Köprülü: Hedef İran olabilir - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Röportaj

Köprülü: Hedef İran olabilir

Köprülü: Hedef İran olabilir

BELKİ DE İRAN:  Suriye’ye müdahalenin sadece bu ülkeye bir müdahale anlamı taşımayacağını söyleyen Köprülü, “Orta Doğu sınırları geçirgen bir yapıya sahiptir. Suriye’ye müdahale konusunda hedef belki de İran’ın gücünü zayıflatmak” dedi

ÜSLERİN KULLANILMASINA ONAY YOK: Nur Köprülü: Güney Kıbrıs Meclisi, Suriye’ye olası müdahaleye İngiliz üslerinin katılmasına onay vermedi. Kıbrıs Rum Meclisi’nin kararı önemli, Kıbrıs’ı tüm bu tartışmalardan uzak tutmaya çalışan bir karar


Baykan GÜRSES ÖZDAĞ
Yakın Doğu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Yrd. Doç. Dr. Nur Köprülü, Orta Doğu’da “Arap Baharı” diye tanımlanan ve bugün tartışılan başta Suriye’deki iç savaş ve müdahale konusunda değerlendirmelerde buldundu.
Yrd. Doç. Dr. Nur Köprülü, Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden olayların geldiği nokta ve de kimyasal silah kullanılarak 1500’den fazla kişi ve 426 çocuğun hayatını kaybetmesi ile dünyanın gözünü çevirdiği Suriye’ye yönelik araştırma sonuçlarını Havadis ile paylaştı.
Suriye’ye müdahalenin sadece bu ülkeye bir müdahale anlamı taşımayacağını söyleyen Köprülü, “Orta Doğu sınırları geçirgen bir yapıya sahiptir” dedi.
Köprülü, ”Suriye’ye müdahale konusu hedefin belki de İran’ın gücünü zayıflatmak” olabileceğine dikkat çekti. Kıbrıs’ın coğrafik konumu, Suriye’ye müdahale konusunda adada bulunan İngiliz üslerinin konumuna ilişkin tartışmaları da değerlendiren Nur Köprülü, “Güney Kıbrıs Meclisi, Suriye’ye olası müdahaleye İngiliz üslerinin katılmasına onay vermedi. Kıbrıs Rum Meclisi’nin kararı önemli, Kıbrıs’ı tüm bu tartışmalardan uzak tutmaya çalışan bir karar” dedi.

“Orta Doğu sınırları geçirgen …”
Nur Köprülü, “Arap Baharı” diye tanımlanan olayların genellikle devrim veya yapısal bir dönüşüm getireceği şeklide algılandığını ancak bunun aslında bu şekilde gerçekleşmediğini söyledi.
Köprülü, “Arap Baharı” diye tanımlanan süreçle ilgili şunları söyledi:
“Suriye’ye müdahale etmek sadece bu ülkeye müdahale etmek anlamı taşımaz. Tüm bu olaylar 2010 Aralık ayı sonunda Tunus’ta başlamıştı. Orta Doğu sınırları o kadar geçirgendir ki Tunus’ta Mısır’da olan hareketlenme, biz buna “toplumsal kalkışmalar” diyoruz tüm ülkeleri etkiledi.
Aslında “Arap Baharı” da biraz Batı medyasının kullandığı bir kavramdır, bunu söylerken beklenti de yükseliyor, ama bunun arkası kış da gelebiliyor, sonbahar da…
Bahar denince etiket koyma gibi oluyor. Burada genel olarak hemen bir devriminin olacağı ve tüm ülkelerin demokrasi ile yönetileceği gibi bir algı oluştu, demokrasi bir yaşam biçimidir, kültürdür. Avrupa içerisinde dahi bu konuda çeşitli sıkıntılar görülüyor.
Evet, Hüsnü Mübarek, Zeynel Bin Abidin yönetimleri devrildi ama Mısır’da olanlar gösteriyor ki yapısal bir dönüşüm henüz gerçekleşmedi. Devrim bir yapı bozumudur ve devrimlerin bölgesel ve küresel düzeyde etkileri olur, Fransız ve İran Devrimleri gibi… Ama bunu Mısır ve Tunus için söylemek çok erken.”

Bölgede ve Suriye’de yaşanan olayların ve krizlerin içsel dinamiklerden kaynaklandığını söyleyen Köprülü, bu konuda henüz “sistem değişsin” gibi bir hareketlilik gözlemlenmediğini vurguladı.
Köprülü değerlendirmelerine şöyle devam etti:
“Bugün Suriye’yi tartışma haline getiren konu içsel dinamikle başlamış, ardından bölgesel ve küresel aktörler müdahil olmuştur bu sürece.
Diğer bir değişle birilerinin düğmeye basması ile bu süreç başlamadı. Arap dünyasındaki toplumsal hareketlerin ortak paydası içsel sorunlardı. İşsizlik ve yolsuzluklarla mücadele gibi ve ekonomik temelli başlayan bu hareketler demokrasi talebine dönüştü. Ve kuşkusuz beraberinde de var olan siyasal yapıların meşruiyet sorununu da getirerek.”

“Ürdünlüler daha fazla demokrasi talep ettiler”
“Ürdün’de de gösteriler oldu. Ama Kral adım atarak, cumhuriyet ile yönetilen rejimlerden farklı olarak daha esnek bir yaklaşım ortaya koydu ve bu süreç şu an itibarı ile Krallık ile yönetilen ülkelerde teğet geçti.
Kral II. Abdullah, bir reform paketini hayata geçirmeye çalışıyor. Ayrıca Ürdün’ün Mısır ve Suriye’den en büyük farkı Müslüman Kardeşlerin orada siyasi bir partisinin olmasıdır.
İslami Hareket Cephesi, yasaldır, seçimlere katılır, büyük bir tabanı vardır. Son iki seçimde boykot kararı aldılar, Kral’ın yaptığı reform uygulamalarını tatmin edici bulmadıkları için… Orada da sorunlar var. Şu an bir şey olmadığı olmayacağı anlamına gelmez.
Halk, Kral’a bağlılık duyar çünkü aile reisi gibi görülür. Gösteriler oldu, insanlar sokağa döküldü ama daha fazla demokrasi için, Kral’ın gitmesi için değil… Seçim sistemi değişsin, yolsuzlukların üzerine gidilsin şeklinde bir talepleri var. Krallığa karşı bir tutumu henüz dillendirmediler”.

“Arap ayaklanması…”
Tunus’la başlayan ve “Arap ayaklanması” diye tanımladığını söylediği olayların oluruna bırakılmadığını söyleyen Nur Köprülü bu konuda şöyle devam etti:
“Tunus’ta başlayan olaylar Suriye, Mısır ve Doğu Akdeniz’e ilerledi. “Arap ayaklanması” diye adlandırmayı tercih ederim. Ya da yeni Türkçesi “kalkışma” olarak, çünkü neye doğru evirileceğini bilemiyoruz.
İçsel dinamikler ile başladı ama bölgesel ve Uluslararası aktörler bu süreci kontrol etmeye çalışmakta ve sürece müdahil olmaktadırlar. Bu nedenle de öngörülemeyen bir düzeye geldi.”

“Mısır, Orta Doğu’nun en etken ülkesi oldu…”
“Olayların Mısır’a yansıması çok önemliydi. Mısır, Orta Doğu’nun en önemli ülkelerinin başında gelir. Bunun temel nedenini de Tunus’ta başladı ama dikkat edilirse Mısır’a taşındıktan sonra bir domino etkisi yarattı, ardından Suriye’ye yansıdı ve Körfez ülkelerini de etkiledi” . Mısır, Orta Doğu’nun tarihsel olarak büyük ağabeyidir.
Gerek Arapçı ideolojinin başını çekmesi gerekse bölgede ulus-devlet inşa süreçleri bakımından daha derin bir tarihe sahiptir.
1952’de Cemal Abdul Nasır’ın bir üçüncü dünya liderliği yapması, monarşiyi devirmesi, yerine Arapçı bir siyaset getirmesi, Arap milliyetçiliğinin yeniden Ortadoğu’ya yansımasını sağlaması bu etkiyi gösteriyor.
1952 Hür subaylar darbesi ile sivil – askeri bir bürokrasinin Mısır’da yerleştiğini ve hala etkisini görüyoruz. Mısır’da ordu, istikrarın koruyucusu olarak algılanmaktadır.
Yapısal bir dönüşüm olmadığından, sistem askerin müdahalesi ile karşılaşıyor.
Nasır, Arapçı bir kimlik üzerinden tüm Orta Doğu’yu etkileyen tutunum ideolojisi yarattı, diğer bir deyişle meşruiyet zemini inşa etti.
Arapçı kimlik İsrail karşıtlığı ve beraberinde yaşanan Filistin mülteciler meselesi ile bölgede ideolojik bir boşluğu doldurdu. Nasır, bu Arapçı kimliği ve bağlantısızlar hareketinin 3. dünyacı yaklaşımını iç ve dış politikasına eklemledi.
Böylece Arap dünyasının lideri konumuna geldi. Bu nedenledir ki, Mısır için kullanılan bir ifade vardır; İslam ile yönetilirse, bütün Arap dünyası İslam’ın etkisine girer veya Mısır, sosyalist olursa bütün Arap ülkeleri de sosyalist olur. Dolayısı ile Mısır Orta Doğu siyasetinde tarihsel olarak önemli ve belirleyici bir aktördür.”
Ayrı karede esad fotosu ile

“Esad reformlarla göreve başlamıştı”
Beşşar Esad’ın bugün tartışılan siyasi kimliğine ilişkin ilk çizdiği imajın siyasal liberalleşme için adım atması olduğuna dikkat çeken Köprülü, Esad’ın ilk başta Uluslararası sisteme entegre olan bir lider imajı çizdiğine vurgu yaptı.
Köprülü, tüm dünyanın yakından izlediği Suriye’deki tarihi gelişmeleri şöyle özetledi:
“Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, babası ölünce 2000 yılında göreve geldi. Burada içsel dinamikler noktasında ilk sinyaller Beşir Esad’ın iktidara gelmesiyle oldu.
Esad’ın ilk olarak, siyasi suçtan hapiste olan yaklaşık 600 kişiyi serbest bırakması ve siyasal liberalleşme için küçük adımlar atması, hatta Şam Baharı denilen reform sürecini başlatması olmuştur.
Aslında Beşir Esad, özellikle 2000’li yıllarla birlikte Orta Doğu ve dünyanın değiştiğini kavramaya çalışan – babası Hafız Esad gibi – uluslararası sisteme entegre olma yaklaşımı gösteren bir liderdi aslında. Ve Türkiye ile ilişkilerini bu sebeplerle normalleştirmeye yönelmişti.
1998’de Öcalan nedeniyle büyük bir kriz yaşanmıştı. Esad ikili ilişkilerin normalleşmesinden yana da bir dış politika sergilemeye çalıştı. Beşar Esad ikinci nesil bir liderdir, örneğin Kaddafi değildir, Zeynel Abidin de değildir.
Suriye’de Şam Baharı çerçevesinde Müslüman Kardeşlerin de dahil olduğu bir süreç yaşanmıştır, her ne kadar başarılı bir süreç olmasa da. Suriye’de 2011 yılında iç karışıklık yaşanmaya başladığı zaman Batılı ülkeler hemen “Esad gitsin” demedi, zira Batı açısından Baas rejiminin alternatifinin ne olacağı önemli bir soru işaretiydi.
Bölgenin en son kalan Baas kalesi konumundaydı. ABD ile de ilişkileri koparmamaya çalıştı, hatta terörle mücadele kapsamında El Kaide üyelerinin yakalanmasında destek verdi.”

 

“Hedef belki de İran”
Yrd. Doç. Dr. Nur Köprülü, Suriye’ye yapılması gündemde olan müdahale konusunda neden geç kalındı sorgulamasına yanıt vererek, bu konuda görüşlerini şu şekilde özetledi:
“Suriye’yi farklı kılan nokta heterojen bir nüfusa sahip olması ve Batının alternatif bulamamasıydı. Esad giderse ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sunni Müslümanlar -Müslüman Kardeşler iktidara gelirse ne olur sorusunun cevabı bilinmiyor.
Bu da ne kadar istenen bir şeydir?  1990’lı yıllardan itibaren özellikle Madrid Barış Konferansına katılan Suriye, İsrail ile uzlaşma eğilimindeydi.
Ayrıca Suriye’ye müdahale etmek, sadece bu ülkeye müdahale etmek anlamı taşımıyor. Suriye’ye müdahale edilirse 3 aktör daha devreye girecek, sonra diğer aktörler… Hizbullah, İran ve Lübnan…
Suriye’ye müdahale belki de hedef İran’ın ve Hizbullah’ın gücünü zayıflatmaktır zira bölgede 2003 Irak savaşından bu yana bölgede oluşan bir Sunni bloklaşma var”.

“İran ve Suriye’nin ideolojik ve askeri ittifakları var…”
“İran ve Suriye’nin yıllarıdır ideolojik ve askeri ittifak var. Ancak burada en kilit aktör Hizbullah’tır. Lübnan ve Suriye’nin tarihleri iç içe geçmiştir.”diyen Nur Köprülü, olası Suriye müdahalesinde rol alacak en büyük aktörün Hizbullah olacağına dikkat çekti.
Suriye’ye müdahale edilmesi durumunda Lübnan’da ne yaşanacağı konusunda da belirsizlik olduğunu söyleyen Köprülü, Lübnan içinde de 8 Mart ve 14 Mart hareketlerinin başını çektiği ciddi tartışmalı süreçler yaşandığını hatırlattı.

 

“Rusya, Orta Doğu’da kendine yer edinmek istiyor”
Suriye’ye müdahalenin tartışılma zamanı içindeki şartları da anlatan Nur Köprülü, Rusya’nın bu konudaki tutumuna dikkat çekerek, Rusya’nın asıl amacının Orta Doğu’da kendine bir yer edinmek olduğunun altını çizdi.
Köprülü devamla şunları söyledi:
“Rusya, özellikle Libya müdahalesinden sonra fark etti ki Ortadoğu’da artık kendine bir yer edinmeli. Rusya, NATO üyesi değil, Soğuk Savaş sona erdikten sonra da uluslararası sistemde kendine pozisyon aramakta.
Suriye konusunda başından beri, müdahale olmasın diye tavır koydu. Bu Rusya’nın Esad’ı desteklediği anlamına da gelmiyor. Bu yaklaşım Rusya’nın yeni Orta Doğu politikası şeklinde analiz edilmeli. Anladığım kadarı ile ABD Başkanı Obama da bunu idrak etmiş durumda… ABD’yi dünyanın tek egemeni olarak görüyoruz ama değil, Rusya ve Çin gibi bugün ABD ile rekabet eden küresel aktörler var”.

“ABD’nin tek başına bir hegemon olmadığı bir dünyada yaşıyoruz”
“BM’nin karar alması konusunda Çin ve Rusya’nın vetosu engel oldu. ABD’nin tek başına bir hegemon olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Hegemonlardan çok rekabet eden aktörlerle yaşadığımızı düşünüyorum. Rusya ve Çin bu rekabet içindeki ülkelerdir. ABD Başkanı Barack Obama da Suriye’deki olaylara çekingen davrandı.
Irak’a müdahale etmiş bir lider değil, onu Bush’tan ayıran özellikleri var. Kullandığı araçlar realist araçlar olsa da, Obama daha liberal ve demokrat bir çizgiden geliyor. Kimyasal silahlar kullanıldı diye hemen müdahale etmesi Irak’ta olan hataya sebebiyet verecektir düşüncesi hakim. ABD, süreci meşru bir zemine yürütmeye çalışmaktadır.
Kimyasal silah kullanıldı ama kim kime karşı kullandı?
Özgür Suriye ordusu mu, Esad mı başkası mı? Bilmiyoruz. BM Raporunun tamamlanması ve de G20 Zirvesi sonrası Obama’nın Güvenlik Konseyi kararının beklenmesi yönünde bir yaklaşım ortaya koyması bu noktadan kaynaklanmaktadır.
G20 sonucunda Obama’nın BM üzerinden bir yol izleyeceği izlenimi var. Zira müdahale konusunda mutabık kalınamadı. Obama’da buna tek başına götürebilecek mi? Bu müdahale olacaksa rejim değişikliğine karşı olmayacak.”

 

“Türk dış politikasının tavrı önemli”
Türk Dış politikasının alacağı tavrın da önemli olacağını ifade eden Nur Köprülü,  bu konuda şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye, Kosova örneği üzerinden bir politika ortaya koyuyor, eğer insani bir müdahale olursa. Esad gitmezse ne olacak, bu bilinmiyor. 2011 yılına kadar Türkiye komşuları ile iyi ilişkiler geliştirdi.
Yumuşak bir güçle, bölge ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirme sürecine girdi. Fakat Suriye ile ilişkiler, Suriye’nin Türkiye’nin tutumunu iç ilişkilerine müdahale olarak algılaması sebebi ile kopma noktasına geldi.”

 

“Rum Hükümeti onay vermedi”

Kıbrıs’ın coğrafik konumu, Suriye’ye müdahale konusunda adada bulunan İngiliz üslerinin konumuna ilişkin tartışmaları da değerlendiren Nur Köprülü; “Güney Kıbrıs’tan meclisten açıklama yapıldı. Meclis, Suriye’ye olası müdahaleye İngiliz üslerinin katılmasına onay vermedi. Kıbrıs Rum Meclisi’nin kararı önemli, Kıbrıs’ı tüm bu tartışmalardan uzak tutan bir karar. Bir müdahale söz konusu olacaksa bunun BM çerçevesinde olması gerektiğine dikkat çekildi” saptamasında bulundu.

“Suriye müdahalesinde mülteci sorunu artacak”
Suriye’ye yapılacak bir müdahalede önemli bir unsurun öne çıktığının altını çizen Nur Köprülü sözlerini şöyle noktaladı:
“Bu savaşın yaşanması durumunda bir mülteci sorunu ile karşılaşacağız. Bizi etkileyecek en büyük potansiyele sahip konu bu olacak.
Sınırlara gelecek birçok mülteci olacak, bu konuda bir takım çalışmalar yapılabilir. Güney’de Sivil Savunma’nın bazı hazırlıklara gireceğini okuduk, tatbikatlar yapıldı. Yeni gaz maskesi alınacağı haberini okuduk.”

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar