Kıbrıslı Derviş Vahdeti ve Bahailik - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Mart 28, 2024
Poli

Kıbrıslı Derviş Vahdeti ve Bahailik

Mete Hatay
Mete Hatay

Kıbrıslı Derviş Vahdeti’yi çoğumuz biliriz. 1908-9 yıllarında İstanbul’da Volkan adlı bir gazete çıkartmıştı. Aslen Lefkoşalıydı. Ayasofya camisinin bir ara müezzinliğini yapmıştı. Tarihe 31 Mart “Gerici” İsyanı olarak geçen olayların hazırlayıcısı olarak geçmişti. İsyan suçundan yargılanarak 19 Temmuz 1909’da İstanbul’daki Ayasofya meydanında asılarak idam edilmişti. Kıbrıslı ve dinci. Enteresan değil mi? Kıbrıslı Türklerin bugünkü radikal seküler tutumlarıyla pek bağdaşmıyor. Mütedeyyin kesimler, 31 Mart isyanını gerici bir kalkışma değil de “despot” İttihadı Terraki Cemiyeti (İTC) rejimine karşı yapılmış bir isyan girişimi olarak görürler. İlginç bir şekilde Kıbrıslı Derviş Vahdeti’ye de fazla toz kondurmazlar. Öte yandan Türkiye’deki Kemalist tarihçiler ise Kıbrıslı Derviş’i bu gerici kalkışmanın liderlerinden biri olarak gösterirler. Bazıları onu İngiliz, bazıları ise Abdülhamid’in ajanı veya karşı Devrimci olarak betimlerler. Bir kısım tarihçi ise onu rüzgarın estiği yöne doğru giden, iki yüzlü, çıkarcı, fırsatçı, popülist bir eksantrik olarak tarif ederler. Ben biraz galiba bu son kategoridekilerle hemfikir olma yönündeyim. Bugün Derviş Vahdeti’den söz ederken bu dinci kalkışmadan üç beş ay önce neler kotardığına bakarak onun esasında ne kadar fırsatçı ve “pragmatik” bir karakterde olduğunu göstermeye çalışacağım.

Derviş çok fakir bir kunduracı esnafının oğlu olarak dünyaya geldi. Bir yazısında hayatını şöyle özetler:


“Pederim papuççu esnafından Kıbrıslı Mahmut ağa idi. Babam bütün gün çalışır, bir lokma ekmek parası kazanır, ufak bir evcikte hepimiz bir yorgan altında kışın soğuktan titrerdik, bir sıcak çorba bile içemezdik. Dört yaşımda mektebe girdim, beş yaşımda Kur’an hatmettim. Ondört yaşımda hafız oldum. Biraz Arapça dilbilgisi, biraz İslam hukuku öğrendim. Nakşibendî tarikatına girdim. Yaşım yirmiyi buldu. Biraz yabancı dil öğrendim. Kıyafet değiştirip hükümet memuru oldum. Kraliçe adına verilen balolarda redingotlu, eldivenli bir adam olarak göründüm. Yirmibeş yıl hocalık mesleğinde, hoca itikadında, hoca kıyafetinde, medrese köşelerinde olan ben, şimdi medenî!… Her yüksek dereceye ayak bastıkça gözlerim daha ilerilere çevriliyordu.”

Ailesini genç yaşta kaybetti. Sesinin çok iyi olduğu ve gençliğinde Lefkoşa’nın meyhanelerinin çok aranan “drabez solislerinden” biri olduğu bilinir. Namık Kemal’in “hürriyet” fikriyle başlayan siyasi merakı adaya gelen Jön Türklerin etkisiyle olgunlaşacaktı. Bir dönem İngiliz sömürge dairelerinde memurluk yaptığını yukardaki alıntının geldiğ anılarında ballandıra ballandıra anlatmıştı. Ona İngilizce öğretmeye çalışan bir Protestan rahibin, onu hristiyanlığa davet etmesiyle işinden ayrıldığını da iddia eder.

Adadaki memuriyetten ayrıldıktan sonra İstanbul’a göç eder ve hemşerisi Kıbrıslı Kamil Paşa’nın torpiliyle İskan-i Muhacirin  komisyonunda katip olarak işe alınır. Kamil Paşa’nın ricasıyla Dahiliye Nazırı Memduh paşa bu tayinde çok yardımcı olmuştu. Fakat Derviş uslu durmaz. Bir süre sonra işinden sıkılır ve bir şikayet mektubu yazarak idarecilerin tüm gazabını üzerine çeker ve derdest edilerek Diyarbakır’a sürülür. Bazı kaynaklarda yer alan iddialara göre hamisi Memduh Paşa’yı Padişah’a yaranmak için ispiyonladığı veya kötülediği ve bunu öğrenen Memduh Paşa’nın da onu Diyarbakır’a sürdüğü yönündedir.Tesadüfen, sürgündeyken Türkçülüğün babası Diyarbakırlı Ziya Gökalp’la tanışır ve arkadaş olur. Orada bulunduğu sürede af edilmesi için devamlı acıklı yazılar yazmanın yanında Diyarbakır’ın meyhanelerinin de sıkı bir müdavimi olduğu iddia edilir. Hatta “Diyarbekirli” Ziya onun hem dindar hem de çok içki içmesinden kaynaklanan bu tutarsızlığından dolayı bizim Hafız Derviş’e Lâhûtî lakabını verecekti. Daha sonra hafızımız, “birlik, beraberlik,” “dayanışma” anlamına gelen Vahdeti  lakabını kendine yakıştıracaktı. Bir ara Diyarbakır’dan kaçarak Kıbrıs’a gelmeye çalışmış fakat yakalanıp tekrar Diyarbakır’a gönderilmişti.

1908 yılında Meşrutiyet ilan edildikten sonra sürgünü biter ve İstanbul’a döner. Artık adı Kıbrıslı Derviş Vahdeti olmuştur. İlk başlarda İttihaki Terraki Cemiyetine girmeye çalışır fakat pek yüz görmez. Bunun üzerine onların muhalefeti olan daha dindar İttihat-ı Muhammedi derneğine katılır ve kısa sürede yayınına başladığı gazeteyi onların emrine sunarak parti içinde önemli bir yere gelir. Gazetede yazı yazan önemli kişiliklerinden bir tanesi ise Bediüzzaman Said-i Nursi idi. Fakat 31 Mart’a doğru giderken Vahdeti’nin aksine Nursi’nin ahaliyi yatıştırmaya çalıştığını görürüz. Bundan dolayı Darbe girişimi engellendikten sonra Said-i Nursi kısa bir süre tutuklandıktan sonra serbest bırakılmıştır.

Bugünün İslamcıları açısından Derviş Vahdeti yanlış anlaşılmış bir dindar entelektüeldir. Özellikle Gezi parkının olduğu yerde bulunan Topçu kışlası Vahdetinin kotardığına inanılan 31 Mart isyanında anahtar bir rol oynayacaktı. Buradaki alaylı subayların ve çavuşların Vahdeti’nin de içlerinde bulunduğu bazı dindar elitlerin teşvikiyle ayaklanacaklar ve hükümeti devirmeye çalışacaklardı. İşte bu ulvi ve önemli mütedeyyin İsyanı hatırlatacak bir binanın (topçu kışlasının bir kopyasının) o parkın ortasına dikilmesi için uğraş verilmişti. Ama tarih tuhaf bir uğraştır. Her çıkan yeni belge eski iddiaları çürütebilir. Fakat öte yandan sadece belgelere bakarak da tarih yazılmaz. Her yaşanan olayın belli bir kontekst içerisinde anlatılması gerekir. Yani demek istediğim sunacağım bu belgedeki alıntılarla Derviş Vahdeti hakkında tabii ki tam olarak bir karara varamayacağız fakat onun karmaşık karakterini biraz olsun aydınlatmaya çalışacağız.

Bugün Tarihçi Necati Alkan’ın 2009 yılında İsrail’deki Bahai Merkezinde bulduğu ve günümüz Türkçesine kazandırarak “Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar Dergisinde” yayınladığı bir mektubun büyük bir kısmını alıntılayarak sizlere sunmak istiyorum. Bahaullah’ın oğlu ve o dönemdeki Bahailerin lideri Abdülbaha’ya Kıbrıslı Derviş Vahdeti tarafından yazılan bir mektup bu. Şeriat isteyen bir “gericiden” dönemin dinde reform hareketinin başı olarak görünen birine yazılmış bir mektup. Mektuba bakarak böylece Kıbrıslı hafız Derviş’in dönemin Bahai lideri Bahaullah’ın oğlu Abdülbaha’dan neler istediğini anlamaya çalışacağız. Bu mektuptan öğreneceğimiz bazı şeyler beni Vahdeti’nin ve arkadaşlarının kışkırttığı 31 Mart isyanının arkasında başka birilerinin de aranması gerektiğine ikna etti. Bu mektupta Vahdeti’nin Abdülbaha’dan para dilendiğini göreceksiniz. Bahai kaynakları Abdülbaha’nın ona cevap bile vermediğini iddia ederler. Benim inancım da aynı yöndedir fakat Derviş Vahdeti’nin mektubu yazdığı tarihlerde gittikçe sertleşen üslubunun arkasında da mutlaka birilerini aramamız gerekmektedir. Bu üslup sertleşmesinin onun aradığı parayı bulduğunu gösterdiğini söyleyebilir miyiz? Mümkün! Çünkü züğürt bir gazeteciyi aşan bir cesaretle iktidardaki İttihattı Terakki Cemiyetine “dinsiz” “Kripto-Yahudi”  olarak saldıran Lefkoşa Ayasofya’sının hafızı bu cüreti bir yerlerden maddi ve manevi bir destek almadan yapamazdı diye düşünüyorum. Tabii akla hemen bu maddi desteğin, yazdığı mektuptan sonra Abdülbaha tarafından mı verildiği olasılığını getirebilir. Bu bence mümkün değildir çünkü Vahdeti kalkışmada şeriat istemiş ve İstanbul’un tüm fanatik medrese öğrencilerini yanına almıştı. Bunların çoğu değil Bahai, Mevlevi sufilerini bile sapkın gören cinsten kişilerdi.

Şimdi gelelim Necat Alkan’ın çalışmasında sunduğu mektuba. Vahdeti mektubu yaklaşık İsyandan üç ay önce yazmıştı. Bu tarihe kadar Volkan gazetesi halihazırda 23 nüsha yayınlanmıştı. Derviş Vahdeti mektubuna 20 yıldır gerçeği aramakla geçirdiğini söyleyerek başlayacaktı. Vahdeti, ilk paragrafta bekletmeden Abdülbaha’yı Mağusalı Kadı Naim Efendi’den duyduğunu yazar. Yani referans verir. Nami Efendi Mağusa’da sürgün olan Bahai dininin öncülerinden Mişkin Kalam tarafından Bahai dinine kazandırıldığını biliyoruz. Bahaullah’ın huzuruna çıkmış tek Kıbrıslı Bahaidir Kadı efendi.

Vahdeti mektubuna şöyle devam eder: “Bu bir telkin idi ki: kalbimde büyüdü. Aradan seneler geçti. Bir Mevlevi’ye tesadüf etmiştim. İsmi Süleyman Memduh idi. O, Mehdi zuhur etti, askeri her tarafa yayıldı, şimdi harp ediyor, demişti. Çok ısrar ettim söylememişti. Fakat kalbim Akka’yı görüyordu. Mehdi’yi orada arıyordum.” O dönemde Bahailer yeni bir din olarak ortaya çıktıklarını Müslümanlara söylemekten kaçınıyorlardı. Onun için kendilerini daha çok yeni bir tarikat olarak sunuyorlardı. Vahdeti Diyarbakır’da sürgündeyken biri Mısır’dan biri de Antep’ten, Hüseyin ve Şemseddin adlı kişilerle tanıştığını ve Abdülbaha hakkında detaylı malumat aldığını da yazar. Diyarbakır’da kendini okumaya verdiğini de belirtmeden edemez: “Diyarbakır’da bulunduğum esnada felsefe-i âliyyeyi takip ettim. Bir halde ki, vahdet-i vücüda tamamıyla kail oldum. Felsefe ile tasavvufu mümkün mertebe mezcettim. Bundan hâsıl olan zevk, sizce malumdur. Bu sebepte ismim Hafız Derviş iken, rüfekâmız [dostlarımız] bize Vahdeti demişlerdi. Şimdi de ismim öylece Derviş Vahdeti oldu. Birçok hakaika [gerçekler] vakıf oldum. Bu hakaika vakıf oldukça hakkınızda lazım gelen tahkikattan geri durmadım. … Mezheb-i âlinize mümkün mertebe vakıf olduğum esnada, Diyarbakır’dan firar ettim. Tebdil-i kıyafetle tam bir derviş olarak, size gelmeyi, ondan da ya Kıbrıs’a veyahut Mısır’a geçmeği tasmim ettim [iyice kararlaştırdım].”

Vahdeti firar ettikten kısa bir süre sonra yakalanıp tekrar tutuklanacaktı. Yani mektupta demeye çalıştığı gibi tam bu Bahailiği hatmettiği sırada Mehdisine koşarken yakalanmıştı. Tesadüfen tekrar tutuklandıktan kısa bir süre sonra, daha büyük bir ceza yemeden Meşrutiyetin ilanı yapılır ve sürgündekilere de böylece af çıkar. Kıbrıslı Hafız Derviş, yeni ismiyle Kıbrıslı Derviş Vahdeti ilginç bir şekilde bu defa Akka’ya Mehdisine koşmak yerine İstanbul yolunu tutar:

“İstanbul’a avdetimde [dönüşümde], hükümet yine eski hükümet olduğunu, yalnız ismi değişmiş olduğunu gördüm. “Volkan” namıyla gazete neşretmeğe karar verdim. Bu gazetenin münderecâtının [içeriğinin] ekseri hakikattir. Ne maksada mebni olduğunu elbette mütalaa buyurur, anlarsınız. Tedricen vahdet-i vücuda, inandıkları şeyleri bilâ perva [korkusuzca] icra etmek, ruhunun ebediyetini kendilerine telkin etmek, ahretin ledünniyâtından [ilahi yönünden] bahsetmek, tezkiye-i nefse malik [nefisleri arınmış] olamayanların halleri perişan olacağını bildirmek. Velhasıl, “Volkan” az zaman zarfında ise iyice şeylerden bahsetmiştir. Ümit ederim ki: bu, inşallah güzel bir hizmet edebilecektir.”

Mektupta, Vahdeti halkın gazeteyi yeteri kadar anlamadığı ve “bir hayli ziyana” uğradığını şikayet eder. Vahdet’ye göre gazeteyi “hakikat arayan” sadece beş, altı yüz kişi satın alıyordu. Destek ümidiyle Abdülhamid’e başvurmuş olduğu ve bir sonuç elde edemediği de aynı mektupta yer alır. “İçimde bir ateş yanıyor. O da Volkan’ı neşrettikçe teskin olabiliyorum. Allah’ı düşünürken fezayı namütenahiyi nazarıma alıyorum [sonsuz evreni göz önüne getiriyorum]. O deryayı bî-payana [sınırsız denize] dalıyorum. … ‘Errahmânü ‘alâ’l-arş istevâ’ [Rahman, Taht’a oturdu] olduğunu idrak ediyorum. Allah’dan başka hariçte bir şeyi bulamıyorum. Cebrail’i de, meleği de, şeytan ile cini de hep kendimde görüyorum. İkmal-ı hakaik [gerçeklerin tümüne ermek] için sizi ziyarete mecburum.”

Necati Alkan, Derviş Vahdeti’nin mektupta ayrıca aradığı Mehdi’yi Abdülbaha’da bulduğunu ve kendisini 1909 ilkbaharında ziyaret ederek arayışını artık sona erdirmeyi istediğini iddia eder. Derviş Vahdeti mektubunu, gazetesi için maddi yardım rica ederek ve ilginç bir şekilde Bahaullah’ın ismine yemin ederek bitirecekti: “Her şeye çare buluyorum. Habis parayı elde edemiyorum. İmdadıma yetişin… büyük bir hizmet etmek demek olduğu takdir buyrulur ise, hemen imdadıma yetişiniz. Yirmi üç nüsha çıkarmakla birçok galebeler temin ettim. Hayfâ [ne yazık] ki: maksadıma tamamen şüru edemedim [başlayamadım] ve muvaffak olamadım. İmdat! İmdat! Behemehal [Ne olursa olsun] ve bi-hakkı Baha, imdat isterim.”

Mektubu yayınlayan tarihçi Necati Alkan da Abdülbaha’nın Vahdeti’ye bir cevap vermediğini iddia eder: “Bunu yapmamış olması muhtemeldir, çünkü böyle bir hareket Abdülbaha’nın İTC’yle ilgili olumlu duygularına aykırı olurdu. İTC aleyhindeki düşüncelere verilebilecek en ufak bir destek, Abdülhamid döneminde Abdülbaha’ya düşmanlık besleyen ve daha sonra kendisini İTC’ye de muhalif olmakla itham edenlerin ekmeğine de yağ sürerdi.” Öte yandan Feroz Ahmet gazetenin bedava dağıtıldığını ama kim tarafından finanse edildiğinin bilinmediğini yazmıştı. Diğer bir yazar Osman Selim Kocahanoğlu Abdülhamid’in bu gerici hareket için maddi yardımda bulunduğunu ve Derviş’in arkadaşı olan uşağı Lütfi aracılığıyla para gönderdiğinin ortaya çıktığını iddia eder. Tabii bütün bunlar Derviş Vahdeti’nin Bahai dinine geçmiş olduğunu göstermez. Zaten Bahailiği İslami bir tarikat veya mezhep olarak görüyordu. Fakat din değiştirmemiş olsa bile veya sadece maddi nedenlerle Abdülbaha’ya yazmış olsa bile bizim “Şeriatçı Kıbrıslının” “reformist” Bahailik öğretileriyle bir süre kendini meşgul ettiği belli.

Ne dersiniz sevgili okuyucular, bizim Kıbrıslı hafız Derviş’i İsyan için birileri kiralık olarak kullanmış mı? Yoksa….

Kaynakça:

Feroz Ahmad, The Making of Modern Turkey, London: Routledge, 1993.

  1. Ertuğrul Düzdağ, Volkan Gazetesi (Yeni Harflerle Aynen Neşir), İstanbul: İz yayıncılık, 2000.

Necati Alkan, “Bahailik ve Jön Türk Devrimi,” Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar • Sayı 11 • Güz 2010.

Necati Alkan, Dissent and Heterodoxy in the Late Ottoman Empire: Reformers, Babis and Baha’is,IsisPress,Istanbul2008.

Osman Selim Kocahanoğlu, Derviş Vahdeti ve Çavuşlar İsyanı, Temel Yayınları: İstanbul, 2001.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar