellik Osmanlı döneminde oluşmuştur.

Venedik döneminde geniş meydanlardan bahsedilmesi, Lefkoşa kentinin daha Avrupalı bir görünümde olduğuna işarettir.

O labirent gibi sokaklar, gelip geçen yabancılar tarafından garipsenirdi belki ama içinde yaşayanlar için her sokak sıcacık bir ev gibiydi.

Bütün sokakları ezbere bilinir; komşuluklar sokak sokak çoğalırdı.

Günümüzde geceleyin içinden ürkek bir kedi gibi geçilen o labirent gibi sokaklarda en güzel saatler gece vakitleri yaşanırdı hele de mevsimlerden yaz ise…

Bir başka yazar Kıbrıs’ın çevresini, fiziki özellikleri yanında insanlarından da bahseder ve şöyle der:

“Lefkoşalılar Türk olsun Rum olsun yumuşak tabiatlıdırlar, meyve yeyip tropik iklimde yatıp kalkan insanların yumuşaklığı vardır üzerlerinde.”

Hâlâ öyledirler…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar